Faralya'ya gidip Oyster'de kalınca
Şu Muğla Türkiye’nin en
güzel koylarının ve beldelerinin bulunduğu il. Aynı zamanda sahili en uzun il.
Antalya sahili haritada daha geniştir ama sahili düzdür. Muğla irili ufaklı
yüzlerce koy ve bük barındırdığı için aslında sahili çok daha uzun. Kuzeyde
Milas ve Yatağan’dan başlayan Muğla, Kavaklıdere ile devam eder. Bodrum
ortalardadır. Güneye indikçe Muğla merkez ilçesini, burayı geçince de Ula
ilçesine gelirsiniz. Gökova ve Akyaka bu ilçeye bağlı beldeler. Ula’daki Sakar
Geçidi’ni geçip Gökova’ya indiğinizde sağa saparsanız Marmaris ve Datça’ya
gidersiniz. Sapmadan doğru devam ederseniz Köyceğiz, Ortaca ve Dalaman’a varırsınız.
Sonraki büyük ilçe Fethiye’dir. Zaten sonra Antalya başlar.
Bodrum-Fethiye arası
arabayla ortalama üçbuçuk saatlik bir yoldur. Yatağan bölümünü saymazsanız çok
güzel bir yoldur, araba kullanması zevklidir. Yolcular için de zevkli olduğunu
tahmin ediyorum çünkü güzel manzaralardan geçersiniz. Sakar’ın manzarası
anlatılacak gibi değildir. Gökova’nın bititiği kumsalı, Sedir Adası’nı,
Marmaris’e giden o eski meşhur okaliptüslü yolu ve sola Dalaman’a giden ip gibi
yolu 700 metreden görürsünüz. Sakar’dan çektiğim bir görüntüyü aşağıya
alıyorum, saydıklarımın hepsi kadraja girmiş durumda. Marmaris Datça arasındaki
manzaradan daha önce Datça ile ilgili yazılarda söz etmiştim. Köyceğiz-Fethiye
arasında da güzel koylardan geçilir, dağlara çıkılır sonra tekrar deniz
seviyesine inilir.
Sakar Geçidi'nden Gökova'ya bakış |
Ben Fethiye’nin içini
değil ama Ölüdeniz ve Faralya bölgesini çok seviyorum. Son yıllarda her yaz en
az bir kere o bölgeye gitmek istiyor, zaman ayırıp gidiyorum. Geçtiğimiz hafta
Moskova’dan Antalya’ya uçunca, arabayı da Antalya’da bıraktığımdan
Bodrum-Antalya gidiş gelişini yaptım. Şimdi bayram tatili var ve bu da benim
için de tatil anlamına geliyor. Bodrum’da yaşadığım için herkes benim 7/24
tatil yaptığımı sanıyor ama durum öyle değil tabii. Sadece tatil modunda, tatil
kıyafetleriyle işimi yapıyorum o kadar. Evet tamam iş arasında denize girip
çıkmak bir ayrıcalık ama büyük şehri bırakıp buralara gelmenin bazı ödülleri
olmalı di mi? Ya da başka açıdan bakarsanız, Bodrum gibi bir kasabada yaşamanın
bazı bedelleri olmalı. İstanbul’dan vazgeçtiğimize göre canınız istediğinde
denize girmek gibi, trafik olmaması gibi... Temiz havada yaşamak gibi. Etrafta
börtü böcek, ağaç, çiçek olması gibi. Taze balık, ot, sebze filan olması gibi
bedeller ödediğimiz doğru (!)
İşte bu bayram da plan yaptım.
İlk durak Kekova. İki gün sonra benim favori coğrafyalarımdan Faralya. Daha
önceki yıllarda Ölüdeniz’de Oyster Residence adındaki tesiste kalırdık. Biraz
gürültü problemi olan bir oteldi ama güzel, küçük, iyi işletilen bir yerdi.
Kardeş tesisi Faralya Oyster’de hiç yer bulamazdık. Ta ki geçen yıla kadar.
Zaten 10-12 odası olan otelin pazarlamasını İngiliz bir acenteye vermişler.
Onlar da kış sezonunda İngiliz’lere satıyorlar. Bir iki yıldır kendilerine bir
oda ayırıyorlarmış. Böylece biz garip Türk’ler de sahilimizin bu güzelliğinden
faydalanabilir olduk.
Faralya’daki Oyster’e
geçen yıl gittik. Üç gece kaldık ve ben vuruldum. Dediğim gibi 8-10 tane minik
evcik var. Oda, banyo ve önünde küçük bir verandasıyla ahşaptan yapılmış
sevimli evcikler. Yeşilliğin içinde evler kaybolmuş durumda. Çok geniş bir
araziye yerleşmiş evler dipdibe değil. Arazinin sınırı belli değil. Öyle tel
ile çevrili filan değil yani. Böyle bir şeye ihtiyaç da yok gibi gözüküyor. Yol
deseniz eğimli ve bozuk bir patika. İyi ki de böyle. Yoksa bu şekilde sakin ve
bakir kalamazdı. Geçen yıl giderken
tesisteki görevli bize arabayı belli bir yerde bırakmamazı, kendilerinin
kamyonetle gelip alabileceklerini söyledi. Benim kullandığım otomobil yerden
yüksek ve dört çeker olduğu için sorun yaşamadık ve yolu bitirdik. Aşağıdaki
videoda yolu görebilirsiniz.
Oyster’in denizi de
kayalık. Yani denize girmek kolay değil. İskele, kumsal filan yok. Bildiğiniz
kayaların arasından tutunarak denize ulaşıyorsunuz ama deniz anlatılacak gibi
değil. Başka türlü bir renk. Olağanüstü bir su.
Oyster’de herşey hep oradaymış gibi. Gözü yadırgatan, sonradan yapılmış gibi eğreti duran bir şey yok. Evler çok sade. Deniz öylesine bir sahil, yapılmış, müdahale edilmiş hiç bir şey yok. Yol dahil herşey doğal haliyle bırakılmış ki cazip olan da bu.
Arazinin bir bölümü ekilmiş. Yediğiniz sebzeleri oradan topluyorlar. Bir öğlen
çok acıktık ve mutfağa gidip bizim için ne yapabileceklerini sorduk. Mutfakta
iki virtüöz görev yapıyor. Biri yıllardır Ölüdeniz’in en iyi deniz mahsülü
restoranı olan Beyaz Yunus’un eski şefi. Diğeri ise asıl işi bu olmayan ama çok
maharetli bir kadın. Bize kabak yapabileceklerini söylediklerinde içimden aman
ne yapalım, çok açız, ne olsa yeriz diye geçirdim. Yani bir kabaktan ne kadar
güzel bir yemek yapılabilir ki? Altı üstü bir kabak. Zaten kendisi sudan
ibaret. Ama öyle değilmiş. Ben hayatımda böyle bir kabak yemedim. İzmir
usulüymüş. Bayramda gittiğimizde yine isteyeceğim. Akşamları harika mezeler ve
balık yedik. Akşam yemeklerini de orada yiyorsunuz çünkü en yakın restoran
herhalde 15-20 km ötede. Üstelik o yolu çıkıp döneceksiniz. Üstelik bunu gece
yapacaksınız. Üstelik uçurumlu yoldan gidip geleceksiniz. Ve de üstelik içki
içmiş olacaksınız. Yani her bakımdan orada kalıp yemek akıllıca. Bu arada
gerçekten yemekler çok lezzetli ve yemek yediğiniz yerin manzarası çok
etkileyici. Denize inen bir yarın tepesinde oturuyorsunuz, dalga metrelerce
altınızdaki kayaları dövüyor. Sadece dalga sesi duyuyorsunuz ve yanınızdakiyle
fısıltı halinde konuşuyorsunuz. Çünkü normal konuşsanız çok gürültü olacak.
Sabah kahvaltılarında
herşey ev yapımı ve orada yetişen malzemelerle hazırlanmış. Salatalık,
domates... peynir, reçeller, ekmek. Aklınıza ne gelirse. Yani çay hariç herşey
oradan. Geçen yıl gittiğim dönemde bir rejim programı uyguluyordum. Biraz
tedirgin yiyip içtim. Bu sefer kimse beni tutmasın modundayım.
Kömürle yakılan su ısıtıcısı |
Sonuçta Oyster kafa
dinlemek için düşünülmüş buna göre oluşturulmuş bir tesis. Planımız kitap kitap kitap... Deniz deniz deniz... uyku uyku
uyku... rakı rakı rakı...
Bir iki cümleyle de olsa
Faralya bölgesinden de söz edeyim. Biraz önce belirttiğim gibi Ölüdeniz’deki
Belcekız plajının bitiminden tırmanmaya başlıyorsunuz ve Faralya bölgesine
giriyorsunuz. Kelebekler Vadisi, Kabaklar Koyu bu bölgede. Daha ileride
Yediburun da buraya dahil. Roma ve Likya dönemlerine ait kalıntıların bulunduğu
coğrafya trekking için ideal. Tehlikeli olduğu için rehber eşliğinde gezilmesi
önerilir. Ünlü Likya yolu Faralya’nın tam içinden geçiyor. Arabayla giderken
yolda sırt çantalı insanları görürseniz anlayın ki saatler süren yürüyüşteler.
Kabak -veya Kabaklar- Koyu |
Faralya'dan Ölüdeniz'e doğru iniş |
Zaman ayırıp gitmenizi
öneririm. Bodrum’dan aklına esince giderken git demek kolay ama gerçekten zaman
ayırın derim. Antalya’nın tatil köylerine gitmekten çok daha iyi bir
alternatif. Herşeyden önce Ege uygarlığının izlerini taşıyan bir coğrafya. Çok
sahici bir bölge.
Yorumlar
Yorum Gönder