Bodrum'dan Antalya Kemer'e giderken...

Son yazıda anlattığım gibi iş bahanesiyle bana Bodrum-Antalya Kemer yolu gözükmüştü. Bunu geziye çevirip, işi de eğlenceye ihale edince güzel bir tur yapma fırsatım çıktı.

Geziyi üç etapta yaptım. Birinci etabı Bodrum-Kemer. Ikinci etabı Kemer-Fethiye. Üçüncüsü ise Fethiye-Datça etaplarıydı. Kemer'de iki gece konakladım. Fethiye ve Datça'da birer gece. Beşinci günün akşamı da Datça’dan feribotla Bodrum’a döndüm.
Gezi boyunca anlatacak çok şey, gösterilecek çok fotoğraf birikince geziyi bir yazıda anlatmak sıkıcı olacak diye üç etap halinde üç yazıya böleyim dedim. Şimdi birinci etap olan Bodrum-Kemer arasını anlatmakla başlayayım.


Yukarıdaki haritada üç etabı çizerek gösterdim. En uzun olan birinci etap, maviyle çizdiğim rotaydı ki yaklaşık 700 km ediyor. Normal şartlarda Bodrum’dan Akyaka-Antalya yönüne giderken Bodrum-Milas-Yatağan-Muğla-Akyaka rotası kullanılır. Yani kıyıdan uzaklaşır, Muğla merkezi üzerinden gidersiniz. Çünkü o yol duble yoldur, bazen üç gidiş/geliş bile olur. Ama Milas-Muğla arası pek sevimli değildir. Bir yandan da iki senedir bitmeyen, epey büyük bir yol projesi sürdüğü için de keyif kaçırır. Ben bu sefer başka bir rotayı izlemeyi kafama koymuştum. Bodrum’dan Güvercinlik’e gidip oradan Mumcular üzerinden Gökova’ya inip sahil boyu Gökova’yı sağıma alıp Çökertme, Ören, Akbük üzerinden Akyaka’ya gitmeyi planladım. İyi ki de öyle yapmışım. Acelem olmadığı için bir yere belli bir saatte yetişme gerginliği yaşamadan çevrenin güzelliğinin, Ege’nin ve Gökova’nın tadına vara vara yolculuk yaptım. 

Gökova'yı sağıma alıp yola koyuldum
Yol boyu köylerden geçiyorsunuz
Yol genellikle bu kadar düzgün olmayabiliyor, genişliği de bunu geçmiyor
Buraların en yeşil hali bu aylarda
Mandalina toplayıp yola devam edebilirsiniz

Gökova yolu araba kullanmayı sevmeyenler için çekilir yol değil, onu baştan söyliyeyim. Birincisi, mutlaka yüksek altlı bir aracınız olmalı. Bazı bölgelerde yol delik deşik. Çünkü Türkevleri denen bölgedeki rezil termik santrale kömür taşıyan kamyonlar ve taş ocaklarının kamyonları yolu buruşturup kenara atmışlar. İkincisi belli bölgelerde yol epey virajlı. Tabii dar bir yoldan söz ediyorum. Dar dediysem iki aracın yanyana geçeceği bir darlık, daha kötü birşey anlaşılmasın. Yukarıda bir bölümünü videoda görebilirsiniz. Bu mevsim bu tip yollar için ideal bir mevsim. Çünkü hem araç trafiği yok hem etraf yemyeşil. Yazın Ören’e gidip gelenlerin trafiği olur. Ve de bu yeşillikten eser kalmaz. Mumcular’dan Akyaka’ya kadar 100 kilometreden fazla bir yolda bilemediniz on onbeş araç görmüşümdür. O derece sakin. Manzara heyecan verici. Karşınızda Gökova’yı ve Datça yarımadasını izleyerek giderken yol birden içeri giriyor, tepelerde köylerin içinden geçiyor, sonra yeşil bir vadide devam ederken yeniden tırmanıyorsunuz sonra birden denize dönüyorsunuz, nefesiniz kesilecek gibi oluyor. Akbük’ü tepeden görünce bende öyle oldu. Dedim ya bir yere yetişme derdi olmayınca oraya buraya girip çıkarak yolda çok oyalandım. 

Ören
Ören sahili
Bir mart sabahı sahilde huzur içinde oturanlar
Akbük'ün ana yoldan ilk göründüğü an
Akbük'ten Gökova'ya bakış
Gözün gördüğü yerde hiç insan yoktu
Mutlak sessizlik, huzur ve inanılmaz bir deniz
Ören ve Akbük’ün sahiline indim, fotoğraflar çektim. Kimsenin ama gerçekten kimsenin olmadığı Akbük sahilinde arabadan inince sessizliğin etkisiyle çarpıldım. Ne olsa yolda müzik dinliyorsunuz, motorun, rüzgarın bir gürültüsü var. Kontağı kapatınca sadece bir deniz şırıltısı o kadar. İnsan garip oluyor. Sessizlik büyülüyor, hafif bir baş dönmesi yapıyor. İşte dedim ben cennete geldim. Burada kalayım bari… Yaz gelmeden, mayıs ayında falan Akbük’e denize girmek için gitmeyi planlıyorum. Aynı gün gidip dönülmez, bir gece Akyaka’da kalıp Halil’in yerinde, dere kıyısında rakı balık yapılır. Ömür uzar.




Çökertme'den Gökova'ya bakış
Bu santrali Gökova'nın böğrüne saplama kararı veren politikacılar bugün hayatta değil
En ummadığınız anda en olmadık yerde, dağın başında bir kalıntı karşınıza çıkıveriyor
Ören’I ilk kez gördüm ve çok sevdim. Ne kadar huzurlu bir yermiş öyle. Yazınki halini bilmiyorum ama sahili düzgün, denizi harika. Evler tek katlı veya iki katlı, birbirlerine saygılı bir mesafe bırakılarak yapılmış. Geniş balkonlu yayvan evler. Benim tam “yazlık” diye tariff edeceğim bir yer. Çocukluğumun İdealtepe'siyle Küçükyalı sahillerindeki evlere benzettim. Heryerden denize girilebiliyor. Denizi anlatmaya kelime yetmez, onun için fotoğraf çektim. Kararı siz verin. Ama burnunun dibindeki termik santral buraya yapılacak en büyük kötülük olmuş. Rahmetli Özal’ı andım. Onun yediği bir halttı bu Gökova termik santrali. Biraz vicdanı olan, biraz doğa saygısından nasiplenmiş bir insanın asla onay vermeyeceği bir projeymiş gerçekten. Yapıldığı yıllardaki tartışmaları hatırladım. O zamanki enerji bakanı “bacasını yeşile boyaraz” diye dalga geçmişti. O da göçüp gitti galiba. Ne kötü ki insanlar ardından benim gibi hatırlıyorlar bakan efendiyi. Hiç hayırla yad edilmiyor yani. Bu gezide sordum da, termik santralin tam karşı kıyısındaki Datça’nın bademlerini olumsuz etkilediği anlatıldı. Özellikle o yakadaki bademlerde hastalık olmuş, bademler çok zarar görmüş. Doğayla şaka olmaz.

Soldan devam ettim...
Neyse, bu santrale canım sıkılmış olarak, aklımdan bunlar geçerken yola çıktım. Akyaka’da durmadan doğru Köyceğiz’e gidip öğle yemeğini göl kıyısında yedim.


Köyceğiz bende hep iyi izlenimler bırakan bir kasabadır. Bir türlü gece kalmak kısmet olmadı. Hep geçişlerde ana yoldan ayrılıp göl kıyısına oturup ya yemek yerdim ya kahve içerdim. Yine öyle oldu. Köyceğiz eşittir huzur. Zaman hiç akmıyor gibi gelir. Çarşıda gezerken kendimi hep 80’lerde hissederim. Herşey o dönemden kalmış gibidir. Dükkanların vitrini, tabelalar… önünüzden geçi geçiveren Reno 12’ler. Sokaktan çıkıveren traktör. Ziraat Bankası önünde toplaşmış kasketli kasabalılar. Özellikle çarşısında turlamayı severim. İşte zaten sakin olan Köyceğiz’de bir de mevsimin etkisiyle ortalık iyice boştu. 

Köyceğiz gölünde bu mevsimde hiç tekne yok... tam sakinlik


Köyceğiz sahili
Hareket etmeye üşenen gölün kıyısında birkaç martıyla birlikte yemeğimi yedim. Ama bir şikayetimi burada yazayım istiyorum. Konunun Köyceğiz ile ilgisi yok da orada karşıma çıkınca aklıma geldi. Ege’de yaşıyorsanız salatanın en iyisini bu bölgede yersiniz. Bu bölge tüm ülkeye domates, salatalık, marul yetiştiren, her tür otun bulunduğu bölge. Salata denince o ucuna doğru rengi kahverengimsi siyah olan tuhaf kıvırcık salata ve üzerinde mısır gelmiyor mu çıldırıyorum. O lezzetsiz kıvırcık salata benzeri şeyi gariban Avrupa’lı iyisini bulamadığı için üstüne iki kilo sos dökerek yerken bizim Köyceğiz’de o salatayı tüketmemiz sadece özenti. Sonra o mısır nedir? Missisippi’de mi yaşıyoruz? Bodrum’da gittiğim yerde mısırlı salata gelince geri gönderiyorum. Artık öğrendiler. Hadi dedim Köyceğiz’de zaten gevşemişim, ağzım laf yapacak halde değil, iyisi mi mısırları kenara koy, salatayı götür. Öğlen 19 derecede, güneş ciddi ısıtırken yemeğimi bitirip bir kahve içip yola koyuldum. Hiç durmadan 500 km civarı Kemer’e kadar gitmek üzere Fethiye yönüne saptım. Fethiye’de Korkuteli – Kaş ayrımından Korkuteli’ne, Toros’lara vurdum. Diğer sahil yolu hem yolu uzatıyor hem de o yolu dönüşte kullanmayı planlamıştım. 

Fethiye'den Toroslar'a tırmanırken

Bu kareyi çektikten biraz sonra ısı 2 dereceye indi

Fethiye’den Korkuteli’ne çıktıkça deniz manzarası bitti ve bu sefer çok acayip bir dağ manzarası belirmeye başladı. Etrafta karlı Toroslar çok etkileyiciydi. Tırmanmaya başladıkça derece düştü düştü ve en son 2 dereceye indi. Yani bir saatte 19 dereceden 2 dereceye indik. Derken sis bastı. Bu da hızımı kesti. Üstüne de yavaştan akşam çökmeye başladığından Antalya’ya girdiğimde güneş batmıştı.
Ve üstüne üstlük bir de sis bastı

Fantastik görüntüler


Tam akşam yemeği saatinde de toplantının yapılacağı, Kemer Beldibi’ndeki Rixos Sungate Port Royal’e vardım. Odama yerleşip üstümü başımı değiştirip toplantı sahibi Arçelik’ten birlikte çalıştığım dostları buldum. Ertesi gün sabah başlayacak toplantının provalarını yaptıklarından onları işleriyle başbaşa bırakıp ben barlardan birine geçtim. O tesisi bilen bilir, galiba ilk yedi yıldızlı otellerden biriydi. Odaya iki kere gidip geldiğimde günlük sporumu yapmış kabul ediyordum. Daha önceki yıllarda da danışmanlıklarını yaptığım Abdi İbrahim için de o tesise gittiğimden biraz tecrübeliydim. Neyin nerede olduğunu hatırladım. Barda kendime bir yorgunluk viskisi koydum. Eh yedibuçuk saat araba kullandığımdan hafif bir yorgunluk oluyor. Viskinin yanına kuruyemiş söyledim. Bunu niye anlatıyorum? Komik birşey oldu çünkü. Kuruyemiş tabağında silme lebleli var. İçinde eser miktarda fındık ve fıstık gördüm. Buna da deli oluyorum. Sen kalkıp yedi yıldızlı tesis yapıyorsun, sonra fındıktan kar etmeyi hesaplıyorsun. Hiç bir biçimde aklımın alması mümkün değil. Bunu o an elimin altındaki cihazdan twitter’de yazdım. Dedim Sungate barında kuruyemiş tabağında leblebi eşliğinde fındık ve fıstık beşerden basket maçı yapıyor. Ikinci viskiden sonra odama gittim. Ha bu arada hesap istedim, almadılar. İkramımız dediler. Odama gidip yatacakken kapı çalındı. Oda servisi bir meyva tabağı getirdi. Içinden bir not da çıktı. Değerli misafirimiz diye başlayan, müşteri memnuniyeti için herşeyi yaptıklarını bunun için de facebook ve twitter’ı da izlediklerini yazmışlar. Anladım ki yazdığımı gördüler ve gönlümü alıyorlar. Biraz sonra baktım benim twitter hesabımı izlemeye başlamışlar. Neyse, yazıştık falan teşekkür ettim. Ama ilgimi çekti. Ertesi akşam bedavaya şampanya getirtecek kadar kötü şeyler yazsam mı dedim ama vazgeçtim (!!!!)

Toplantı aralarında yüzümü güneşe dönüyordum
Yeni iki ürün yanyana. Galatasaray'lı dostlar için buraya aldım.
Toplantılardan beni pek ilgilendirmeyenlerde sahilde yürüdüm
Kemer'den karlı dağlara bakış

Bu blogda iş hayatımla ilgili şeyler yazmadığım için ertesi sabah saat dokuzdan akşama kadar aralıklarla süren Arçelik Yetkili Satıcılar toplantısının detaylarını yazmayacağım. Bir iki not ile yetineyim. Birincisi bu gibi toplantılar Türkiye’deki sosyal ve toplumsal hayat ile ilgili ipuçları bakımından çok verimli ve zengin. Her bölgeden her kültürden insanı bir arada gözlemleyebiliyorsunuz. Tabii söylememe gerek yok belki ama 1600 bayiinin 1500’ü erkekti. Ancak bayileri temsilen seçilen beş kişinin dördünün kadın olması benden iyi bir alkış aldı. Kadınlar platformda çok başarılı birer konuşma yaptılar. Akşam gala yemeğinde Kubat ve Funda Arar vardı. Birinciyi duymuş ve bir kere TV’de türkü söylerken dinlemiştim. Ikincinin adını bile bilmiyordum. Bu gibi gecelerde alkolün etkisiyle ilerleyen saatte göbekler atılır. Onu görmemek için zamanlamayı ayarladım, Funda Arar ikinci parçayı söylerken yemek servisinin sonuna gelindi, meyveyi beklemeden önce bara oradan da odama geçtim. Ertesi sabah erkenden yola çıkıp, zamanı iyi değerlendirmek istediğimden çok geç kalmadan yattım. Odamın balkon kapısını açıp içeriyi çam ve iyot kokusuyla doldurup iyi bir uykuya daldım.

Bundan sonraki yazıda Kaş ve Fethiye'yi, izlenimlerimi ve Girida'da yediğim mezeleri anlatacağım.


Yorumlar

  1. Büyük bir merakla ve keyifle okudum. Yazım tarzınızı çok seviyorum.
    Ayrıca fotoğraflar için de teşekkürler.
    Bir sonraki yazınızı beklemedeyim:)

    YanıtlaSil
  2. Ben de bu hafta sonu Bodrum'daydım. İnanılmazdı her yer...Geçen yıl ise tam bu günlerde Antalya'dan Dalaman'a gitmiştim, fotoğraflarınız bana o müthiş 4 günümü hatırlattı. Elinize sağlık...

    YanıtlaSil
  3. Ellerine sağlık, keyifle okudum. İlk etabının Bodrum /Santral / Bodrum aşamasını bende yaptım. Akbük müthiş, ama yazın berbat kalabalık oluyor diyorlar !!!! 27.Nisan'da inşallah bir iş çıkmaz Bodrum'da olursun.Gösteri için 2 günlüğüne geliyorum...

    YanıtlaSil
  4. süper bir seyahat yazıydı , teşekkürler ...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bodrum'da ne iş yaparım?

Bodrum'da nereye yerleşilir?

Bodrum'a tatil için geliyorsunuz. Peki nereye geliyorsunuz?