İlk kez blogda peş peşe
iki İstanbul yazısı denk geldi. Bu istediğim birşey değil tabii. Ama iş hayatı
bazen gerektiriyor işte. Yoksa sürekli Bodrum, Ege yazmayı isterim.
Geçen hafta iki gece üç
günlük iş için gittiğim İstanbul’a bu kez yine bir sunum için gitmem gerekti.
Ama randevuyu sabah gidip akşam dönecek şekilde uçak saatine göre
ayarlayabilince hızlı bir gün geçirdim. İstanbul’un bir ucunda oturup diğer
ucuna gidenler varacakları yere kaç saatte ulaşıyorlar bilmem ama ben
Bodrum’dan İstanbul’daki ofisime ikibuçuk saatte varıyorum. Sabah 07:50’de
evden çıktım. Beyoğlu’ndaki ofise vardığımda 10:30 olmamıştı. Zaten yolun
kilometreye göre harcanan zaman bakımından uzun kısmı İstanbul ayağı. Bodrum’daki
evimden havalimanı 25 dakika. Uçak normalde 55 dakika ama dün hava trafiği
uygundu 45 dakikada vardık. Kalanı da işte Yeşilköy’den Beyoğlu’na olan mesafe.
|
Sabah 8:30 |
|
İstanbul'a götürecek uçak |
Günü birlik İstanbul’a
gitmek biraz yorucu olsa da, akşam döneceğimi bilerekten uçağa binmek keyfimi
kaçırmıyor. Bu sefer de 8 saat kaldım ve döndüm.
Dünkü rotam şöyleydi;
Bodrum merkezi – Güllük (Havalimanı bölgesi) – Yeşilköy – Tünel – Maslak – Eyüp
– Yeşilköy – Güllük – Bodrum merkez. Sabah ofiste çalıştıktan sonra hızlı bir
öğle yemeği (her İstanbul öğle yemeklerinde olduğu gibi) yiyip toplantıya gidildi.
Saat 16:30’a doğru işim bitti ve ver elini havalimanı.
İstanbul’dan sıkıldığım
ve Bodrum’da yaşamayı ezelden beri çok istediğim için işlerimi, hayatımı,
düzenimi değiştirip -veya farklı kulvara geçip diyeyim- Bodrum’a taşındıktan
sonra buranın sakinliği, huzuru insanı değiştiriyor. İstanbul’daki aceleciliğim
zaman içinde azaldı mesela. Ciddi biçimde rahatlama hissi kapladı içimi. Git
gide gürültüye, pisliğe ve kalabalığa daha zor katlanır oldum. O yüzdendir ki
İstanbul’da geçirdiğim süreler, ilk zamanlara göre daha fazla yormaya başladı.
|
Sabah Tünel'de ofise doğru yürürken gözüm yine Narmanlı Han'a takıldı. Öğrenciliğimden beri çok girip çıktığım bir yer. Öyle bakımsız, kimsesiz kalmış. Bir gün AVM olabilir |
|
Ofiste Emre Senan'ın oyuncaklarından. Sıkılınca oynamamıza izin veriyor |
|
Toplantıya gittiğim ajanstan manzara. Son dört yıldır Bodrum'da gördüğüm en yüksek bina üç katlı |
|
İstanbul'da güneş güzel batıyordu. Her ne kadar tellerin ardından, arabaların arasından görsem de... |
İçinde yaşayanlar
çevrelerinde olanları uzaktan bakan kadar fark edemiyor. İstanbul’un her geçen
gün bir Pakistan şehrine benzemesinden korkuyorum. Ama gidişat öyle. Geçen yazıda
söz ettim, Demirören gibi bir ucubeyi ben İstanbul’da yaşarken yapsalardı çok
sinirlenirdim. Keza Taksim projesi. Şimdi yine kızıyorum ama sonra “İstanbul’a
bu adamları seçenler düşünsün” deyiveriyorum. Artık çok ilgimi çekmiyor.
Bodrum’da olacaklarla İstanbul’a olanlardan çok daha fazla ilgiliyim.
Ankara’ya, İzmir’e
İstanbul kadar sık gitmiyorum. Oraları İstanbul kadar bilmem. Tabii ki doğup 48
yıl yaşadığım şehri iyi biliyorum. Ama dedim ya içindeyken fark etmiyorsunuz.
İstanbul’da yolda neredeyse kimse gülmüyor. Bunu Bodrum’da yolda yürüyenlerin
neşeli oluşlarını gördükten sonra çok daha fazla fark ettim. Korna çalan,
sinirlenip bağıran şoför burada yok denecek kadar az. Başka bir deyişle
Bodrum’daki pozitif enerjiyi İstanbul’da göremiyorum. Bu konuda söylenecek çok
şey var. İstanbul düşmanı değilim tabii ki. Ama çok sıkıldım, kaçtım. Bir ara
bu konuda aklımdakileri yazarım.
|
Saat 19:00 |
|
Mahmut Kaptan'da ilk kadeh ve ahtapot salatası |
|
Kaptan'ın meze dolabından |
|
İkinci kadeh ve ızgara kıymalı börek |
|
Kaptan şarkıya eşlik ederken... bir araya gelince böyle gülüyoruz ve hep Bodrum'da böyle gülmeye devam edelim |
|
Mahmut Kaptan'da güzel şarkılar dinledik |
|
Ve kaptandan sonra yeni açılan caz bara geçtik. Deep Blue'da Neşet Rucan çalıyordu. Bizim sevgili Ebru'muz da iki şarkıda eşlik etti. |
İstanbul’da işim
bittikten sonra havalimanına biraz zor yetiştim. Malum İstanbul trafiği.
Havalimanını görüyorsunuz ama ulaşamıyorsunuz. Bu çok sıkıcı ve geren bir
durum. Neyse, alana girdiğimde uçağa çağıran ilk anonsu duydum. Sonrası sakin, rahat
ve yine 45 dakika süren bir yolculuk. Bodrum’a varmanın hazzıyla doğru eve
gidip, üstümdekileri çıkarıp İstanbul’un tozunu çamaşır makinasına atıp buradaki
hayatımda giydiklerimle, geçen hafta yaptığım gibi Mahmut Kaptan’a koşturdum. O
peynir ve zeytinle alınan ilk yudum damarlarımda dolaşırken yorgunluğum çıkmaya
başladı. Ait olduğumu hissettiğim ve mutlu olduğum yere dönmek iyi geldi.
istanbul resmen bunaltıyor artık o binalarla mahfettiler şehri. 200 yıllarında cumayı iple çeker sırt çantamı aldığım gibi iş çıkışı 2 saatlik yolculukla istanbula gelir hafta sonu gezer gezer pazar gece dönerdim. Şimdi mecburiyetler harici gitmiyorum bile en son 4 ay önce babamı izmire göndermek için otogardan metro ile havaalanı ve dönüş metro otogar ile bulunduğum şehir eskiden olsa oraya buraya gideyim düşünceleri olurdu bir istiklal yapardım en azından artık o istek bile kalmamış
YanıtlaSilbitmiş istanbul...........