Geçen Pazar günü hava
yine çok iyiydi ve hem denize girmek, hem Bodrum’un tenhalaşan Gökova sahilinin
tadını çıkarmak için Mazı’ya gittik. Bodrum’dan dört arabalık konvoy yapıp yola
çıktık. Mazı sahiline vardığımızda bütün tesislerin kapanmış olduğu gerçeğiyle
yüzleşiverdik. Zaten tesis dediğim de üç beş sahil restoranı. Bunların
bazılarında aynı zamanda odalar var, kalınabiliyor. Ama yiyecek içecek yer olmayınca
Mazı’dan çıkıp Çökertme’ye doğru yola koyulduk. Ben Bodrum-Çökertme-Ören-Akyaka
yolunu fırsat buldukça kullanıyorum. Sadece yazın kalabalık olduğundan tercih
etmiyorum. Marmaris veya Fethiye taraflarına gideceksem Bodrum’dan sonra
Milas-Yatağan-Akyaka yolundan gitmektense bu yolu kullanmayı istiyorum çünkü bu
yol hem sakin, hem köy bağlantısı yolu olduğundan öyle sağında solunda binalar,
benzinciler falan yok. Yer yer orman içinden, yer yer köylerin içinden geçen,
bazen kıvrıla kıvrıla tırmanılan, bazen de Gökova sahiline paralel gidilen,
etrafta kimselerin olmadığı nefis bir yoldur. İlkbahar veya sonbaharda, okullar
açıkken ve dolayısıyla buralar boşalmışken Akbük’te deniz molası vermenin
tadına doyulmaz onu da söyliyeyim. Böyle bir denizi bulamazsınız.
|
Bu mevsimde artık terkedilmiş Mazı sahili |
İşte bu yolu kullandığım
için biliyordum, Mazı ile Çökertme arasında zemin çok kötüydü. İri çukurlardan
kaçarak araba kullanmak pek tatlı olmuyor. Hele son üç dört kilometresi toz
içindeydi. Bu yaz yol yapılmış. Muhtemelen yaz sonuna doğru yapılmış çünkü
dökülen mıcır nedeniyle yol hala kaygan. Ama eski haliyle kıyaslanmaz. Çökertme’deki
birkaç yer kapanmış. Yaz başında gittiğim Çökertme adındaki tesisin açık olduğunu
görünce sevindim çünkü yemekleri lezzetlidir. Çökertme’ye varıp Çökertme
restorana kurulur kurulmaz kendimizi denize attık. Böylece 4 Kasım günü denize
girdiğimizi kayıt altına alalım dedik. Hava harikaydı, deniz önceleri hafif
çalkantılıydı ancak sonra sakinleşti. Ekibin bir yarısı kahvaltı ederken bir
diğer yarısı olan bizler öğle yemeğine oturduk. Aynı masada çay ve bira da aynı
anda içilince restorandakiler de hafiften şaşaladılar. Biz erken kalkan ekip
olarak kahvaltıyı yapıp çıktığımız için direkt olarak kalamar, patlıcan ve
biber kızartması, salata ve bira menüsüne daldık. Deniz sonrası, üstelik kasım
ayında bize bu nimeti bahşeden doğaya teşekkürlerimizi sunaraktan günün tadını
çıkardık. Hava erken kararmaya başladığından vakitlice yola çıkıp Bodrum’a dönüldü.
Dönüş yolumuzda doğa bir akşam hoşluğu daha yapıp gökyüzünü pembe, erguvan ve
mor renklerle bezedi.
|
Mazı'da kapanmış restoranların bahçelerinde portakal ve limon ağaçları öylesine duruyordu. Tabii topladık |
|
Çökertme sahili |
|
Çökertme |
|
Denize girip yemek yediğimiz, Çökertme restoran. Kışın da açıkmış ve üstteki kapalı yerinde şömine var. Bu kış kalmacalı gelmeyi planladık |
|
Çökertme'de yeni yapılan bir tesis. Gayet iyi görünüyor. Kışa açarsa burada da kalınır |
|
Karşıda Datça görünüyor |
|
Sonbaharda gölgeler uzamaya başladı |
|
Ahmet ile Havaa'nın köpekleri Blacky bizden çok denize girdi |
|
Bodrum'a dönüş konvoyumuz |
|
Doğanın akşam gün batımı sürprizi |
|
Bodrum'a girerken |
Ertesi gün ise beni yine
bir İstanbul seyahati bekliyordu. Yani başlıkta yazdığım gibi, Pazar günü
Ege’nin tuzuyla haşır neşir olduktan sonra Pazartesi İstanbul’un tozuna gittim.
Biliyorsunuz İstanbul
benim işim nedeniyle gittiğim ve gitmekten pek tat almadığım yer oldu artık.
Sadece dostları görmek kısmı işin iyi yanı. Her gidişimde biraz daha
uzaklaştığımı farkettiğim, doğup büyüyüp 48 yıl yaşadığım şehrin her geçen gün
daha kötüye gittiğini görmek de hoş değil. Arkadaşlarımın, dostlarımın, iş
yaptığım kişilerin orada yaşamak için ne bedeller ödediğini ancak uzaktan
bakınca görüyorsunuz. Bir zamanlar aynı bedeli ödediğim için bunun ne anlama
geldiğini çok net algılayabiliyorum. Sadece işin parasal yanı değil, daha
önemlisi insan sağlığını tehdit edecek kadar gürültülü, kirli, düzensiz ve
estetikten her geçen gün uzaklaşan ve de bir ortadoğu şehri olmaya doğru giden
bir İstanbul görüyorum. İçindeyken anlaşılmıyor belki. Ama İstanbul Dubai gibi
bir yer oluyor gibi. Üstüne üstlük tam benim gittiğim gün Taksim meydanı
rezaleti için kazma vuruldu. Kazma kişilikli belediye ve daha üst düzey
yöneticilerin, kazma beğeni ve zevklerinin eseri bir meydan yapımı başlamış
oldu. İstanbul artık beni pek ilgilendirmiyor desem de bu zevksiz insanların
elinde oyuncak olmasına içten içe üzülüyorum. Ama iş bir yerde orada
yaşayanların meselesi. Memnunsalar sorun yok. Değilseler çok çalışıp
engellemeliler. Başkanı seçimde değiştirmeliler vs...
Bu gidişimde iki gece üç
gün kaldım. Şans eseri iş için gideceğim yerler metro ile ulaşacağım bölgeler
olduğundan Taksim trafiği ile ilişkim olmadı. Bunun karşılığında gün içinde pek
gün yüzü görmedim o ayrı. İstanbul’da eğer işin ve evin sahilde, bogazda
değilse iki seçeneğin var. Ya gün ışığı görecek ama karşılığında gideceğin yer
için ciddi zaman harcayacaksın. Ya da metro faresi olmayı göze alacak ama zamandan
kazanacaksın. Eğer hem gün ışığı görmek hem gideceğin yere çabuk ulaşmak
istiyorsanız o şehri bırakacaksınız.
En dayanılmaz olanı da
herhalde metroda yolculuk edip, sabahları binlerce insanla beraber yürüyen
merdivende güruh halinde gün yüzüne çıkarken sizi bekleyen iş yerinin bir plaza
katındaki bir oda veya avm’de bir mağaza olması ve orada da gün boyu güneş
ışığı görmemeniz. Bunun bünyede yaptığı tahribatı hekimler bilir deyip konuyu
geçelim, yazarken göğsüme bir yumruk oturdu.
|
Metro için yeraltında saatlerimi geçirdim |
|
İki günlük metro yolculuğum boyunca gördüğüm tek yeşillik... |
|
Sabah işyerlerine gitmek için yeryüzüne çıkanlar |
Benim iş yerim İstiklal
Caddesi üzerinde. Yani kalabalık bir yerde ve tabii gürültülü. Her İstiklal
Caddesinde yürürken aklıma aynı şey geliyor; Şu yarım saat içinde gördüğüm
kadar insanı ben Bodrum’da bir ayda görüyor olabilir miyim? Bence öyle oluyor.
Üstüme üstüme gelen insan sayısı, burada sakinliğe alıştıkça daha fazla hayret
ettiriyor. Ofisim Hollanda Konsolosluğu’nu Tünel’e doğru geçerken ilk köşedeki
binada. Hemen karşımızdaki sokaktan The Marmara Pera otelinin önüne çıktığım
için ve orada taksi bulduğum için aylardır Taksim tarafına geçmeden işimi
halledip Bodrum’a dönüyorum. Bu gidişimde bir elektronik parça almak için
Demirören’in binasına gitmem gerekti. Bu sayede ilk kez o binayı gördüm.
Yetmedi içine girdim. Özetle, bu kadar kötü bir yapı beklemiyordum. Bana
Demirören’i hatırlattı ama. Hani azman ve kaba bir yapı. İçimden duygularımı
yansıtacak gerekli lafları ederek binadan kaçtım. Umarım bir daha yolum oraya
düşmez ve görmem.
Bu gidişimde iş yerimi
Bodrum’a taşıma görüşmelerimi de yaptım. Artık ayda bir iki gün kullandığım bir
ofis için öyle bir binada öyle bir ofise ihtiyacım kalmadı. Üstelik de sokağa
atıyor gibi hissettiğim ciddi bir kira da ödemekteyim. Muhtemelen Bodrum’da bir
ofis oluşturacağım. Hem belki iş yaptığım dostlar da bu sayede arada toplantı
için Bodrum’a gelirler. Onlara da bir iyiliğim dokunmuş olur. Öyle ya, mesela
kışın güneşli bir gününde sabah toplantı yaptıktan sonra deniz kıyısında balık
yemek fena mı olur?
Üç günüm çok yoğun
geçti. Sunum hazırlıkları, sunumlar, toplantılar derken yorulmuşum. İki akşam
yine dostlarla beraber oldum. İlk akşam Bodrum’a yerleşmek için adımını atan,
bunda payım olduğunu da bildiğim için ayrıca sevindiğim, hocalık dönemimden
Mimar Sinan’dan öğrencim olan Ahmet Coka ile Asmalımescit’te Boncuk’ta
buluştuk. O akşam hem sabah erken kalkıp Bodrum’dan gelmiş olmamdan, hem gün
boyu sıkı çalışmış olmamdan, çok yorgundum. Yine de birkaç saat, güzel mezeler
yiyip içtik. Ertesi akşam artık -bu blogu izleyenler yakinen biliyorlar- bizim
çeteyle Cavit’te bir araya geldik. Ağustos ayında Haluk Yalıkavak’a gelmişti,
bir hafta beraberdik. Sonra Eylül ayında Yıldırım, Dildade ve Amirim Selçuk
Bodrum’a gelmişlerdi, birkaç gün de onlarla birlikteydik. Ardından ekim ayında
ben İstanbul’a gittiğimde bir akşam Sabahattin’de buluştuk. Bu sefer de Asmalı
Cavit gecesi yaptık. Kadro daha da genişti, çok iyi oldu.
|
Asmalı Cavit'ten... Soldaki limon ve zeytinyağlı çiğ enginar çok başarılıydı |
|
Boncuk'un mezelerinden. Topik, civezli peynir, balık pastırması ve yine çiğ enginar |
|
Dildade kendi işini kendi görür |
|
Bir yanımda Yıldırım ve Dildade... diğer yanımda Uğurcan, Ayşe ve Haluk |
|
Ayşegül, Selçuk ve Yıldırım... Cavit'te |
|
Dildade ve Uğurcan ile Cavit'te |
Böyle böyle Çarşamba
akşamına geldik. 18:00 uçağı için Yeşilköy’e vardım, bir kahve içtim ki uçağa
almaya başladılar. Yine kafamı koltuğa yaslayınca gözlerim kapanmaya başladı.
55 dakikalık uçuş sonrası Bodrum’daydım. En sevdiğim an olan, uçağın kapısından
çıkar çıkmaz yüze vuran ılık hava ile temas sonrası kanımın temizlenmeye
başladığını hissediyorum. Özlenen birine kavuşmanın heyecanını duyuyorum desem
abartmış olmam, vallahi de durum bunun gibi birşey.
|
Yukarıdaki Bodrum'a giriş fotoğrafından sonra bu da İstanbul'dan çıkış fotoğrafım olsun |
İnince bir an önce arabama
binip Bodrum’a varmayı istiyorum. Öyle de yaptım. İstanbul o gün soğumaya
başlamıştı, ama Bodrum’a ineceğim için buraya uygun giyinmiştim. Arabayı eve
bırakıp, deniz havası alaraktan sahil boyu yürüyüp Mahmut Kaptan’a vardım. O
ilk yudum rakı ve zeytinyağına bandığım ocakta kızartılmış ekmek, olmak
istediğim yerde olduğumu bir daha hatırlattı. Bodrumlu hayat başka. Çok başka...
|
İstanbul dönüşü Bodrum'a varır varmaz Mahmut Kaptan'da ilk kadeh ve ahtapot salatası |
|
Süslü Celal o akşam Mahmut Kaptan'ın yanında bize akordeon çalıp söyledi |
Çok kötü aklımı çeliyorsunuz!
YanıtlaSilallahim sana geliyorum...neyse az kaldi az..
YanıtlaSilMerhaba Serdar bey,
YanıtlaSilÖncelikle blogunuz benim açımdan çok faydalı ve heveslendirici olduğunu bilmenizi isterim.
Verdiğiniz emek, yazdıklarınız, çektiğiniz fotoğraflar beni her seferinde ege'de yaşam için tabir-i caizse güdülüyor. Ege'den kastım Datça aslında. Ben de sizin gibi cesaretimi toplar toplamaz Datça'da soluğu alırım inşallah.
Yalnız anlam veremediğim bir husustan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Twitterda sizi takip etmek istediğimde (nick'im alavara )bilmediğim bir nedenden ötürü sizin tarafınızdan bloklandığımı gördüm. Daha önce bir temasımız olduğunu zannetmiyorum. En azından sebebini öğrenirsem sevinirim.
Yazılarınız için tekrar tebrik ve teşekkürlerimle,
Serhat
Merhaba,
SilÖncelikle en kısa zamanda cesaretinizi toplayıp Datça'ya yerleşip, huzurlu bir hayata geçmenizi dilerim.
Twitter meselesine ben de anlam veremedim çünkü bu güne kadar sadece hakaret eden iki kişiyi blokladım. Yani sizi bloklamış değilim. Twitter'ın azizliğine uğramışım. Sizden ricam bir daha dener misiniz lütfen?
Serdar bey,
YanıtlaSilTekrar merhaba...
Her denememde maalesef aynı hatayı alıyorum.
"You have been blocked from following this account at the request of the user."
Saygılar
Gerçekten bir anlam veremiyorum, sebebini de bilmiyorum. Bunun bir çaresi var mı diye bakacağım. Eğer siz biliyorsanız yazar mısınız?
Sil