Tam
bir ay sonra tekrar iş için Antalya’ya gitmem gerekti. Geçen ay gittiğim
holding ile ikinci buluşmayı yapmamız lazımdı. İstanbul’da da bir araya
gelebilirdik ama ben tabii Antalya’yı tercih ettim. Holdingin merkezi
Antalya’da, İstanbul’da da bir ofisleri var ve çok sık gidip geliyorlar. Fakat
dediğim gibi benim açımdanAntalya’ya gitmek İstanbul’a gitmekten çok daha iyi.
Bir kere Bodrum Antalya arasında araba kullanmak çok zevkli. Hele bu mevsimde,
yollar boşken ve doğa her an yeni bir manzara yaratırken. Bu coğrafya gerçekten
çok farklı. Her virajı döndüğünüzde karşınıza yeni bir manzara çıkıyor ve bir
önceki manzaraya duyduğunuz hayranlığa eklenerek doğaya saygınız katmerleniyor.
Bodrum-Antalya arasını en az yirmi kere çok kısa molalar vererek katediyorum.
Elimde değil, kimbilir kaç kere gördüğüm aynı noktadan yine aynı manzaraya
bakmak terapi gibi geliyor. Her mevsimde farklı ışık farklı bir doğa olayı
oluyor. Bazen aynı noktadan yıllar içinde çektiğim karelere ardı ardına
bakıyorum. Güzellik karşısında doğaya bir daha saygı duyuyorum, yapacak başka
şey yok.
|
Yine yolculuk için arabaya çantaları yerleştirdim |
Bodrum’da
yaşamaya başlayınca, beni daha önceden tanımayanlar bir yerlerden para geliri
olan rantiye sandılar. Hani kira geliri veya borsada parasını birilerinin
yönettiği kişilerden olduğumu düşündüler. Bunu samimiyetle soranlar da oldu. Akşamları
geziyorsun, yiyip içiyorsun. Ayda bir Ege’nin bir tarafındasın. Ne zaman
çalışıyorsun? Nasıl para yetiştiriyorsun diye düşünenler var biliyorum. Bir
kere baştan şunu söyliyeyim, hayatta hiç hazır param olmadı. Hiç miras kalmadı.
Hiç kira gelirim olmadı. Bilakis, kendi mülküm olan evim de ofisim de yok. Yani
kira gelirim olmadığı gibi kira giderim var. Peki nasıl oluyor derseniz birkaç
şey söyliyebilirim. Hiç borca girmedim. Asla kredi kullanmadım. O parayı denkleştireceğim
diye deli gibi çalışmadım. Tembel değilim ama çok çalışkan olduğum söylenemez. Hele
hayatı iş olanlardan hiç değilim. Sadece işimi iyi biliyorum ve zamanlama
konusunda iyiyim. Neyi ne kadar çalışırsam ne zamana bitirebilirim bunu
biliyorum. Az şey değil. O zaman da hayat planını daha kolay yapabiliyorsun.
İnsan genetik mirasından kaynaklanan sağlık sorunu varsa ona çare bulamıyor.
Onun dışında birçok şey bizlerin elinde. Ve tabii çok önemli bir neden de şu
ki; ben sıkı bir egoistim. Bayağı bencilim. O yüzden çocuk sahibi olmadım.
Sıkıntıya gelemedim. Bir çocuk yetiştirmenin ne demek olduğunu yakın arkadaş
çevremden, akranlarımdan gördüm. Çok basit gelebilir ama, çocuk bezine verilen
parayı bir toplarsanız ne demek istediğimi daha kolay anlaşılır. Bunun üstüne ilkokul
çağından üniversite bitimine kadar olan eğitim masrafını ekleyin. Hele özel
okullardaysa. İşte akranlarımın çocukları için harcadığı parayla ben hayatımı
yaşadım. Bir özel üniversitenin ortalama yıllık bedelini düşünün. Bir de haftada
üç gece dışarıda yiyip içtiğinizde ödediğiniz parayı. Hesap çok karışık değil
yani.
|
Son iki seyahatimi anlattığım yazılara tam buradan geçerken çektiğim karelerle başlıyorum. Burası Bodrum havalimanını Milas yönünde geçtikten hemen sonrası |
|
Geçen yazımda sola sapmıştım, şimdi doğru devam ettim. Sola sapınca istikamet İzmir, İstanbul. Karşıya devam edince de Ege'nin güzellikleri ve Akdeniz var |
|
Yeni yapılan Milas Yatağan yolu ve bitmekte olan genişletilmiş rampalar |
|
Bu yol bu kadar geniş değildi ve iki yanı ağaçlı çok güzel bir yoldu. Şimdi duble yol oluyor ve sağ taraftaki ağaçlar kesildi |
|
Son iki haftadaki aşırı yağışlardan sonra Muğla |
Bodrum’a
yerleştiğimde ev kiram ve mutfak, çarşı pazar masrafım hemen hemen yarıya indi.
Şimdi ofisimi de Bodrum’a taşıdım. Şu kadarını söyliyeyim, ofis giderim %65-70
azaldı. Yani Bodrum’da yaşayarak masraflarım artmadı, tersine azaldı. Temiz
hava, muhteşem doğa, taze yiyecek falan da yanınıza kar kalıyor. Bunları kim
olursanız olun İstanbul’da satın alamazsınız. Biz burada İstanbul’un en
zenginlerinden daha zenginiz. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Buraya
yerleşmek bir plan dahilinde oldu. Sıra iş yerimi taşımaya gelince onu da
yaptım. Bundan önceki iki yazıda bu süreci anlatmıştım. Şimdi hal böyle olunca,
işleri daha azaltıp masrafları da kısınca bana daha çok zaman kalır oldu. Bu
geçiş sürecinde çok çalışmam gerekti. Son iki ay hiç bir hafta sonu ayağımı
uzatıp oturamadım. Mutlaka bir iş çıkarmam gerekti. Ama artık tekrar makul
yoğunluğa döndüm ve buradaki ofis çalışmaya başlayınca belirgin bir rahatlama
da oldu.
İşte
bu felsefe ile çalışınca ve hayata bu gözle bakınca iş için Antalya’ya gitmek
bir nimet oluyor. Bodrum Antalya arasını geçen ay gidip gelmiş, dönüşte bir
gece için Fethiye’de kalmıştım. Bunu da geçen ayki yazılarıda anlatmıştım. Bu
sefer de gidiş rotası aynıydı ama dönüşü bir gün uzatıp Fethiye’den sonra
Datça’yı ekledim. Bunun iki nedeni vardı; biri dostum Fevzi’nin mezelerini ekim
ayından beri ihmal ettiğimi fark ettim. İkincisi de badem ağaçlarının bahar
açtığı şu günlerde Datça’nın olağanüstü halini görmek istememdi. Geçen yıl on
onbeş gün kadar geç kalmıştım ve sonuna yetişmiştim. Bu kez tam zamanında
Datça’da olmayı hedefe koymuştum. Antalya’daki toplantının tarihi de uyunca bu
fırsatı kaçırmak istemedim.
|
Muhteşem Gökova. Yağışlı havada bile ayrı güzelliği var. Bulutlar... |
|
Gökova da son onbeş günde çok yağış almış |
|
Malum, okaliptüslü Marmaris yolu ve sola giden Köyceğiz yolu |
|
Köyceğiz'e doğru bulutlar yere inmişti |
|
İşte Köyceğiz. Zamanın durduğu, huzurun somut olarak elle tutulur olduğu yer |
Toplantı
cumartesi günü olacağından ben cuma öğlen saatlerinde Bodrum’daki evden çıktım.
Bodrum Antalya arası 435 km civarı bir mesafe. Rotayı Bodrum – Milas – Yatağan
– Akyaka – Köyceğiz – Fethiye – Elmalı – Korkuteli – Antalya olarak saptadım. Bir önceki gidişimden de
biliyordum ki bu yolu 4 saat 50 dakikada almıştım. Ancak bu sefer neredeyse yol
boyu yağan yağmur ve Elmalı taraflarındaki geleneksel sis hızımı kesti. Tam da mesai
dağılımına denk geldiğim için Antalya içinde de epey trafikte takıldım. Antalya
trafiğinde bir İstanbul havası sezdim. Sonuçta Antalya’ya girişim bir öncekine
göre sadece dokuz dakika geç olsa da otele varışımı dikkate alırsak arada
kırkbeş dakika fark oldu. Beni misafir eden, kimlik hazırladığım şirket geçen
sefer kaldığım otelde yer ayırtmışlardı ki bu otelin konumunu çok sevdimdi. Hem
büyük otel değil hem doyulmaz bir manzarası var. Antalya’yı bilenler için
yazıyorum, Dedeman otelini geçtikten sonra sahile iniyorsunuz, o yoldan bir iki
kilometre sonra tekrar sahile inen yollardan birinde. Yani önünden dar bir yol
geçiyor ve sonra hemen deniz var. Tabii denize sıfır değil çünkü falezlerde.
Antalya gerçekten de çok etkileyici bir şehir. Ama coğrafya olarak. Yoksa insan
yapısı binalar, şehir planı falan yerlerde sürünüyor. Ben gelmeden bir gün önce
klişe deyimle “kent sele teslim olmuş”. Can kaybının olduğu bir felaketten söz
ediyorum. Yani alt yapı bitik. Üst yapı deseniz zaten muhataralı. Bazı şeyleri
hiç anlayamıyorum. Şehir deniz kıyısında, kilometrelerce sahili var ama
neredeyse denizi görmeniz imkansız. Koca apartmanlar hem manzarayı kesiyor hem
denizden gelen esintinin şehri girmesini engelliyor. Zaten boğucu ve rutubetli
sıcağı meşhur olan Antalya bu yanlış yapılaşma ile nefes alamıyor. Üstüne
üstlük geniş caddelerin asfaltı da sıcağı yansıttığı için yazın kent merkezinde
yaşamak zorlaşıyor. Iki yıl önce yine bir iş için Antalya üzerinden Moskova’ya
gideceğim diye yaz ortasında gelmiştim. O akşam otelin döner kapısından
çıkmamla aynı kapıdan dönerek içeri kaçmam bir olduydu. Gün battıktan sonra
bile boğucu bir sıcak vardı ve dayanılmazdı. Bodrum da sıcaktır ama böyle bir
rutubet yok. Hele Yalıkavak gibi kuzeye bakan yerlerde bir kaç gün hariç klima
açmadan yaz geçiyor.
|
Yol boyu yağış vardı ve yol boyu bulutlar gökyüzünde harika oyunlar yaptı |
|
Elmalı bölgesi. Toroslar |
|
Bu arabayı Bodrum'a taşınınca almıştım ve hiç kar ile tanışmamıştı |
|
Yatağan termik santrali faaliyette, zehir kusarken. Şimdi birileri ama filtre var diyecek. Kullandığımız arabaların da egzoslarından çıkan gaz eskisi kadar kirli değil ama bu temiz olduğu anlamına gelmiyor. Zehir yine zehir, değişmiyor, miktarı azalıyor. |
Neyse,
toplantı ertesi gün olduğundan o akşam farklı bir yerde balık yiyeyim dedim.
Hep söylüyorum ama kendi lafıma kendim karşı geliyorum; Fethiye’den güneyde
balık yenmemeli kardeşim. Bilmiyorlar üstelik iyi balık da çıkmıyor. Gelgelelim
ben kebap ve et de pek yemediğim için yine balık yemeye karar verdim. Geçen
sefer 7Mehmet’e gitmiştim. Bu sefer çoğunluğun önerisi olan Lara Balık’a
gitmeye karar verdim. İşte geçen yıllarda Moskova için Antalya’ya geldiğimde
Lara Balık’ta yediğimi sanıyordum ama orası Lara Balık değilmiş. Adının sonunda
Manzara olan bir mekanmış. Çünkü önünden geçerken tanıdım. Resepsiyona Lara Balık’ı
sordum. Yürüme mesafesi değil dediler. Kaldığım otel Lara Caddesi’nde olunca,
gideceğim mekan da Lara Balık olunca ne kadar uzak olabilir ki deyip yürümeye
başladım. Aslında altı saat kadar araba kullanınca ayaklarımın açılması için
yürümek iyi fikirdi. Yalnız Antalya’nın ölçeği bizim ölçülerimizle aynı
değilmiş. Lara Caddesi dedikleri zaten Antalya’nın yarısı. Sonuçta 6-6,5 km
kadar yürüyerek mekana geldim. Ki ne göreyim? Birbirine kapılarla geçilen, her
biri bizim Bodrum’daki balıkçılardan daha büyük dört bölüm var. Yani Lara
Balıkçısı dediğin yer kabaca Bodrum’daki büyük bir balıkçının en az beş-altı
katı. Ve Galatasaray’ın maçı var diye her salona dev ekran koymuşlar. Hayatta
en tahammül edemediğim şey televizyonda maç yayını. Ben seyretmiyorum ama sesi
çok rahatsız ediyor. Böyle olunca o kadar yolu yürümemiş olsam geri kaçardım
ama bir kere içeri girdim. Teşrifatçı kadın ilgi gösterdi. Beni şöyle TV
manzaralı bir yere oturtacaktı ki derhal televizyonun olmadığı bir bölüm
istedim. Yokmuş. Sonunda veletler oynasın, ana babalarını rahatsız etmesinleri
diye yaptıkları bölümün çıkışında, koridor gibi bir bölümde bir masa buldum.
Kadın ısrarla emin misiniz diye sordu. Yani öyle kötü bir masa ki. Lara
Balık’ta daha kötü bir masa olamaz. Ne manzara görüyor ne salonlarla ilişkisi
var. Muhtemelen şoförlerin oturup patronlarını beklediği masalardan birine çöktüm.
Çünkü televizyonlara en uzak masa orasıydı. Önden soğuk mezelerimi seçtim. Ara
sıcak olarak jumbo karides istedim. Sonra balık için seçeneklere baktım ki hiç
bir şey yok. Levrek, çipura… Bir kaç tane küçük ebatta mercan. Tekir ve
sarıkanat. Dil balığı diye vitrine koyduklarını Bodrum’da herhangi bir balıkçı
koysa dayak yer. Avucum kadar dil balığı olur mu? Bari sarıkanat ızgara yiyeyim
dedim. Tamam sarıkanat yemiyoruz ama başka seçenek kalmadı. Oturup mezelerle
ilk kadehimi yudumlarken benim masama bakan kadın garson balığı attırayım mı
diye sormaya başladı. Işte buna tepem atıyor. Yahu oraya oturmuşum. Daha ilk
kadehi bitirmemişim. Ara sıcağa geçmemişim. Balık balık diye taciz edilmez ki.
Bu nasıl bir işletmeciliktir? Ne sanıyorlar, herhalde mezelerle doyup balığı
iptal ettireceğimi. Üçüncü kadehte balığı atabilirsiniz dedim de kadın
rahatladı. Böyle restoranlardan hiç hoşlanmıyorum. Lara Balık da bu anlamda
berbat bir yer. Mezelere gelince; kelimenin tam anlamıyla vasattı. Kötü denmez
ama asla iyi de denmez. Ben kulaklı mikrofonlu garsonların hızlı hızlı
koşturduğu mekanlardan kaçtıkça beni buluyorlar. O kulaklı garsonlara da ayrıca
sinir oluyorum. Kendimi Nasa yemekhanesinde hissediyorum. Bu arada Antalya’nın
pahalı mekanları boyları iki metre, bacak boyları da 120 cm’I aşan sarışın kadınlar
ve tepeden tırnağa onların bacak boylarıyla aynı boyda olan, kaşları tek kaş
halini almış, esmer, kravatsız beyaz gömlekli ve siyah ceketli abilerle dolmuş.
Sarışın kadınlar ve bu abiler önden yürürken iki adım arkadan iki yamuk yumuk
adam onları izliyor. Böyle iki korumayla gezen, kıymeti kendinden menkul
abileri de görünce yanlış mekanda olduğuma iyice kanaat getirip, hayli yüksek
bir hesabı ödeyip işi uzatmadan kalktım. Yol yorgunluğuyla otele dönüp iyi bir
uyku çektim.
|
En iyi meze kapariydi diyeyim siz anlayın |
|
İkidir Antalya'da kaldığım Lara'daki Boutique Hotel |
|
Kaldığım odanın harika manzarası |
|
Otel böyle bir bina. Yani büyük otellerden değil. |
Ertesi
gün güzel bir kahvaltıyla güne başladım ama onu ve Fethiye bölümünü bir sonraki
yazıda anlatacağım. Sonra da sırada Datça bölümü var. Yani bu gezi üç dört
yazıyla ancak bitecek gibi. Çünkü eleye eleye fotoğraf sayısını 140’a indirdim
ki bunları bir yazıya koyarsam çok yüklü olacağından kimse bu sayfayı açamaz.
Zaten Datça bölümünü ikiye ayırmak lazım. Biri baharlar ve doğa, diğeri
Fevzi’de yediklerimiz.
Şimdilik
burada bitireyim. Antalya’nın ikinci günü ve Fethiye’yi anlatacağım bölüm daha
kısa olacak çünkü bir ay önce zaten anlatmıştım. Bu sefer biraz fotoğraf albümü
gibi olacak.
Hocam Antalya ve balık ilişkisi için yazdıklarınıza katılmamak mümkün değil.Diğer paylaşımlarınızıda sabırsızlıkla bekliyoruz
YanıtlaSilHocam sizden bir Ricam olacak...
YanıtlaSilOcak 2011 Bloga yazdiginiz yazi 11... Ocak 2012 yazdiginiz yazi sayisi 8..
Ocak 2013 Bloga yazdiginiz yazi 6
Subat 2011 13 yazi...Subat 2012 7 yazi..Subat 2013 (ay bitmedi daha ama) 3 Yazi
Hocam bilmem anlatabildimmi :-) yani ben ve benim gibi bircokkisi yazilarinizi Muntazam olarak takip ediyor...
Tabiki Ofis tasima Is Hayati vs. öncelikli ama bizide fazla bekletmezseniz seviniriz....
Benimkisi sadece Dostca bir Sitem....
Selamlar
Deniz
Serdar bey bence siz mezeyi de balığıda bildiğiniz yerlerde yiyin, diğerleri hep hüsran oluyor.Antalyalı olup Trakya da yaşayan biri olarak rutubet olayını gayet iyi bilirim. Sigara kullandığım yıllarda masanın üstündeki paketin 20 dakika da ıslandığını gördüm, çarşıda alışverişte iken kolarım patır patır su topladı,İstanbuldan bir bayan arkadaş ile tatile gittik, bayan arkadaş hotel odasından sizin gibi adımını dışarı atmadı, bir daha da tövbe dedi, ben de bir daha Antalyaya kışın gittim.
YanıtlaSilYazın gidersem eğer Aksekiden Antalya'ya inmedim. Gerek akrabalar gerekse üniversite arkadaşlarım emekliliğinde gel diyorlar, ama ben nemden düşünemiyorum bile. Arabanızın karla tanışmasıda hayırlı uğurlu olsun umarım birbirlerinden memnun kalmışlardır:)
Saygılar,
merhabalar..bloğunuzu yeni keşfettim..çok güzel paylaşmışsınız hayatınızı..tebrik ediyorum..
YanıtlaSilMerhaba Serdar Bey,
YanıtlaSilYazılarınızı bir süredir takip ediyorum, ben ve benim gibi diğer takipçilerinizin ortak özelliği Bodrum sevgisi ve özlemi olsa gerek. Son 2-3 yıldır hep bir Bodrum'a yerleşme fikrim var, bunu her sene erteliyorum, şu da bitsin, bu da olsun, falan derken sebepler bitmiyor, bu nedenle bahar veya yaz başı bu isteğimi gerçekleştirmek istiyorum. En önemlisi ev sorunum olmayacak, ailem geçen yaz sizin en sevdiğiniz, Bodrum'un en güzide yeri olan Gümbet'ten :) ev aldılar, ama olsun ben yine de bu evi çok seviyorum. Sıra iş bulmakta, en zoru da bu sanırım:) Ama iş bulamasamda yinede geleceğim. Bodrum'a selamlar sevgiler...
Serdar Bey merhaba,uzun zamandır blogunuzun takipçisiyim. Bodrum'daki iş hayatıyla ilgili size bir kaç sorum olacak. Meramımı anlatıp, fikirlerinizi alabileceğim bir e-posta adresi alabilirmiyim ya da benimle pinar.ceyhun@hotmail.com adresinden temasa geçebilirseniz çok sevinirim.Teşekkürler.Sevgiler.
YanıtlaSil