Geçen yazıda, bir haftalık İstanbul seyahatimin ilk
bölümünü yazmıştım. Bilmeyenler için söyliyeyim, dört yıl önce evimi taşıdığım
Bodrum’a artık işimi de taşımaya karar vermiştim. Geçen haftaki İstanbul
seyahatimin amacı İstanbul’daki ofisimi boşaltıp Bodrum’a taşımaktı. Bilgisayar
türü ekipmanı kamyon ile göndermemek için de arabayla gitmiş, cihazları
yükleyip Bodrum’a dönmüştüm. O gün bu gündür Bodrum’daki ofisin bitmesi için
uğraşıyorum. Malum burası Bodrum, kimse aceleyle iş yapmaz. Ben de bunu bildiğimden
yılbaşından önce ofisi bulmuş, henüz inşaatı tam bitmemiş ofisi kiralarken
Şubat ayının başında taşınacağımı söylemiştim. Söylemiştim ama ne fayda. Bugün
ayın yedisi oldu ve sabahleyin kamyondan malzeme boşaltılırken seramik ustası
hala taşları döşüyordu. Anlayacağınız ofise taşındım ama yerleşemedim. Birkaç
gün daha sürecek gibi.
Neyse, işin Bodrum kısmını ileride daha detaylı
anlatırım. Şimdi kaldığım yerden İstanbul kısmını anlatmayı sürdüreyim.
|
"Amirim" Selçuk, Uğurcan |
|
Yurdaer Hoca, Oğuz |
|
Ayşegül ve Rezzan. Rezzan hala elindeki Ericksonn telefonu kullanıyor. Fabrika sadece onun için yedek parça üretiyor belki de... |
İstanbul’da kaldığım altı gecenin beşinde dışarıda yemekteydim.
Aralıklarla ve sınırlı gün için gelince gece programlarım biraz sıkışıyor. Ama
artık alıştım. Daha İstanbul’a gelmeden bir hafta önce hangi akşam nerede
kimlerle birlikte olacağımı organize ediyorum. Bu da işin zevkli yanı. İşte
aynı bu şekilde önceden ayarlanmış bir yemek için 30 Ocak çarşamba akşamı
ekiple Şehir Meyhanesi’nde buluştuk. Ekip dediğim benim 30 yılı aşkın süredir dostum
olan arkadaşlarım. Üniversiteden sınıf veya devre arkadaşlarım. Mezuniyetten
sonra bir ara dördümüz –yani ben, Yıldırım, Haluk ve Uğurcan- aynı ajansta,
Yorum Ajans’ta çalışmıştık. Sonra aramıza fotoğrafçı kadrosundan Serdar Tanyeli
gelmişti. Zaman içinde teker teker ayrı ajanslara veya kendi işlerimizi kurmak
için dağılırken mesela Melis kadroya eklenmişti. Ben Melis ile hiç birlikte
çalışmadım ama yirmi küsur yıldır Haluk ile evliliğinden ve öncesinden beri
dostluğumuz sürüyor. Derken yıllar içinde başka arkadaşlarımız katıldılar. Ben
İstanbul’da yaşarken her cuma çekirdek kadro değişmemek üzere buluştuk. Öyle birkaç
yıl falan değil, yirmi yıldan söz ediyorum. Bazen masada dört beş kişi olurduk
bazen on onbeş kişi. Tabii evliliklerle kadromuz arttı. Bazen boşandık, azaldık
ama hukuki ve medeni birliktelik bittiyse de dostluklarımız bitmedi. İşte
çarşamba akşamı uzun zaman sonra geniş kadro bir araya gelebildiğimiz için çok
ama çok mutlu oldum. Aramızda Yurdaer Hocamız da vardı ki benim onunla
dostluğum başkadır. Daha önce de yazmıştım, önce benim akademi yıllarımda
hocamdı. Grafik tasarımı bana sevdiren en önemli insandır. Mezun olduktan sonra
hiç kopmadık, arada sırada buluşup rakılar içtik. Derken ben kendi ofisimi
kurdum ve hocayla daha sık bir araya gelir olduk. Beş altı yıl boyunca hemen
hemen her hafta buluşup önce meyhaneye, oradan bir bara, oradan başka bir bara uğrayıp
geceyi devam ettirerek İstanbul’u turlardık. Benim evlenmemi istemedi, her
tehlike hissettiği ilişkimde kışt kışt dedi. Ama her erkek gibi ben de o işi
yaptım. Bu sefer de hocayı şahidim yaptım. Hem ben hem karım Derya onun
öğrencisiydik zaten. Derken hoca Mimar Sinan’ın grafik bölüm başkanı olduğunda
beni, Haluk ve Uğurcan’ı mezun olduğunuz okula borcunuzu ödeyin bakalım deyip
göreve çağırdı. Kaçmak ne mümkün. Tıpış tıpış gittik. Dolayısıyla hocayla bu
sefer mezun olduğum eğitim kurumunda beraber hocalık yaptım. Sonra hoca emekli
oldu, o kapıdan çıkarken ben bacadan kaçtım. Işte böyle geçmişi olan bir
dostluktan söz ediyorum.
|
Melis, Serdar |
|
Yıldırım, Haluk, Ayşe |
Dediğim gibi Yıldırım, Haluk ve Uğurcan ile üniversitede
başlayan ve süregiden dostluğumuz var. Kaç kere tatile beraber çıktık, kaç kere
yurt dışında birlikte gezdik, kaç gece masa başında sohbet edip yiyip içtik
saymak mümkün değil. Uzatmıyayım. Bu ekiple Beyoğlu’ndaki Şehir Meyhanesi’ne
gittik. Soğuk bir İstanbul akşamıydı, meyhanenin üst katında şömine başındaki
büyük masaya kurulduk. Bir anlamda İstanbul’a biraz daha veda ettiğim bu seyahatimin
anlamlı bir gecesi oldu. Meyhane nasıl mıydı? Ne fark eder? Biz yedik içtik,
sohbet ettik, güldük. Bir daha gider miyim? Duymasınlar ama gitmem herhalde.
Asmalı Cavit’in yerini tutmadı. Belki de tuğla duvarlı mekanlardan sıkıldım. Bana
Beyoğlu’nda her yer artık aynı gelmeye başladı. O yüzden Beyoğlu’nda olmasına
rağmen Cavit’i ayrı tutuyorum ve bundan sonra Karaköy Lokantası, Balıkçı
Sabahattin, Giritli ve mesela Kuruçeşme’de Marina’ya gitmeyi tercih edeceğim
herhalde. Maceraya girmeye gerek yok, bu saydıklarım benim için İstanbul’un
Avrupa yakasının en iyi yerleri. Bu ayarda yeni bir yer açılırsa deneriz
bakarız elbet.
Ertesi gün toplantı falan yoktu ve tüm günü ofisi
toparlamakla geçirdim. Akşam ise bu sefer epey uzak bir noktaya, Florya’ya
gittim. Florya’da dayım, yengem ve kuzenlerim yaşarlar. Onlarla da çocukluğumuz
aynı apartmanda ve aynı yazlıkta geçti. Ilkokul çağının sonunda farklı yerlere
taşınıldı ama tabii bu kadar köklü, taa çocukluktan gelen bağ kopmadı, sürüp
gidiyor. Belki senede iki üç kez bir araya gelebiliyorduk. Çünkü kuzenlerim
Ataköy ve sonrasında Florya taraflarındayken ben Fenerbahçe ve sonra Bebek
taraflarındaydım. Eh iş ve uğraşlar da farklı olunca İstanbul denen cangılda o
mesafeler kolay aşılır mesafeler olmaktan çıkıyor. Hele sonra araya semt değil
şehirler ve yüzlerce kilometre girince görüşme sıklığı azaldı. Ama bilirsiniz
işte, çocukluk birlikte geçtiyse, neredeyse kişilikler beraberken oturmaya
başladıysa yıllar geçince sevgi azalmıyor. Bir yerde buluşuyorsun ve oradan
devam ediyorsun. Bazen Bodrum’da bir araya geliyoruz bazen de işte böyle
istanbul’da. Perşembe akşamı da Florya’da Kaşıbeyaz’ın balık bölümündeydik. İlk
kez gittim. Ben böyle büyük balıkçılara, kebapçılara sanayi tipi mekanlar
diyorum. Ama en şaşırdığım şey de lezzetlerinin gayet yerinde olması.
Kaşıbeyaz’da balığın kralı şahane lüfer yedim. Mesela Beyti’ye gidince hiç kötü
bir şey yer misiniz? Mümkün mü? Benim tercihimin küçük, on onbeş masalı
mekanlar olması başka bir konu, lezzet başka. Şimdi hemen buraya bir Bodrum
durumu saplıyayım. Bodrum’da hem mekanlar küçük ve sevimli hem lezzetler çok
iyi. E olacak o kadar. Burası Bodrum… Burada Bodrum’lu Hayat yaşanıyor diyelim
ve fazla laf yemeden konuyu geçelim. O akşam neşeli, kahkahalı, anılarla dolu
güzel bir gece geçirdik.
|
Kaşıbeyaz'da gayet lezziz girizgah |
|
Tartışmasız biçimde balıkların kralı lüfer |
|
Ailemizin son üyesi Alisa annesi Gülşah'ın elinden kurtulup masaya doğru sarkma niyetinde |
|
Yengem Nursel ve kuzen Nilgün. Solumda oturan Osman ve Cem'in fotoğraflarını çekmeyi unutmuşum |
Cuma günü danışmanlığını yaptığım kurumdaki ekiple
holdingde buluştuk ve Beylerbeyi’ne balık yemeğe indik. Bu blogda işlerden söz
etmiyorum o yüzden kurum ismi yazmıyorum. Ama o kurumlardaki nitelikli
dostlarım benim hayatımın önemli insanları olduklarından onlardan söz ediyorum
tabii ki. Geçen hafta salı gecesi Cavit’te beraber yiyip içtiğimiz Okyar ile bu
sefer mesai arkadaşları eşliğinde, pırıl pırıl güneşli ama serin bir cuma günü
bogaz kıyısında güzel bir yemek yedik. Ben öğlenleri asla rakı içmem. Başka
deyişle güneş mızrak boyuna inmeden içmem. En fazla içtiğim bir kadeh şarap
olabilir ki o da yılda bir kereyi geçmez. Yazın da birkaç şişe bira içmişliğim
vardır. Hani sıcakta, patates yanında buz gibi biradan söz ediyorum. Bilenler
bilir ikinci birayı içersem beni çarpar, uyku bastırır. O yüzden ben rakı
sofrasını severim, hem mezelerini, hem rakıyı, hem sohbeti hem de ritüeli bana
uyar. Bira gazoz gibi geliyor, hamallık addediyorum. Beyaz şarabı zaten içki
sınıfına sokmuyorum ve ağzıma sürmüyorum. Kırmızı şarabı çok seviyorum ve
dediğim gibi onu da akşam içebiliyorum. Yani Beylerbeyi’nde sahilde balık
yerken epey tereddüt ettiğimi itiraf edeyim. Ama daha yapacak işlerim vardı bir
kadeh ile de masadan kalktığımı hiç hatırlamadığımdan su ile yetindim. Buradan
yazıyorum; boğaz kıyısında bir rakı balık akşamı yapmak farz oldu.
|
Beylerbeyi'nde masamın manzarası |
O günün kalan bölümünde artık ofisteki son
toparlamaları yapıp, kolileri kapatıp kendimizi Asmalımescit’teki Şimdi’ye
attık. Bu da yıllardır ofisi paylaştığım Selin ve birlikte çok iş yaptığım
Murat ile bir manada ofise veda içkisi niteliğindeydi. Bu arada Selin ve Murat
ile de geçmişten gelen hoca-öğrenci ilişkimiz de olmuştu. Yıllar ne çabuk
geçiyor diyeceğim hiç ilginç bir laf olmayacak. Yıllar gibi o akşam içkiler de
çabuk geçti. Güya bir akşamüstü içkisi için buluştuk, tabii beceremedik ve
akşam yemeğine bağladık. Ama atıştırdığımız için pek yiyecek hal kalmadığından
(tabii içmeye hal hep kaldığından) o akşam Asmalı Cavit’te arkadaşlarıyla olan Ahmet
Coka ve Hülya’nın masalarına biraz takılalım dedik. Ve olaylar gelişti…
|
Selin ve Murat ile Şimdi'de |
Ertesi
sabah saat 5:30’da uyanıp 07:00 feribotuna bineceğimden fazla geçe kalmadan
otele döndüm. Feribotta koltuğa kafamı yasladım ve içim geçmiş. Bandırma’ya
yarım saat kala uyandım. Bir haftanın taşınma işlerinin verdiği bedensel
yorgunluğun yanında geceleri geç saatlere kadar süren yemeklerin etkisi feribot
Bandırma’ya yanaşınca geçti. Önümde Bodrum’a kadar bir yol ve yeni hayatımın
yeni bir evresi vardı.
|
Böyle bir trafiği bıraktım... |
|
Böyle bir trafiğe doğru aktım |
|
Bodrum'a kadar bana eşlik eden müzikler |
|
Öğle yemeğini Akhisar'da Keskinoğlu'nun restoranı Tavvuk'ta yedim. Bu rotada sadece köfteci vardır ve köfteden bıkanlar için gayet iyi bir seçenek. Herşey lezzetli geldi. |
|
İşte en sevdiğim tabelalardan biri. İzmir otobanından Bodrum çıkışı |
|
Bu da Bodrum'a doğru Söke'den geçerken |
|
Bafa gölü kıyısı |
Artık işim de Bodrum’a geliyordu. İstanbul’dan biraz
daha uzaklaşıyor, Bodrum’a biraz daha yaklaşıyordum. Bu üniversite çağımdan
beri istediğim bir şeydi. İkibindokuz yılında en önemli adımımı atmış, evimi
Bodrum’a taşımıştım. İkibinonüç yılında da işimi taşıyordum. Istanbul artık
daha az gideceğim, doğup büyüdüğüm ama son dönemde beni mutlu etmeyen şehir
olarak biraz daha ardımda kalıyordu. Işlerini yaptığım kurumlar İstanbul’da
olduğundan tabii yine gidip geleceğim. Dostlarım, arkadaşlarım, akrabalarım
İstanbul’da. Her ne kadar annem ve kız kardeşim bu yıl Bodrum’a taşındılarsa da
köklerim tabii İstanbul’da. Bunun tuhaf bir etkisi oluyor. Ancak her gidiş gelişimde
biraz daha uzaklaştığımı hissediyorum. Nedeni bir tane değil, birden fazla.
İstanbul’da artık İstanbul’da doğup büyüyenlerin azınlıkta kalmasını
sayabilirim mesela. Çocukluğumun ve gençliğimin İstanbul’u ile hiç ilgisi
kalmayan, adeta bir ortadoğu şehri görüyorum karşımda. Her geçen gün Dubai olma
yönünde gelişen bir şehirden söz ediyorum. Koruması gereken mimarisine,
yapısına, adetlerine neredeyse kin duyan bir kitlenin hoyratça örselediği bir
şehir olan bugünkü İstanbul’un benim sevdiğim şehir ile ilgisi gitgide
azalıyor. Hayatında bogaz kıyısına inmemiş insanlarla kendimi hemşehri olarak
göremiyorum. Babalarımızdan Beyoğlu’na kravatsız çıkılmadığı zamanları
dinleyerek büyüdük. Şimdi öyle bir şeyi bekliyor değiliz tabii ki, demem o
değil. Ama hiç olmazsa İstanbul’u, kültürünü, doğasını seven, ona saygı
gösterip koruyan insanlar olsaydı. Gele gele Taksim’e eski kışlanın kopyasını
yapan bir zihniyete geldik. İstanbul’da doğmayan, büyümeyenlerin yönettiği
İstanbul bu kadar oluyor işte.
|
Bodrum'a on kilometre kala yol kenarında durup iyot kokusunu içime çektim |
Bu iki yazıyla İstanbul ile aramdaki resmi anlamda
kalan bağlarımdan birini daha kopardığımı anlattım. Önce ikametgahımı aldım İstanbul’dan.
Sonra geçen hafta vergi numaramı aldım. Şimdi sıra son resmi numara olan 34
plakalı aracımı 48 plakalı bir araç ile değiştirmek. 48 yaşında ayrıldığım
İstanbul’dan 48 plakalı bir şehirde yaşıyorum. Bundan dolayı da mutluyum.
Mutluluk her neredeyse yakalamak herkesin hakkı. Bedeli neyse ödeniyor bir
şekilde. Önemli olan karşılığında ne aldığınız. Ben özlediğim huzuru, maviyi,
temiz bir çevreyi, muhteem güneşi, doğayı, neşeli insanları… anlatılmaz
lezzetleri… sakinliği ve yavaşlığı aldım. Darısı isteyenlerin başına. Nasıl
olsa burada buluşuruz.
|
Eve varış... |
Artık tamamen Bodrumlu oldunuz.Güle güle oturun.Yeni ofisinizde.Hayırlı işler.
YanıtlaSilHayırlı olsun, ne güzel işinizin de artık yanı başında olması. Aman plakayı bir an önce 48 yapın, kasko bayağı ucuzluyor. Bu arada sağlık sigortasında da ikametgahı Datça yapınca neredeyse yarı yarıya indirim aldık..Yaşasın bizim buralar :))
YanıtlaSil