Bodrum’a
tam zamanlı yerleşeli dört yıl bitiyor. Nisan ayının başında beşinci yıla
gireceğim. Onun öncesinde Yalıkavak’ta yarı zamanlı dönem ise iki yıl sürmüştü.
Bodrum’un kış yaşamının tadına vardınca Yalıkavak’ta yarı zamanlı dönem yetmez
olmuş, çok geçmeden İstanbul’a hoşçakal demiştim. Ancak ofisimi kapatmamış, ben
Bodrum’da evden çalışırken arkadaşlarım ofiste çalışmayı sürdürmüşlerdi. Blogu
yeni izlemeye başlayanların, bu yazıda anlatacaklarımı daha iyi anlamaları için
bu girişi yapmak gerekti. Bu arada benim grafik tasarımcı olduğumu, bu işin
sadece kurum kimliği bölümüyle ilgilendiğimi eklemek de istiyorum. Bu önemli
çünkü benim yaptığım iş, hizmet verdiğim kurumlarla her hafta bir araya
gelmemizi gerektiren bir iş değil. Ve hemen ertesi güne yetiştirilecek acil
işleri çok az olan bir konu. Yani projelerimiz uzun vadeli işler. Böyle olunca
benim İstanbul’dan veya Bodrum’dan çalışmamın bir farkı kalmıyor. Hem zaten
acil bir toplantı gerktiğinde birkaç gün önceden randevulaşıyoruz ve ben de
uçağa atladığım gibi İstanbul’a gidiyorum. Işlerimi halledip ya aynı günün
akşamı ya da bunu bahane bilip dostlarla buluşmak için birkaç gün sonra
dönüyorum. Böyle böyle dört yıl uzaktan kumanda ile işleri yürüttüm. Ancak son
dönemde iki nedenle bu durumu sorgular oldum. Birincisi, ayda bir veya iki gün
uğradığım İstanbul’daki şık ofisime ödediğim miktarın mantıklı bir açıklamasını
yapamaz oldum. İkincisi de son bir yılda üç kez eleman değişiminin bana
getirdiği sıkıntı. Hiç ummadığın insanlar aniden gidiyorum deyiveriyor. O zaman
da işlerde aksamalar oluyor. Müşterilerime bugüne dek verdiğim hizmette aksama
olması benim için kabul edilebilir bir şey değil. İşlerin tam anlamıyla başında
olmak için asistanlığımı yapan tasarımcılarla birlikte çalışmam gerekiyorsa
bunun iki yolu var; ya ben İstanbul’a çok sık gideceğim ve zamanımın çoğunu
orada geçireceğim. Ya da ofisi Bodrum’a taşıyacağım. İkinciyi tercih ettiğimi
söylememe gerek yok herhalde. Ama bu fikrimi önce danışmanlıklarını yaptığım,
çok sık birlikte fikir alış verişi veya iş yaptığım en önemli iki müşterimle
paylaştım. Onlardan da “sizin nerede olduğununuzun değil işlerin iyi
yürümesinin önemi var” dediklerinde ben de gönül rahatlığıyla ofisi taşıma
işine giriştim.
|
Antalya'ya gidişimi anlattığım yazıya, burada çektiğim fotoğrafla başlamıştım. Bu da İstanbul'a gidişimin başlangıç karesi oldu |
|
Milas-Söke arası |
|
Söke'de yağmur başladı. Bu nokta dümdüz Söke Ovası yolunun başlangıcı |
|
Söke Ovasını geçerken bulutlar |
|
Söke ovasının sonu, üstteki karede bulutların olduğu yer de tam burası |
|
Yol boyu yağmur eksik olmadı |
Beyoğlu’ndaki
ofisi 2007 yılında Emre Senan ile birlikte kiraladık. Ben Levent’te bahçe
içindeki ofisimden, şehrin kalbindeki bir yere taşınmayı düşünüyordum. Emre de
ajanstan ayrılmış reklamcılığı bırakıp grafik tasarım ağırlıklı bir iş biçimine
dönmek arzusundaydı. İstiklal Caddesi üzerindeki ofisi birlikte kiraladık çünkü
ofis çok iyiydi ama büyüktü. Ikimize ise yeterli geliyordu. Böylece 2007
yılının şubat ayında ofise taşındık. Çok güzel bir ofis oldu. Epey harap halde
devralmıştık ve kısa sürede adam ettik. Benim için çok farklı bir anlamı oldu
Beyoğlu’na dönmenin. Çünkü ilk ofisim de seksenlerin ikinci yarısında, Beyoğlu’nda
Hasnun Galip Sokağının köşesindeydi. Okuldan mezun olalı beş altı yıl olmuştu,
askerliğimi yapmış ve artık kendi işimi açmak istiyordum. O zaman okuldan
arkadaşım Ali Platin ile GİFF diye bir şirket kurmuştuk. Açılımını herkes bir
şekilde yorumladı ama aslı “Grafik İşler Fasa Fiso” idi. Sadece tasarımla
geçinmeyi hedeflediğimiz bu şirket tasarımın o yıllarda para etmemesi nedeniyle
bir süre sonra küçük çaplı bir reklam ajansına dönüştü, aramıza başka ortaklar
katıldı ama ben reklamcılığı hiç sevmediğim için bir türlü mutlu olamadım.
Nitekim altı yıl sonra ayrılıp BTG’nin kurucularından oldum. Onun açılım
ciddiydi ama; Birleşik Tasarımcılar Grubu. Sadece tasarım ile yaşayan ilk
şirketlerden biri oldu ama orada da işin “Birleşik ve Grubu” kısmı iyi
çalışmadı. Sonunda benim bu işi tek başıma yapmam gerektiğini anladım ve 1998
yılında halen devam eden Serdar Benli Tasarım Ofisi’ni kurdum. Bu anlattığım
süreçte Hasnun Galip’te başlayan işyeri maceram Nişantaşı’nda Güzelbahçe
Sokak’ta devam etti. Sonra Zincirlikuyu’daki Yüzbaşı Kaya Aldoğan Sokak’a
geçtim. Orada beş yıl kaldım galiba. Kendi ofisimi 1.Levent’te minik bahçeli
villada kurdum. Üst Zeren Sokak’taydık ve çok zevkli işler yaptık, iyi yıllardı.
On yıla yakın orada kaldıktan sonra medeni durumumdaki değişikliğe bağlı olarak
artık bana çok büyük gelen Bebek’teki evden taşınmaya karar verince şehrin
göbeğine gitmeyi, haftada iki gece gittiğim Asmalımescit’e yerleşmeyi
planladım. Ofisi de Levent’ten, geçtiğimiz hafta terk ettiğim Beyoğlu’na
taşıdım. Asmalımescit benim gibi şehrin nispeten sakin yerlerinde -Fenerbahçe,
Rumelihisarı, Bebek- yaşamaya alışan biri için çok radikal bir karardı. Bünyem
bu radikalliği kaldırmadı. Çok güzel bir evim vardı ama o evden nefret ederek
kaçtım. O arada babamın ani vefatı hiç bir şeyi ertelememem gerektiğini çok acı
şekilde de olsa gösterdi. Ve o evde daha bir yılım dolmadan arkama bakmadan
Bodrum’a taşındım. Ama öncesinde yarı zamanlı gidip gelmelerim vardı. Böylece
bir yıl önce taşındığımız Beyoğlu’ndaki ofisi de bırakmış oldum. Ofisi çok
seviyordum. Bir süre sonra aramıza arkadaşım Selin Gömüç de katılmıştı. İyi
çalışıyorduk. Çok iyi işler çıkardık. Türkiye’nin en büyük kurumlarına
kimlikler hazırladık. Benim Bodrum’a taşınmamla işler sekteye uğramadı. Ta ki dört
ay önce yardımcımın aniden gidiyorum demesine kadar. Sen o kadar yıl
çalışıyorsun, bir yere geliyorsun, müşterilerine karşı bir duruş ve tarz
oluşturuyorsun. Sonra yirmilerinde aklı bir karış havada biri bunları tehlikeye
atıyor. Baktım ki uzaktan kumanda artık sıkıntı yaratıyor. O zaman her şeyi
Bodrum’a taşımak daha doğru geldi.
|
Koliler, koliler... |
Bu sure
içinde Asmalımescit kimliğini kaybetmeye başladı. İstanbul’u ve Türkiye’yi
yönetenlerin hayata bakışı asmalımescit’I de etkiledi. Bu dünyanın zevkini
bilmeyen zihniyet, kendi gibi olmayana yıllardır beslediği kini kusmaya
başlayınca meyhanelerin önünden masaları kaldırdılar. Tabii esnafın buna
dayanması beklenemezdi. Bir iki Refik gibi bir iki çok eski müessese dışındaki
yerler kapanmış. Hafta sonları cıvıl cıvıl olan sokaklar artık boş. Beyoğlu’na
gelen, neşeli, eğlenen, kızlı erkekli gezen, el ele tutuşan, öpüşen koklaşan
gençlere tahammül etmeleri mümkün olmayan bu karanlık kafalar Asmalımescit’I bitirmişler.
|
Bu kareyi çektiğim sabah İstanbul 2 dereceydi. Yahu artık benim ne işim var burada diye düşünmüştüm |
|
Boş Otto |
|
Gedikli meyhane de taşınmış |
|
Bir ara çin yemekleri yapardı. Sonra başka bir şey olmuştu galiba. O da kapanmış |
|
Bomboş Jurnal Sokak |
Bu
kadar uzun anlatmamın nedeni şu; olan bitenler beni İstanbul’dan uzaklaştırmak
için elinden geleni yaptı. En sonunda ofisi de İstanbul’dan kaçırmak zorunda
kaldım. Çünkü İstanbul onu da bozuyor. Yani kendimi kurtardım, işimi de
kurtarmam gerekti.
Biten
bir şeyin arkasından üzülmektense, bitişin ardından gelen yeni başlangıçlara önem
vermeyi, onlara eğilmeyi seçerim. Hayat bitmesin yeter. Biten hayatın yenisi
yok. O yüzden giden insanlara çok üzülürüm. Gidilen yeri bilmemekle birlikte
hayatı sevdiğim için üzülürüm. Onun dışında bitenler bitmesi gerektiği için
bitiyordur derim ve önüme bakmayı tercih ederim. Bir süre sonra da zaten
bitenlerin iyi yanlarını hatıralarıma kazıyıp can sıkıcı kısımları unutmayı, ya
da canımı sıkanları kendi içimde affetmeyi daha doğru bulurum. İstanbul’daki
ofisimde sadece babamın vefat ilanını kendi ellerimle hazırlamam dışında canımı
acıtan, beni sıkan, üzen hiç bir an olmadı. Beş yıl boyunca o çatı altındaki
insanlarla hiç sorunum olmadı, hep de iyi şeyler yaptık. İyi vakit geçirdim.
Hep iyi hatırlayacağım.
Ofisi
boşaltmak, resmi işleri ve hesap kitap işlerini halletmek, bilgisayar, printer
gibi hassas malzemeyi kamyona vermemek, kendim taşımak için, ocak ayının son
pazar günü arabayla İstanbul’a doğru yola çıktım. Neredeyse Söke’den İstanbul’a
kadar şiddetli yağmurda yol yaptım. Bodrum’da sabah 16 dereceydi, Susurluk’ta
-4 dereceye indi. Böyle böyle Bandırma feribotuna binip Yenikapı’ya indim.
Her
zaman kaldığım Pera Tulip Oteli’ne yerleştim. Dört yıldır en fazla üç gece
kaldığım otelde+ bu sefer altı gece kalarak rekorumu kırdım. Bu altı gece bana
rakı masalarında atıştırdıklarım nedeniyle kilo olarak döndü herhalde. Her
akşam arkadaşlar veya akrabalarla rakı masalarında sohbetle geçti. Gündüzleri
koli yap, işleri yetiştir, arada üç toplantı yap, sağlık kontrolüne git,
akşamları uzun masa sohbetleri yap derken bir hafta sonunda epey yoruldum. O
kadar sıkışık bir programım oldu ki son iki gün artık gerildiğimi, mutsuz
olduğumu iyice hissetmeye başladım. Ama sonunda Bodrum’a dönecek olmanın
hazzıyla katlanmak zor olmadı. Zamansızlığımı anlatmak için şu kadarını
söyliyeyim, pazartesi akşamüzeri uğradığım kuzenim Hakan’ın Tünel’deki dükkanı
Lale Plak’ta birkaç CD ayırmıştım. Yemeğe giderken taşımıyayım diye dükkanda
bırakmış, birkaç CD daha dinleyip sonra hepsini birden alırım diye düşünmüştüm.
Ofisimle dükkanın arası taş çatlasa yüzelli ikiyüz metredir. Dört gün boyunca
bir daha dükkanın önünden geçemedim. Son akşam Hakan, Şimdi kafeye getirdi de
CD’leri alabildim. Yoksa öylece dönüyordum.
|
Otelde yediğim salata. Uzun zamandır sadece salata yiyip yatmadım |
|
Ertesi sabah House Cafe'de House tost ile kahvaltı yapıp bir akşam önceki sadece salatalı yemeğin acısını çıkardım. |
|
Kuzenim Hakan'ın Lale Plak mağazasında "Muffy" Muvaffak Falay ile sohbet ettik |
|
Çukurcuma'daki ıvır zıvırcıları oldum olası severim. Evime böyle şeyler almam ama olsun |
|
Cihangir'in en faydalı mekanı |
|
Taksim'e hiç çıkmadan metro ile epey iş hallettim. İlk kazma vurulduğundan beri Taksim'i görmedim |
|
Alitalia logosundan çalıntı Alia inşaatın logosu. Gözüme takıldı |
|
1977 yılında, Osmanbey'deki şu kuaförün olduğu yerde Onnik Aras'ın Aras Plak Evi vardı. Benim lise dönemimde yazın tezgahtarlık yaptığım dükkandı. Yani Onnik Aras hayatımdaki ilk patrondur. Çok zarif İstanbul'luydu, tam bir beyefendiydi, çok iyi bir insandı, çok severdim. Sonra Nino Varon devraldı. Birkaç ay da onunla çalıştım. Yıllar sonra önünden geçtim |
İstanbul’da
geçirdiğim süreyi ve İstanbul’a dair izlenimlerimi yazmaya başlarken baktım ki
epey uzun bir yazı olacak, ikiye böleyim dedim. Bu birinci bölümde biraz
geçmişten söz etmek, biraz taşınma kısmını anlatmak istedim. İkinci bölümde ise
daha çok İstanbul’a dair gözlemlerime yer vermek istiyorum.
Pazar
akşamı otele yerleşip, dışarı çıkmadan bir salata yiyerek erkenden yattım. Bu
sefer her zaman çok rahat ettiğim otelde pek rahat edemedim. Çünkü oda çok
sıcaktı ve merkezi ısıtma olduğundan ancak cam açarak bir çözüm bulabildim. Kış
olduğundan iklimlendirme sisteminin soğuk üfleme bölümünü iptal etmişler. Ben
Bodrum’da kışları oldukça serin odada uyumaya alıştım. Sıcakta uyumanın
sağlıklı olmadığını biliyorum. Bodrum’daki evimde gece yatarken klimayı kapatıyorum
ve içerinin ısısı 16-18 derece arası oluyor. Çok soğuk olan gecelerde zaman
ayarını kullanarak belli bir saatte ben uyurken kapanan klima sabaha karşı
devreye giriyor. Ki bu çok yaptığım birşey değil. Mesela bu kış henüz iki üç
kez yaptım. O da dışarıda ısı eksiye inmişti. Bodrum ve eksi değerler size
garip gelecek. Ben de taşınmadan önce bilmiyordum. Ama karayelin kuvvetli
estiği, havanın açık, gökyüzünde yıldızların olduğu bazı geceler öyle bir ayaz
oluyor ki ısı eksiye iniyor. Bu kış üç gece böyleydi. Geçen yıl çok daha fazla
olmuştu. Gerçi kış henüz bitmedi ama bundan sonra eksi değerlere ineceğine pek
ihtimal vermiyorum. Şurada on onbeş gün sonra bahar geliyor. Bugün Yalıkavak
Gümüşlük arasında bazı erik ağaçlarının bahar açtığını gördüm.
Pazartesi
akşamı aile yemeğine ayırdım. Ailemizin en büyüğü halamın evinde kuzenlerle bir
aradaydık. Neden fotoğraf çekmediğimi bilmiyorum. Tamamen dalgınlığıma gelmiş.
Oysa birkaç kare hatıra kalmasını isterdim. Bir dahaki sefere diyeyim.
Salı
akşamı iş nedeniyle tanıştığım çok sevgili bir dostum ve o ayrılınca yerine
geçen aynı sevimlilikte daha genç dostumla Asmalı Cavit’e gittik. Cavit benim
ta Yakup’ta çalıştığı dönemden tanıdığım İstanbul’un en zarif meyhanecilerinden
başta gelenidir. Zaten kendi mekanı da Yakup’un tam karşısında. Bu arada Yakup
epey hastaymış, duyunca canım sıkıldı. Evi Asmalımescit’e taşıdım dedim ya,
işte o dönem Cavit’e haftada en az bir kere uğrardım. Bodrum’a taşındıktan
sonra da İstanbul’a her geldiğimde en azından hatırını sormak için kapıdan uğruyorum.
İstanbul’da kaldığım süreye göre değişiyor ama İstanbul’a geldiğinde nerelerde
yiyip içersin diye sorsanız Asmalı Cavit, Balıkçı Sabahattin, Karaköy Lokantası
ve Boncuk’u sayarım. Arada başka yerler de oldu tabii ama ağırlık bu mekanlardan yana. Bodrum’da yaşamaya
başlayınca, hele balık ve deniz mahsüllerine, ege otlarına düşkün biriyseniz
damak zevkiniz epey yukarılara çıkıyor. Çünkü bunların en iyilerini yiyorsunuz.
Bu konuda hiç alttan almayacağım, ukalalık hakkımı kullanarak söylüyorum ki;
İstanbul’da artık kalamar ve ahtapot yemiyorum. Çünkü hakikaten arada çok fark
var. Ama lakerdayı da Bodrum’da yemem. Hal böyle olunca yukarıda saydığım
mekanlarda –balık hariç- deniz mahsulünden çok geleneksel meyhane mezelerini
tercih ediyorum. Tabii her mekanın kendine özgü tadları da var. İşte Asmalı
Cavit’te mevsimine gore sardalya veya ızgara hamsinin tadına doyamıyorum. Geçen
akşam da bu tarz mezelerle koyu sohbete daldık. Derken geleceğin Bodrum’lusu,
Mimar Sinan’daki hocalık dönemimden Ahmet Coka ve Hülya masamıza katıldılar.
Kadıköy’e geçeceklerinden Tunç ve Okyar kalktılar. Biz biraz daha sohbet
ederken Ali Gürevin ve karısı Selvi dahil oldular. Bir şişe daha açıldı. Yani
gece uzadı ama çok iyi bir sohbet oldu. Hiç şikayet yok.
|
Asmalı Cavit'in şahane hamsi ızgarası. Mutlaka tadın |
|
Sevgili Okyar'ın gözü kapalı çıkmış. Benim suçum. Ama başka fotoğraf yok |
|
Tunç ile Asmalı Cavit'te |
|
Ahmet Coka ile Hülya... Müstakbel Bodrum'lular |
|
Onca koşturma arasında öğlenleri epey kötü beslendim. Bir öğlen Helvetia'ya gidip şu tabağı yedim de kendime geldim. |
Salı
günü toplantı, koli toparlama, sahafa verilecekleri ayırmayla geçti. Bir yandan
kapatılacak telefonlar, bir yanda kapatılacak hesaplar falan derken çarşamba akşamına
geldik. Çarşamba akşamı benim has ve can dostlarla, üniversite döneminden
arkadaşlarımla, otuzbeş yıldır kopmadığım dostlarla buluşacağımız akşamdı. Onu
da bir sonraki yazıda anlatayım.
Serdar Bey yazılarınızı okurken karşılıklı oturup sohbet ediyoruz gibi geliyor, çok keyif alıyorum. Umarım bir gün karşılıklı da sohbet edebiliriz.
YanıtlaSilKeyifli günler diliyorum..
Candan Buge @bcbuge
Kızım ve eşi 12 yıl önce işlerini tasviye edip Fethiye'ye yerleşmişlerdi. Yazınızı okurken o günlere döndüm.Ofisinizi taşımakla çok iyi etmişsiniz.Başarılar.İstanbulu anlatımınız harika .İstanbul Yaşanmadan bilinmez.Hayırlı işler.
YanıtlaSilSn.Benli, yazılarınızın arasını açmasanız (ricadır).. Kolik oldum desem yalan olmaz..Dostçakalın.
YanıtlaSilserdar bey merhaba.. bodrumda baska bir okul mumkun projesi cercevesinde mutlu keciler ilkokulu /özel yahşi ilkokulu acildi.. gelecek sene ilkokula baslayacak bir oglum var, su an ankarada yasiyoruz. ortakent yahsi civarlarina yerlesmek konusunda gorusleriniz nelerdir? once kiralik bir yer bulup zaman icinde mi yerlesmeyi tavsiye edersiniz? bi de tabi bodrum cok pahali ozellikle emlak acisindan.. bu konuda tavsiye edebileceginiz guvenilir kurum veya kisiler var ise cok memnun olurum.. cok tesekkurler
YanıtlaSilmerhaba... ortakent ve yahşi bodrum'un en güzel koylarından biri. hala mandalina bahçelerinin, taş evlerin olduğu bölge. ama kışını hiç bilmiyorum, çok sakin olduğunu tahmin etmek zor değil. ben her kış bir iki defa güzel havalarda yemek yemeğe giderim. yerleşenleri çok kaliteli insanlardır. bence bir yıl deneyin, sonra karar verin. emlakçı konusunda bu derece kefil olabileceğim kimse bilmiyorum doğrusu.
SilBir göçüş mü desem, bir kaçış mı, yoksa yeni bir hayata, yeni umutlara yelken açmanın verdiği pozitiflik mi.... Öyle güzel anlatmışsınız ki, İstanbul'u terk etmenin yaşattığı mutluluğu daha henüz yaşamadan (ki dilerim ben de bir gün yaşarım) tasavvur etmek bile çok güzel...
YanıtlaSilSerdar Bey merhaba,
YanıtlaSilEşya taşımada hangi nakliye şirketini seçtiniz ve memnun kaldınız mı?
Teşekkürler
Merhaba. O zamanki şirket kapandı diye biliyorum.
Sil