Yine iş için Antalya’ya gitmem gerekti. Müşteri adayım
olan kurumun sahibi sonunda dayanamayıp “araba kullanmayı çok mu seviyorsunuz?”
diye sordu. Haklı, çünkü her defasında “Eğer isterlerse İstanbul ofisimizde bir
araya gelebiliriz” diye haber yolluyor. Uçağa atlayıp bir gece İstanbul’da
kalıp toplantıyı yapıp dönmektense 5 saat araba kullanıp, Ege’nin bu mevsim
sakin olan şahane manzaralı yollarından geçip o müthiş görüntüleri tekrar
tekrar seyretmek benim için çok daha cazip. Araba kullanmayı da çok sevdiğim
doğru. Araba kullanmak bir tür terapi. Başka hiç bir şey
düşünmüyor, müzik dinleyip etrafın güzelliklerini yaşıyorum, iyi geliyor.
Canımın istediği yerde durup birkaç fotoğraf çekiyorum, kahve içiyorum falan.
Bu sefer Antalya’da cumartesi günü yapılacak toplantı için cuma öğlenden çıktım.
Yine yolu uzatıp geçen sefer dönüşte kullandığım rotayı gidişte kullandım. Yani
Pınarlıbelen, Mazı, Çökertme, Ören üzerinden Akyaka’ya vardım. Bu yol kısa gibi görünse de virajları, darlığı ve kışın tahribatını yansıtan yol olduğu için diğer seçeneğe oranla bir saate yakın uzatıyor. Sonrası malum, Köyceğiz,
Fethiye üzerinden Elmalı’ya, oradan Toroslar’ı aşıp Antalya’ya inmece.
|
Bakın bu yol benim ofisten tam 6-7 km sonra. Bir anda başka bir ortama giriyorsunuz. |
|
Gökova yolunda yaklaşık 35 dakika hiç bir araca denk gelmedim. Trafiği tıkayan tek unsur bu sevimli hayvanlardı |
|
Yemyeşil Pınarlıbelen tarafları |
|
Her geçişimde durduğum, Yukarı Mazı'daki nokta. Burada bir fotoğraf çekmeden asla geçmiyorum. Karşıda Datça. Bir gün bunları aynı yazıda peş peşe yayınlıyayım |
Ofisten cuma günü öğlene doğru çıktım. Dediğim gibi Pınarlıbelen üzerinden Gökova'ya paralel rotayı izleyip yemek için Ören'e girdim. İnanılmaz bir hava vardı. Ören hep sakindir. Orada da yaz hazırlığı başlamış, çevreden tek tük insan sesi geliyordu. Aşağıda fotoğrafını göreceğiniz, sahile iki masa atmış bir minik lokantaya uğradım. Garson kıza köfte var mı dedim. Ben yeni başladım durun patronu çağırayım dedi. Epey bir bekledikten sonra patron geldi. Bir salata bir köfte ile sahilde çıt çıkmıyorken Gökova'yı dinleyerek yemeğimi yedim. Gezinin iyi geçeceği daha ilk moladan belli olmuştu.
|
Ören sahili |
|
Ören |
|
Soldaki masaya oturdum |
Biliyorum akllanmadın mı diyeceksiniz ama Antalya’da
yine balık yedim. Daha doğrusu kebap yeme niyetiyle otelden çıktım ama yağlı
etler gözümün önüne gelince yine balığa döndüm. Bu kez, birkaç yıl önce
gittiğim, kaldığım otele yakın, manzarası iyi bir yer vardı ona gideyim dedim.
O gidişimde yaz ayıydı, dışarıda oturmuş, çok uzun kalmamış beyaz peynir, balık
ve salata yiyip kalkmıştık. O zaman da ismi aynı mıydı hatırlamıyorum, şimdi
Stella’s Manzara yazıyordu. İçerisi gayet şık. Manzarası yerinde ama hava biraz
serince olduğundan terasta oturmadım. İlk dikkatimi çeken şey yandaki masanın spagetti ve
et söylemesi oldu. Eyvah dedim, burası her şey yapıyor. Garsona mezeleri
nereden seçebileceğimi sordum. Ortaya meze seti getiriyoruz dedi. Ben seçeyim o
zaman dedim. Yok zaten altı çeşit var deyince durum netleşmeye başladı. Balık
olarak da sadece çipura ve levrek dedi. Lagos yok mu yani diye sordum. Yokmuş.
Tam anlamıyla ortalama bir restorana girmişim. Çok açtım, yolu iyice uzatıp 7
saat araba kullanmıştım ve rakı içmek istiyordum. Oradan kalkıp başka yere
gitsem diye düşündüm ama nereye gidecektim? Antalya’yı iyi bilmiyorum. Kaderime
razı olup n’apalım dedim ve kaldım. Sonuç tabii hüsran. Garsonlar sevimli,
candan, servis iyiydi. Bunda kalabalık olmamasının payı ne kadardır bilmiyorum.
Ama yemekler vasatın da vasatıydı malesef. Meze seti dedikleri fotoğrafta
göreceğiniz altı çeşit meze. Bunlardan da barbunya orada yapılmış ama diğerleri
hazır satılan mezelerdi. Aksi halde hepsi bu kadar lezzetsiz olamaz. Balık da
kuyruğu masaya gelene kadar bir yerde kaptırmış, kötü pişirilmiş, son derece
lezzetsiz bir levrekti. Zaten tamamını yemedim. Yol yorgunluğu ile otele döndüm
yattım. Serpme adındaki balıkçıyı da deneyeceğim. Orası ile ilgili kötü şey duymadım.
O da fos çıkarsa Antalya yolculuklarımda sadece et yiyeceğim artık.
|
Stella's Manzara'da yediğim bu mezelerden barbunya pilaki hariç diğerleri kesinlikle büyük marketlerde satılan hazır mezelerdendi. Çok kötüydüler |
|
Son yılların en kötü levreği. Kuyruğu da kaptırmış zaten |
|
Antalya falezleri doğanın bahşettiği harikalardan. Bu binalar da bizim bu işlerden ne kadar anlamadığımızın kanıtı |
|
Adı Allina diye okunan meğerse aslı Alpina olan kahvaltı ettiğim mekan. Tam körfezin dibinde. |
|
Fethiye-Korkuteli rotasında Toroslar |
|
Antalya'da mimozalar... Arkada körfez ve daha arka planda karlı zirvelerle Toroslar |
Ertesi gün toplantıyı bitirip saat dörde doğru Kaş
istikametine yollandım. Antalya’nın trafiği İstanbul’u aratmıyor. Çok sayıda kavşak olması ve uzun süre ışıklarda beklemek sıkıyor.
Şehire varışım tam iş çıkışı saatine denk geldiğinden çok zaman kaybettim.
Şehirden çıkışım da cumartesi trafiğine denk geldi herhalde ki bir türlü Kaş
yoluna ulaşamadım. Sonunda Kemer yoluna girdim ve keyfim yerine geldi. Soluma
Akdeniz’i alıp Kekova istikametini tuttum. Yol boyu tünel inşaatı, bakım
çalışmaları biraz işi uzattı ve gün batımı saatini kaçıraraktan Üçağız’a
varabildim. Kekova Pansiyon’a yerleştim. Orasını yedi sekiz yıl öncesinden
biliyorum. Denizin dibinde. Üçağız sakin bir köy. Hele bu mevsimde. Ama ne kadar sakin olursa olsun bir adet üç dört yaşlarında, herşeyi ağlayarak veya şımararak isteyen Türk kızı, onun
peşinden koşan ve ikide bir kızına “yapma babacığım” diyen sapkın Türk babası
ve pansiyonun kedilerini görünce çığlık atıp “alın bunları buradan” diyen hasta
ruhlu anne olunca ortalık karışabiliyor. Ama ne olursa olsun keyfimi
kaçıramadılar. Hemen odamın önündeki sedire oturup tahta masaya gelen köy
peyniri ve bahçeden toplanmış zeytinle rakımı yudumlamaya başladım. Denizden gelen hafif esinti bahçedeki limon ağaçlarının açtığı çiçeklerin mayhoş
kokusunu masama taşıyordu. Kaldığım odanın hemen yanı mutfaktı. Bir ara öyle güzel kızartma kokusu geldi ki
dayanamadım ben de istedim. Yine köyde yetişmiş biber, patlıcan, patates
kızartmasının üstüne yoğurdu döküp rakıya çok yakışan lezzetli bir meze yaptım.
Oranın domatesi, biberiyle küçük bir de salata ekleyince masa mükellef bir rakı
masası oldu. Daha Bodrum’dayken telefonla aradığım pansiyonun sahibine balık
alırsın değil mi diye sormuştum. O akşam masaya bir iri barbun ve bir de mercan
gelince nasıl keyiflendim anlatamam. Dünyanın parasını verip berbat balıklar
yedikten sonra Üçağız köyünde orada tutulmuş balıklarla, şahane lezzetlerle donanmış
mütevazı rakı sofram müthişti. Masada yalnız oturmaktan hiç sıkılmam. Rakı
sofrasında tek başıma olmayı severim. Bazı insanlar mutlaka birileriyle olmayı
seçerler. Benim için yalnız olmak sorun değildir. Dostlarımla aldığım zevk ile
yalnızken aldığım zevk farklıdır. Galiba zor olan yalnızken de sofranın tadını
çıkarabilmek. Cumartesi akşamı anlattığım ortamda kaç saat oturdum bilmiyorum
ama yatarken çakırkeyif olmuştum. Derin bir uyku çektim. Sabah kafamda üç şiş
ile uyandım. Üçağız’ın haşereleri kafamda gezinmişler, izlerini de bırakmışlar.
Bir akşam önce yemek yediğim masada bu sefer hafif bir kahvaltı yaptım. Hava
oyun oynadığı için aklımdaki tekne turu programını es geçip köyün içinde biraz
turladım ve hesabımı ödeyip Bodrum’a doğru yola çıktım. Kekova Pansiyon da bu
yöredeki diğer pansiyonlar gibi bir mekan. Lüks arıyorsanız bu bölgeye
gelmemeniz lazım. Benim için temizlik önemli. Lüks olsun diye bir derdim yok.
Antalya’da kaldığım otel oldukça lüks bir oteldi. Bir gece sonra kaldığım
pansiyonun ise lüks kavramıyla uzak yakın ilgisi yoktu. Antalya’daki otelin bir
odasının dekorasyon ve malzeme parasıyla iki tane pansiyon yaparsınız üste de
para artar. Yani önemli olan sizin o pansiyonun bulunduğu çevreden, doğadan,
ortamdan nasıl etkilendiğiniz. Her ortamın kendine ait bir lezzeti var diye
düşünürüm. Ha bu arada hayatta hiç bir kuvvet beni çadıra sokamadı onu da
söyliyeyim. Tamam lüks aramıyorum ama çadır benim için sefaletle eş anlamda.
|
Gün biterken Demre yönünden Üçağız sapağına gelmezden hemen öncesi. Bundan sonra bu nokta da buradan her geçişimde durup fotoğraf çekeceğim bir yer oldu |
|
Kekova Pansiyonundan |
|
Bahçeden zeytin ve salatalıkla pansiyon sahibinin özenle hazırladığı peynirli giriş mezesi |
|
Galiba bu kadar güzel kızartmayı bir de Mazı'da yemiştim |
|
Basit bir salata ama lezzeti anlatılacak gibi değil. Her şey köyden olunca... |
|
Barbun ve mercan kardeşler. Oralılar "taş barbunu" diyor, Bodrum'da "kaya barbunu" deniyor |
|
Rambo lakaplı kaptanın kartviziti. Çok özgün bir tip. Konuşmak eğlenceli, hikayesi bol insanlardan |
|
Sabah uyandığımda odadan çıkar çıkmaz manzara |
|
Kekova Pansiyonun konumu |
|
Hamidiye 1. Dünya Savaşı sırasında Kekova'da gizlenip bakıma girmiş. Oralara nasıl girdi bilmem ama gelen geçenin görmemesi normal |
|
Elmalı-Korkuteli taraflarında ip gibi yollar |
|
Yol boyu karlı Toroslar size eşlik ediyor |
|
Bir Likya mezarının başına gelenler |
|
Böyle bir viraj yeryüzünde var mıdır acaba? |
|
Üçağız'da kalamar ayıklayan çocuk |
|
31 Mart günü 28 dereceyi gördüm, kayıtlara geçsin istedim. |
Üçağız'ın coğrafi konumu ve manzarası müthiş.
Kekova karşıda. Batık şehir bir efsane. Ada gibi olan Kale Köyü’ne giden
tekneler buradan kalkıyor. Yazın yüzölçümünden beklenmeyecek kadar hareketli
olan köyün yerlileriyle biraz sohbet edebildim. Onlar da bu kışı bizin
Bodrum’da geçirdiğimiz gibi bol lodoslu ve yağışlı geçirmişler. İlk defa bu
sene iki kere hortum olmuş. Köyün arkasındaki tepeyi aşınca inilen ova
Antalya’nın bu bölgesinde olduğu gibi seracılık yapılan yerlerden. Hortum
geçerken yolu üzerindeki seraları paramparça edip geçmiş. Bunlar hep küresel
ısınmanın sonuçları tabii.
|
Üçağız'da da tüm Ege ve Akdeniz sahillerinde olduğu gibi yaz hazırlığı, bakım, onarım başlamış |
|
Köyün sonunda antik mezarlık var |
|
Bu bölge de sit alanı olduğundan temeli olan bina yapmak yasak. Çare, altına tekerlek takılmış kulübeler |
|
Üçağız'ın arkasındaki tepeyi aşınca karşınıza çıkan verimli ova. Karşıki tepeyi de aşınca Antalya-Kaş yoluna çıkıyorsunuz |
Öğlene doğru yola çıktım çünkü yaz saati uygulaması
nedeniyle bir saat ileri gitmiştik. Kahvemi Kaş’ta içeyim dedim ve kasabaya
girdim. Meydanda bir kahve içtikten sonra biraz turladım ve fazla oyalanmadan
devam ettim. Kaş’ın merkezindeki birkaç sokağı çok seviyorum. Bana 1984 yılında
ilk gittiğim halini hatırlatıyor. Sonra uzun yıllar gitmemiştim. Gidince de
tanıyamamıştım. Küçücük, köy irisi diyebileceğim Kaş’ın yerinde yeller
esiyordu. Her taraf apartman apartman. Bunlara villa diyorlar ama bildiğiniz üç
katlı çift daireli apartman bunlar. Malesef canım Kaş son derece kötü büyüdü ve
kimliğini kaybetti. Yazın sıcağında, asfalt yanarken apartmanlar arasında
dolananları, yazın Kaş’a gidenleri anlamadığımı itiraf edeyim. Yol üzerinde
Kalkan’dan geçerken aynı şeyleri orası için de düşündüm. Kaş’a gittiğim yıl
Kalkan’a da uğramıştık. Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz, Fenerbahçe kulubünden
abimiz Gürkan Abi Kalkan’ı ilk keşfedenlerden. Arkadaşı Erkut Taçkın ile orada
ilk mekan açanlardan. Korsan adında bir restoranı vardı. Şimdi oğlu Uluç işi
yürütüyormuş. Gürkan Abi keyif adamı, deniz subaylığından istifa etmiş, iyi
rakıcıydı. Hatta galiba son görev yeri de bizim Fenerbahçe burnundaki deniz
komutanlığının tesisiydi. Kalkan bana bunları hatırlattı. İlk gittiğim yıl
sıcak bir temmuz ayıydı galiba. İstanbul’dan oraya kadar benim 73 model kırmızı
vosvos kaplumbağa ile gitmiştik. Aklımda kalan sıcaktan uyuyamadığım ve güneş
etkisini kaybetmeden pansiyondan adım atamadığım. Bir de sandalla bizi
bıraktıkları kuş uçmaz kervan geçmez, arkası kayalık bir tepenin altında harika
bir deniz olduğunu hatırlıyorum. Karadan yolu yoktu o yüzden tekneyle
bırakmışlar bir süre sonra almaya gelmişlerdi. O ıssız tepede şimdi Patara
evleri yükseliyor.
|
Evleri rahatlıkla görülen Meis adası |
|
Kaş'ın çirkin yapıları insanı isyan ettiriyor. Bu kadar güzel bir coğrafyayı haketmediğimiz çok açık |
|
Kaş'ta apatmanlar apartmanlar |
|
Eski Kaş'tan kalan tek bölge artık çarşısı |
|
Bu da malesef Kalkan'ın çirkin mimari yapılaşmasını gösteriyor |
Yol boyu güneş pek yüzünü göstermediyse de ilginçtir
ki Muğla il sınırını geçtikten beş dakika sonra güneş parladı. Bu bir mesaj
mıydı bilmem ama iyi geldi. Öğle yemeği için Göcek’e girdim. Bir ay öncesine
göre ortalık bayağı hareketlenmiş, dükkanlar açılmaya başlamış, bir çoğu da
tadilata girmiş. Güzel havanın sonucu restoranlar doluydu. Yemeğimi çok
sallanmadan yiyip artık başka mola vermemek üzere Bodrum’a kadar durmadan
geldim.
|
Fethiye-Elmalı-Korkuteli-Antalya-Üçağız-Kaş-Fethiye yaparak tam bir daire çizdim, bu sapaktan ikibuçuk günde iki kere geçmiş oldum |
|
Pek bilinmeyen Bodrum manzarası. Herkes merkeze ve koylara akın ettiği için bu iç bölgeler bilinmiyor. Çok sözünü etmeyeyim de biraz böyle kalsın. |
|
Göcek |
|
Bu seyahatin rotası; turuncu gidiş, mavi dönüş rotam |
İkibuçuk günde 1048 km yol yaptım. Antalya’da lüks bir
otelde kaldım, lüks bir restoranda kötü bir balık yedim. Ertesi gün ise hiç bir
lüksü olmayan sıradan bir pansiyonda pansiyoncunun elleriyle yaptığı
şahane salatayı, kızartmaları ve lezzetli balıkları yedim. Güzel bir gezi oldu.
Her defasında olduğu gibi bu coğrafyada yaşadığım, bu nimetlerden
faydalanabildiğim için teşekkür ettim.
Sizin anlatımınızı çok seviyorum.Sabah sabah yeni yazınız olduğunu gördüğümde hemen okumaya giriştim herşeyi bırakıp.
YanıtlaSilGeçen sene 23 Nisan tatilinde Kekova Pansiyonda kaldım ben de yürüyüş grubumla;sadece bir gece.
Önümüze konan yemekler birbirinden güzeldi aynı şekilde.Ve manzara... Erken kalkma adetim olduğundan sabahın yedisinde çıkıp gördüğüm manzara kızıl ve mavinin pırıl pırıl denizde yansıması ve sadece su şıpırtısı. Anılarım canlandı.Kekova,Üçağız,Limanağzı bir kez daha gitmek istediğim yerler arasında.Sevgilerimle...
güzel bir anlatım olmuş,
YanıtlaSilbalığın kuyruğu" esprisine çok güldüm; kaş ve kalkandaki yapılanma içler acısı, o kadar bilmiyordum orasını, 10 yıl yetmiş demek ki, bu coğrafyayı hak etmeyen olma yolunda hızla ilerliyoruz ne yazık ki..
Ne kadar şanslısınız, kıskanılcak kadar hemde. Likya mezarının başına gelenler:) levrek,kalamar ayıklayan cocuk ama bomba olan kızartma :D Kalkıp yapıcam o derece..Ananemin ocag gızaatması (ocak kızartması) olsaydıda sizde ikram etseydik, sevgiler donuk ruhsuz ankara'dan. :/
YanıtlaSilYazı da fotoğraflar da çok hoş, tesadüfen karşılaştım ve için açıldı. Aynı zamanda afiyet olsun...
YanıtlaSilSevgiler...
serdar bey merhaba,yukarıdaki haritada kumlucayı görünce bir kaç defa gittiğim adrasanı size tavsiye etmek istedim.belkide gitmişsinizdir fakat blogda bahsi geçtiğini görmedim.antalya yönünden kumlucaya gelirken bir trafik denetleme şube binası var,oradan 15 dk. kadar aşagı indiğinizde adrasan (çavuşköy) merkezi, 2-3 km sonrasında da adrasan sahili bulunuyor.sizin seveceğinizi tahmin ettiğim bir sakinliği var.büyük bir koy,bir tarafından dere denize karışmakta ve derenin üzerine oteller ve restoranlar oturma yerleri yapmışlar ki derenin serinliği bir yandan,derede yüzen balıklar ve ördekler bir yandan müthiş gerçekten.deniz mükemmel,likya yolu buradan geçmekte,gelidonya feneri de burada bulunmakta.yolunun uzak olması burayı hala korumakta.ufak pansiyon ve oteller var.tavsiye ederim eğer gitmediyseniz.birde sizin gibi istanbuldan kaçmış menderes bey var,kendisi orada profesyonel balık turları yapmakta.biz kendisi ile bir defa balığa çıkmıştık.sizin yeni yerlerde kafa dengi insanlarla tanışıp sonradan onları ziyaret etmeyi sevdiğinizi düşündüğüm için yazıyorum bunu.kimbilir adrasan yazınızı ve yeni insanlarla tanışma öykünüzü buradan takip ederim.sağlıcakla...
YanıtlaSilMerhaba. Adrasan'a yıllar önce yolum düşmüştü ama kalmadan devam etmiştim. Bir daha yolum oralardan geçtiğinde önerinizi değerlendireceğim. Düşündüğünüz için çok teşekkür ederim.
Sil