İki günlük kısa Ege turunu anlattığım geçen yazıda konuyu
Selimiye’ye getirip bırakmıştım. Bugün kaldığım yerden sürdüreyim diyorum.
Selimiye’ye vardığımda ilk şaşkınlığım geçince durumu anlamak için
tur atayım dedim. Çünkü arabayı bırakacak yer yoktu. Selimiye köyünde böyle bir
durum akla gelecek şey değil. Bu yaz hiç gitmedim ama geçen yaz gittiğimizde
bile böyle bir kalabalık görmemiştik. İki tur attıktan sonra –bilenler için
söyliyeyim, camiyi geçtikten sonra sağdaki küçük yarımadaya girer girmez- arabaya
bir yer buldum. Kalacağım otel uzak değildi zaten. Geçtiğimiz yıl açılan Losta
Beach Hotel’de yer ayırtmıştım, odama yerleştim. Burası hemen o küçük
yarımadanın üzerinde, temiz bir mekan. Önünde geniş çim bir bahçesi var, millet
şezlonga uzanmış güneşleniyordu. Otel doluydu, muhtemelen son odayı buldum.
Aylardan Eylül, okullar açılmış, bayram değil seyran değil ama Selimiye
doluydu. Hafif bir öğle kestirmesi yapayım dedim, iki saat uyumuşum. Balkona çıkınca bir baktım karşıma kocaman bir motor yat bağlanmış,
burun buruna geldik. İçinde sadece onbeşe yakın personel saydım. Sahibi Arap’tı
ama kadınlar gayet modern giyimliydi. Bizim türban takımından değillerdi yani.
Herhalde körfez ülkelerinden olmalılardı çünkü bugüne kadar gördüğüm kadarıyla
onlarda bizim Akepe kadrolarının kadınları gibi başörtüsü mecburiyeti yok.
|
Odamdan manzara buydu. Otel hemen Selimiye'deki küçük yarımadada, ilkokulun yanında. Yıllarca metruk bir araziydi |
|
Bozburun'dan Selimiye'ye istikametinde Selimiye'ye inerken |
|
Losta Beach Hotel'in bahçesi |
|
Bir de baktım böyle bir motor yat gelmiş karşıma bağlanmış |
Sonra akşam yemeği için Sardunya’ya gideyim dedim. Sahilde
yürürken gözlerime inanamadım. Selimiye’nin ziyaretçi portföyü çok değişmiş.
Çoğunluğunu teknelerin oluşturduğu misafirlerin bulunduğu beldelerde sade ama
iyi kıyafetlerden falan gelenlerin zenginliği anlarsınız. Göcek öyledir mesela.
Selimiye’ye de yıllardır tekneler gelir, ki çoğunluğunu yabancılar oluşturur.
Yani gelen kitle hep maddi açıdan gücü yerinde kitledir. Ama tekneyle –tekne
derken sadece yelkenliden söz ediyorum- gelenler çok yalın insanlardır. Deniz
ile iç içe olanlar böyledir. Bu seferki Selimiye kitlesi bana biraz Yalıkavak
marina kitlesinin bir boy küçüğü gibi geldi. Umarım yanılacağım, fakat izlenimim
bu. Selimiye Marmaris’in Alaçatı’sı olma yolunda epey mesafe katetmiş. Örneğin
kulağıma çalınan şu sözler ne demek istediğimi biraz olsun yansıtır; “Aaa akşam
biz de Sardunya’da yiyoruz. Sonra Piano Bar’da birer drink alırız”... Drink
almak mı? Bu söylem Selimiye’ye hiç uymaz mesela anlatabildim mi? Şık insan görmek
tuhaf değil, kötü bir şey değil. Sadece yadırgadığımı söylemek istiyorum. Daha
önceki yıllarda da pespaye tipler yoktu zaten, biraz önce söylediğim gibi “denizci”
insanlar vardı ve onlar sadeydiler. Böyle şalvarlar giymiş ama inci takmış
Nişantaşı ekibinden hoşlanmadım. Bu arada Selimiye’de gözüme çarpan matrak bir
durum da şu; şehirli kadınlar Selimiye meydanındaki butiklerden köylülerin
giydiği şalvarların daha renklilerine acayip paralar veriyorlar. Köylüler de
şehirli gibi görünmek için pazardan çakma markaları alıp giyer olmuş. Yolda
şalvarlı ve pahalı parfümlü, yanık tenli sarışın kadınlar ile çakma markalı,
her zaman yanık tenli yerli kadınlar yan yana geçiyorlar. İzlemesi komikti.
Bir yere şık butikler açılmaya başladı mı geçmiş olsun. Bu durum,
oralarda satılanlara o paraları veren kitle gelmeye başlamış demektir. Ardından
arsa fiyatları yükselir. Şuraya bir taş ev kondurayım durumu başlar. Size
söyliyeyim, Selimiye’nin en fazla iki yılı kalmış. Sonra tam patlamış olur. Patlatanlar
bir süre sonra orasını da tüketip başka yere giderler, köylü de köyü bozulmuş,
her şey ateş pahası olmuş ama geleni azalmış, krizle baş başa kalır. İşte
Yalıkavak ile Selimiye bu bakımdan birbirine benzer durumda. Yalıkavak yirmi-otuz tane Selimiye eder ama temeldeki durum benzeşiyor.
|
Geçen yıla kadar burası sahilde içinde bademler de bulunan bir çayırdı. Şimdi butik ve bar olmuş |
|
Neyse ki eski Selimiye'den izler kaybolmamış. Denizin içinde şezlong tipik Selimiye görüntüsüdür |
Sardunya’ya gittiğimde her zaman günlük giysileriyle çalışan
garsonları, bu sefer tek tip kıyafet giymiş olarak buldum. Sardunya logolu gömlekler
filan. Sardunya’ya ilk gittiğim yıl sanırım 2000 ya da 2001 yılıydı. Çok
beğenmiştim. Sonra en az on kez gitmişimdir. En son geçen 2012 yılının
Ocak ayında hem bir gece konuk evlerinde kalmış hem akşam şömine başında rakı
içmiştim. Hava şahaneydi, gece ayaz vardı ama yatmadan önce iskelesinde oturup
yıldızları seyretmiştim. Sardunya de değişmiş. Sahildeki masaları doluydu,
yukarıdaki sette kenarda köşede bir masa var dediler, girmedim döndüm. Dönerken
Sardunya’ya gidenlerin arasından geçtim, parfüm kokusu bastı etrafımı.
Daha önce birkaç kez gittiğim Aurora’ya uğradım, iskele üzerinde
bir masaya oturdum. Burayı da severim, özellikle mezelerini. Sezon sonu diye
pek balık bulundurmuyorlar olmalılar ki çiftlik levreği ve çiftlik çipurasından
başka bir şey bulamadım. Ben de mezeye ağırlık vereyim dedim. Şarap sosuyla
hazırladıkları, toprak kapta fırınlanan levrek var dediler, bir parça yerim
dedim. Son söylediğim balık benim damak zevkime hiç uymadı, balık lezzetsiz ve biraz ağırdı. Ama onun dışında herşeyi zevkle yedim,
gerçekten lezzetliydiler. Hele önden kızarmış ekmeğe sürmek için getirdikleri
bir karışım var ki harika bir tad. Sahibine dedim ki bu çok güzel yahu, bedava
diye size öyle geliyordur dedi takıldı. Bir dahaki sefere ortaya ondan
söyliyeceğim, bedava olduğunu ağzından kaçırmayacaktı. Bir 20’lik rakıyla
mezeleri yedikten sonra geceyi uzatmadım. Aslında yeni açılan o piano çalınan
bara gidebilirdim, belki de iyi müzik dinleyebilirdim ama oraya gelecekler
hakkında fikir sahibi olmuştum. Otele döndüm.
|
Bayramda yine bu noktada durup fotoğraf çekeceğim diye aklıma yazdım |
|
Aurora'nın sevimli barı |
|
Aurora'dan |
Sabah erken kahvaltımı edip Datça’ya doğru yola koyuldum. Akşam
Datça’dan 17:30 feribotuyla Bodrum’a geçecektim ve iki günlük kısa tatilimi
bitirecektim. Yolda sadece her geçişimde yıllardır durup fotoğraf çektiğim iki noktada
durup her zamanki karelerimi çekip doğru Palamutbükü’ne devam ettim. Üç hafta
önce yine oradaydım ama Palamutbükü’ne doymak mümkün değil. Oraya marina yapılana kadar
bozulmayacağını biliyorum. Eğer yapılırsa oraya da geçmiş olsun diyeceğiz.
Bütün dualarım böyle kalması yönünde. Aynı şeyi Gökova Körfezi için de
söylüyorum. Çivi bile çakılmasını istemiyorum. Oralarda arazileri olanlar kendilerini
akıllı bizleri aptal sandıkları için “Doğayla uyumlu binalar yapılarak çevre
korunur” gibi saçma sapan iddialarda bulunuyorlar. Gözleri paradan başka şey
görmeyen bu rant yiyici güruhu ciddiye almıyor, kendi küçük zekalarıyla
başbaşa bırakıyoruz.
Yine arabayı Mavi –Beyaz’ın önüne bırakıp kendimi sahile attım.
Sağımda gözümün gördüğü mesafede en fazla onbeş kişi, solumda ise sekiz-on kişi
vardı diyebilirim. Koca sahilde yüzerken baktığımda ise dört kişiydik.
Palamutbükü’nün tarifi zor güzellikteki denizine yine doyamadım. İki bira ile
öğlen yemeğimi yiyip sahildeki şezlonglardan birine uzanıp denizin taşların
üzerinde bıraktığı sesi dinlerken hafif uyumuş olmalıyım telefonun sesiyle
sıçradım.
|
Orhaniye |
|
Dıştan takma klimalı karavan |
|
Her geçişimde durup fotoğraf çektiğim nokta. Kıvrıla kıvrıla giden Marmaris yolunu görebiliyor musunuz? |
|
Ön planda Bördübet, karşıda ise Gökova'nın Ören tarafı |
|
Aksi yönden gelirseniz bu tabelaları görmezsiniz ve feribotu kaçırabilirsiniz. |
Beşbuçuk feribotuna yetişmek için yola çıktım. Palamutbükü ile
feribotun kalktığı Körmen limanı arasını yarım saatte gidiyorum. Yolu
bilmeyenler için kırkbeş dakikada gidilir demek doğru olur. Artık nerede hangi
viraj var ezberimde. Feribotta yine terasta oturup güneşlenerek Bodrum’a kadar
geldim ama yolun yarısından sonra güneş etkisini kaybetti ve rüzgar
kuvvetlendiyse de aşağıdaki kapalı salonda gitmeyi yediremedim. Bunlar sezonun
son güzel haftaları, sonra istesek de bulamayız.
Hep söylediğim gibi Bodrum’da yaşamanın en güzel taraflarından
biri en fazla 250 km yol yaparak muhteşem bölgelere ulaşabiliyor olmak. Bu kısa
seyahatimde aşağıdaki haritada göreceğiniz bölgeleri gezdim. Yollar araba
kullanmayı cazip kılacak kadar güzel. İsterseniz virajlı ve her virajda
sürprizli yollardan gidin ister ana yollardan gidin, hepsinde geçtiğiniz
bölgeler, gördüğünüz manzara insanın içine işliyor. Özellikle Gökova benim
başka türlü sevgi beslediğim bölge. Bodrum tarafı da, Marmaris ve Datça tarafı
da ayrı ayrı olağanüstü coğrafya. Fethiye tarafı deseniz bambaşka güzellikteki
koylarıyla, Faralya ile ruhuma işlemiş yerler. Eğer insan Bodrum’da yaşıyor ve
buralara gitmiyorsa yanlış yapıyor, hayatı ve doğanın bahşettiği bu nimeti
ıskalıyor demektir. Fırsat buldukça, ama karadan ama denizden buraları gezmek
insanın ruhuna iyi gelir. Sevmek kadar korumak da bizlerin görevi. Buraları
doğa bize bahşetmiş, bizden öncekiler bir şekilde bize bıraktı, bizler de
geleceklere bırakacağız. Şu anda çok başarılı değiliz. Arkamızdan küfür
ettirmemeliyiz. Tüm bu rant peşinde koşan iktidardaki zihniyete, onların
peşinden giden ağzı sulanan yerli veya yabancı kitleye rağmen elimizden geleni
yapmak zorundayız. Buralar bunu hakkediyor. Buraların hakketmeyenlerin buraları
bozmasına sessiz kalmak, buraları gözden çıkaranlara sandıkta oy vermek vicdanları
yaralar. Sahip çıkacağız ve bunda başarılı olmak zorundayız.
|
Bu noktadan da muhtelif yıllarda ve mevsimlerde çekilmiş kareleri biriktiriyorum |
|
Palamutbükü'nde Mavi-Beyaz Otel'den |
|
Bomboş Palamutbükü sahili |
|
Mavi-Beyaz Otel |
|
Feribot Bodrum'a yaklaşırken |
|
Bodrum görününce |
|
Feribot doluydu ama herkes aşağıda oturdu. Yukarıda dört beş kişiydik |
|
Kırmızı rota Bodrum-Turunç rotamı, yeşil ise geçen yazımda anlattığım dağ yolu ve off-road olan Turunç-Selimiye rotamı gösteriyor. Sarı rota Selimiye-Palamutbükü rotası, mavi ise feribot yolu |
Önümüzdeki hafta bayram öncesi haftası, kimse pek iş yapmaz. Sonra
dokuz gün ülkece tatildeyiz. Ben de fırsattan yararlanıp üç gün için yine bu
rotada, Palamutbükü ve Selimiye, Bozburun taraflarında olacağım. Ancak bu kez
seyahati yalnız yapmayacağım. Geçen yazıda “yalnızlık” konusunda birşeyler
anlatmıştım. Demiştim ki seyahate gitmek için illa birine ihtiyacım yok, yalnız
da tad alıyorum. Ama bu yanımda değer verdiğim, sevdiğim birisi veya
birileriyle gitmeme engel değil çünkü öyle de ayrı bir tad alıyorum. İşte bayram tatilinde
bu rotada yalnız değilim. Daha farklı tadı olacak.
Keyifle okuyorum sizi, doğduğum yer olan Bozburun'a gidecekmişsiniz bayram tatilinde; Müskebi Adası'na selamlarımı yolluyorum. Seyahatte kafa dengi bir yol dostu, can yoldaşı öyle haz vericidir ki, o duygu daha sonra alışkanlık yaratıyor! İyi tatiller diliyorum...
YanıtlaSilSerdar Bey
YanıtlaSilBen notumu aldim lutfen sizde not alirmisiniz birgun beraber raki icecegimize dair
Alev
Otel mavi beyaz palamutbükünün en güzel otellerinden biridir.
YanıtlaSilhttp://www.otelmavibeyaz.com/