Bodrum'da bir kına gecesi
Bu
yazıyı biraz geciktirdim. Aslında Kasım ayının başında yazmalıydım. Hem araya
iki seyahat girdi, hem de Bodrum’da ilk kez bu kadar içinde olduğum bir düğünün
arka planını daha iyi anlayıp yazmak istedim. Yani sadece gözlemimi değil de
biraz bilgi de içersin diye düşündüm. Ama bunun da sınırını iyi çizmeliydim
çünkü sonuçta ben yöresel adetleri araştıran folklor uzmanı değilim.
Eh
evlenen bizim Hüseyin olunca, nasıl olsa bir ara konuşuruz, bilgileri alırım
dedim ama burası Bodrum. İşler aceleye gelmez. Hüseyin ile oturup on dakika
konuşalım dedikten sonra en az on defa karşılaştık ama dedim ya öyle aceleye
gelmez diye. Sonunda bu akşamüstü yürüyüşten dönerken Gemibaşı’nda yalnız
oturmuş görünce dedim gün bu gündür artık soracaklarımı sorayım, yoksa konu bayatlayacak.
Hüseyin’in çocuğunun düğününü yazacağım.
Baştan
alayım;
Hüseyin
benim Bodrum’da en sevdiğim balıkçı olan Gemibaşı’nın oğlu. Ya da mekanın
dedesinden beri var olduğunu düşünürsek üçüncü kuşak, yani torunu. Has
Bodrum’lu. Bu ne demek? Yerinde saygılı, yerinde fırlama ve muzip demek.
Gemibaşı’nı bilenler bilir, benim fazladan övmeme gerek yok, Buraları, yemeyi,
içmeyi, ağzının tadını bilenlere Bodrum’un merkezinde en iyi üç yer say deseler
mutlaka herkesin sayacağını bildiğim mekan. Benim çok eskiye dayanan bir de
anım var; üniversitenin ikinci sınıfına geçerken Bodrum’a gelmiştim,
Gemibaşı’nın o zamanki halinde, bir 29 Ekim akşamı rakı içmişliğim vardır. Yıl
1978’den bahsediyorum. O yıllarda annemin kuzeni Meral Horne da kocası Guy ile
Bodrum’da Tepecik Camii’nin karşısındaki yolun üzerinde mandalina bahçeli bir
evde yaşıyor, batik yapıyordu. Neyse konu bu değil. İşte bizim dostumuz,
kardeşimiz Hüseyin yazın evleneceğinden söz etti. Tabii geleneksel takılmaları,
şakaları yaptık. İyi düşün, emin misin gibi şeyler işte. Ama sonra sen bizim
gibi boşananların sözüne kulak asma dedik ne diyelim. Zaten laf arasında babası
da boşa debelenme, hepimiz bu haltı yedik sen de yiyiverecen deyivermiş.
Sonra
bir akşam Gemibaşı’nda rakı içerken masama davetiye geldi. 1 Kasım akşamı kına
gecesine, ertesi akşam da düğüne davetliydik. Bodrum’da sezon bitiminden
sonraki iki ay düğün dönemi. Evlenecek çocuğu olan aileler hem yazın hasılatını
toplamış oluyor, hem de sezonda tam iş yapılırken, para kazanılacakken işlere
ara verip üstüne bir de para harcamanın mantığı yok diye düşünüyorlar. Bu
dönemlerde her sene mutlaka bizim mahallede en az bir düğün olur. Ama ben
yüksek duvarla ayrılmış bir bahçede yaşadığımdan etrafla pek ilişkim yok. Eh,
adam da yalnız yaşıyor, hani şöyle bir ailesi, çoluğu çocuğu da yok diyorlardır.
Yani beni düğününe çağıracak sebep de yok. Ama bu sefer Hüseyin hem arkadaşım,
hem de mahallelim olduğu için düğün kadrosundaydım. Rastlantı sonucu o hafta
İstanbul’da işim çıktı, toplantıya gitmem gerekti. Ama işlerimi hallettim ve
kına gecesinin yapılacağı akşam uçağa atladım ve yetiştim. Arabayı eve bırakıp,
üstümü bile değiştirmeden gecenin yapılacağı Gemibaşı otoparkına geçtim. Gittim
ki gözlerime inanamadım. Otopark bir açık hava gazinosuna dönüşmüş, bütün
Bodrum orada toplanmış sanki. Tam filmlik bir ortam oluşmuş. Yüz civarı masa,
her masada rakılar, şaraplar. Bir yandan kazanlarda yemekler pişiyor. Şarkıcı
sahne almış, tepeden ampuller sarkıyor. Ortaya pist yapılmış, masalar etrafına
dizilmiş. Ona merhaba, buna selam derken bizim çetenin oturduğu masayı buldum,
yerime geçtim. Aliko adında, Bodrum düğünlerinin vazgeçilmezi, şarkı söylemeye
başlamıştı ben gittiğimde. Evden sesini duymuştum zaten. Ege havalarıyla
milleti yavaştan yavaştan coşturuyor, havaya sokuyordu. Derken yemek servisi
başladı. Ben bu kadar güzel yemeği görünce şaşırdım çünkü bini aşkın kişiye
yemek çıkarmak uzmanlık işi. Üstelik lezzetten ödün vermeden. Buranın düğün,
kına gecesi gibi özel günlerinde yenilen keşkek, nohutlu pırasa gibi yöresel
yemeklerini yerken parmaklar da gidiyordu. Özetle, lezzet inanılmazdı.
Portakal ağaçlarının altındaki masamıza geçtik oturduk |
Gemibaşı'nın otoparkı şahane bir kır gazinosuna dönüşmüştü |
Derken
yavaş yavaş müzik hızlandı ve Hüseyin ile henüz o akşam nişanlısı olan Nil
yöresel oyunlara başladılar ki bir de ne görelim, Hüseyin harika zeybek
oynarmış da bilmezmişiz. Zaten o andan sonra taa ertesi akşamki düğünün sonuna
kadar Hüseyin’I hiç yerine oturmuş halde görmedim. Ne zaman kafamı çevirsem
kendi etrafında dönerek zeybek oynuyordu. Hani Karadeniz’linin zeybek için “o
kadar düşündükten sonra ben de oynarım” demesine bakmayın, zeybeğin hızlısı da
varmış, ben de yeni öğrendim.
Hüseyin ile nişanlısı Nil sahneye çıktıklarında gece resmen başlamış oldu |
Bir ara erkekler zeybeğe başladı |
Daha
sonra gençler zeybek oynamaya başladılar. Aralarında gencecik kızların olması
çok hoşuma gitti doğrusu. Hem bu geleneği öğrenerek devam ettirmeleri
bakımından, hem de içinde bulunduğumuz ülke koşullarında genç kızlara yapılan
evde otur baskısını gördükçe Bodrum’lı kızlarımızın böyle toplum içinde
olmalarını görmek iyi geldi. Gecenin ilerleyen saatlerinde tabii ki o kadar
rakı etkisini gösterdi, ben dahil hepimiz ortaya çıkıverdik. Burada yer
verdiğim bazı resimlerdeki –yine kendimi katarak söylüyorum- kişileri bir araya
geldiğinde, masadan sadece tuvalet için kalktığında hareket ederken görürsünüz.
O akşam ortamın neşesi, Hüseyin’in enerjisi, atmosferin harikalığı, o alandan
Bodrum’a yayılan şamata hepimizi etkiledi.
Bizler Gemibaşı'nın müdavimleri olarak bir aradaydık |
Kına yakılmak için hazırlanırken |
Kına yakıldıktan sonraki dans |
Şimdi
bu gözlemlerin peşine Hüseyin’e sorup da cevap aldığım bilgileri de paylaşayım.
Hüseyin
sizde düğün bir hafta mı sürüyor?
Düğünden
hemen hemen bir hafta önce gelinin çeyizi gider. Devenin üzerine sandık
konulur, sandığın içinde çeyiz vardır. Ağırlık denir. Davul zurna eşliğinde,
eğlenerek kız evine varılır. Kız evinde ikramlar hazırlanmıştır. Sandık deveden
alınır, yere konduğunda erkek tarafından sandığın üstüne oturanlar olur.
Sandığın anahtarını teslim etmezler… küçük hediyeler alınır, sonra verirler
sandığı. Böyle bir adeti vardır.
Böylece
düğün başlamış mı olur?
Evet,
düğün başlamıştır artık. İki gün sonra da “kız ardı” denen mukabele yapılır.
Yani bu sefer kız tarafı damat için alınanları damat evine getirir. Aynı şeyler
damat evinde olur, yani hediyeler, ikramlar falan.
Sonra
sıra kına gecesine mi gelir?
Evet.
Ama aslında bizim yaptığımız gibi karışık değil de kız tarafı kız evinde erkek
tarafı erkek evinde ayrı eğlence yapar. Gece erkek evi kız evini basmaya gider.
Baskından sonra orada kına yakılır, eğlence devam eder. Biz ikisini bir mekanda
yapınca biz durduğumuz yerde, olduğumuz yerde bastık yani.
Peki
senin bir fotoğrafın var, iskemlede oturmuşsun traş olurken. O ne zaman
yapılır?
Ya, o
ağırlık günü oldu. Esasında kına gecesi yapılır da ben o gün zaman bulamadımdı,
sağolsun bizim mahallenin berberi Erdem kardeşim geldi bana bir damat tıraşı
yaptı. Ben o günden sonra beş kere daha tıraş oldum zaten. Damat traşı
fiyatıyla çarp, durumu anla abi.
Ağırlık
dediğin deveyle giden hediyeler değil mi? İçinde neler vardır?
Bizim
götürdüğümüz ağırlığın içinde gelinlik vardır. Kızın kullanabileceği havlular,
makyaj malzemeleri, şampuanlar, parfüm. Gecelik, elbise… Aklına gelebilecek
ıvır zıvır her şey vardır.
Karşılığında
da damat için gerekli şeyler mi geliyor?
Evet,
işte damatlık, kına gecesinde giyilecekler, pijama, traş malzemesi… güzel her
şey güzel yani.
Yusuf, Gemibaşı'nın mutfak ekibiyle |
Havva piste fırlamışken |
Rana pisti fethederken |
Ahmet olmadan pistin tadı çıkmaz |
Bendeniz ve Hüseyin |
Mühim ikili; Mazlum ve İrfan abimiz |
Şarkılarıyla Bodrum düğünlerinin aranılan ismi Aliko |
Mehmet, Hüseyin ile piste çıkmışız |
Şu
davetiyelerin havlulu olması, olmaması meselesine nedir?
Şimdi
bizde “okuntu” denir, küçük hediyelerle düğüne çağrılır. Yani davetiye ile
birlikte küçük hediye gider, buna okuntu denir. Biz de havlu hediyeli davetiye
gönderdik. Esasında çok yakınlara da hiç davetiye gönderilmez.
Istanbul’da
herkese gönderirsin, göndermezsen beni çağırmıyor diye düşünülür.
Şimdi
burada gönderirsin, bu sefer “yahu ben davetiye ile mi geleceğim, biz yabancı
mıyız?” denebilir. Yani davetiye en samimi olan arkadaşına falan gönderilmez.
Bu düğün işleri çok ince, çok kırılgan işler. Şimdi bakıyorum bugün bir çok insan
bana küs. Davetiyesi ulaşmayan var. O telaşta unutulan olmuştur.
Yahu birader bu düğün işleri öyledir, kimseyi memnun edemezsin... Son olarak şu kına gecesi
yemek yapanları anlatsana.
Köylerde
bu işe özel aşçı kadınlar vardır. Aylar öncesinden rezervasyon yaptırırsın. Biz
öyle yaptık. Kaparoyu yatırdık da geldiler. Sen ne diyorsun, Michelin yıldızlı
restoranlarda bu kadar öncesinden rezervasyon yoktur.
O
akşam kaç kişi vardı yahu?
Binüçyüz
kişi vardı. Binbeşyüz kişilik yemek yapıldı.
Kaç
şişe rakı gitmiştir?
Yirmi
koli gitti. Şarap, votka, cin, bira hariç… nerden baksan otuz şişe de viski
gitmiştir.
Rakının
bir kolisi bizim masada bitmiştir zaten. İrfan abi, Mazlum Ağan, Ahmet ve Mehmet
Kurşuncu, Yusuf Yolcu derken masa epey ağırdı. Peki Hüseyin, teşekkür ederim
bilgiler için. Tekrar tekrar sana ve eşine mutluluklar diliyorum. Sağlıklı,
mutlu iyi bir hayatınız olsun…
İşte
bizim Hüseyin kardeşimizin kına gecesi notları böyle. Biraz olsun o ortamı
aktarabilmek istedim. Bir gün yolunuz buralara düşer de düğüne veya kına
gecesine denk gelirseniz araya karışıp izlemenizi öneririm. Kimse, sen de
kimsin demez zaten, eğlenceye katılın. Rakının su gibi aktığı, kadın, erkek bir
arada eğlenilen bu neşeli insanların mutluluklarına, coşkularına şahit
olursunuz. Unutmayın ama, yazın gelirseniz düğün falan göremezsiniz. Herkes
işinde gücünde. Düğün için ekim ayında bekleriz.
Minik videoyu yukarıdaki görüntüye veya aşağıdaki linke tıklayarak izleyebilirsiniz.
Güzelmiş,Bursa'da da adet aynıdır hemen hemen ama kına kadınlar arasında olur,sonra erkek evi kına bitiminde kız evinden tavuk alamaya gelir davullu zurnalı vs vs ..Teşekkürler aktarımlarınız için..
YanıtlaSil