Datça
ile ilişkim Bodrum’a yerleştikten sonra başladı ve her yıl artan bir bağ ile
sürüyor. Bunda Datça’nın bana göre müthiş coğrafi özelliklerinin yanı sıra
Fevzi gibi, Serap gibi dostlarımın olmasının da katkısı var tabii. Hiç bir
neden olmasa bile, Fevzi’de Ege otları yiyip, yanında bol rakı soslu sohbet
için gidiyorum. Zaten bundan daha iyi neden olabilir mi? Ha bir de üç yıldır bu
mevsimde bahar açan bademleri görmeye gidiyorum. Bu badem baharları konusunu
bana yine kışın Datça’da mekanındaki bir rakı masasında Fevzi anlatmış, mutlaka
gel gözlerine inanamazsın demişti. Ertesi yıl, yani 2013’ün Şubat ayında ilk
defa gitmiştik. O kadar etkilenmiştim ki her yıl Şubat ayını bekler oldum.
Geçen yıl yalnız gittim. Bu yıl İstanbul’daki arkadaşım sevgili Gülüşan –ki
gide gele O da bir Datça sevdalısı oldu- benden dinlediği, blogda okuduğu
bademleri yerinde görmek için kalktı geldi. Yola çıkmadan önceki akşam Mahmut
Kaptan’da beraber olduğumuz sevgili dostlarım Simten (nam-ı diğer Timten) ve
Selçuk’a hadi siz de gelin dedim ve ertesi sabah Bodrum’dan hep birlikte yola
çıktık. Kısıtlı zaman ve hava şartları nedeniyle yolu uzatmadan, yani
Bodrum-Ören-Akyaka üzerinden gidilen Gökova yolundan değil ana yoldan,
Bodrum-Milas-Yatağan-Muğla-Akyaka üzerinden Marmaris’e, oradan Datça’ya vardık.
|
Gülüşan, Simten ve Selçuk ile yolda... |
Hava
bize elinden geldiğince iyi davrandı. Şöyle söyliyeyim; Cumartesi sabah
kahvaltıyı Bodrum’da bahçede yaptık. Yol boyu güneş bizimleydi. Datça’ya
varınca hiç merkeze girmeden doğru Mesudiye rotasına saptık ve birkaç kilometre
sonra gelin gibi süslenmiş badem ağaçları bizi karşıladı. Hızırşah taraflarında
badem bahçelerine daldık, o inanılmaz koku bizi kendimizden geçirdi. Dediğim
gibi benim üçüncü kez şahit olduğum bir olay olmasına rağmen her defasında içim
bir tuhaf oluyor. Ekiptekilerin ilk tecrübesiydi, onların da büyülendiğini
görebildim.
|
Hızırşah taraflarında badem bahçelerinde |
|
Bir anda fırlama bir köpek yavrusu geldi, oynamaya başladık |
Hızırşah’tan
sonra Mesudiye’ye devam ettik. Yaka Köyünden sahile Palamutbükü’ne indik.
Sahilde biraz gezindik. Bomboş Palamut sahilini ve denizi içimize çektik ve
Ovabükü’ne devam ettik. Karnımız acıkmıştı, Poyraz Restoran’da Ercan Usta’nın
otları, ahtapotu bizi bekliyordu. Hava hala iyi davranmaya devam ediyordu ve
yemeğimizi sahilde, açık havada yiyebildik. Bir kere daha bu coğrafyada
yaşamanın nimetlerine şahit olup şükrettim.
Akşam
tabii ki Fevzi’nin mekanında Fevzi ve Serap ile buluşacaktık, yemek işini
abartmadan Datça merkeze yollandık. Son iki yıldır artık her gidişimde kaldığım
Kumluk Otel’e yerleşip biraz dinlendikten sonra Datça’yı boydan boya yarım saat
içinde yürüyüp, dönüp Fevzi’ye demir attık. Datça bırakın İstanbul’da
yaşayanları, Bodrum’da yaşayan bizler için de oldukça küçük ve sakin bir yer.
Bu da çok iyi tabii. Hepi topu 16 bin nüfus olduğunu düşünürseniz, Bodrum’un
Turgutreisinden bile küçük demektir.
|
Yaka Köyü'nden Palamutbükü'ne bakış |
|
Palamutbükü sahili |
|
Her kış Palamutbükü sahilinde bu noktada bir anım olsun istemiştim, çekip/çektirip duruyorum |
|
Ovabükü sahili |
|
Ercan Usta'nın ahtapot ızgarası |
Fevzi
normalde kışın dükkanını açmıyor ama sağolsun ne zaman arasam bizler için
açıyor ve doyumsuz, uzun sohbetlerimizi yapıyoruz. Cumartesi akşamı da
özlediğim Ege otlarını masaya yayınca kendimi kaybettim. Bu kış bizim buralarda
kış oldukça sert geçiyor. Aralık ayından beri Datça’ya ne zaman gitmek istesem
ya fırtına ya yağmur oluyordu. O yüzden iki aydır gidememiştim. Özlemişim.
Bir
akşam önce Bodrum’da Mahmut Kaptan’da epey yiyip içtiğimiz ve ne de olsa 250
km’den fazla yol geldiğimiz için Fevzi’de çok geç saatlere kadar kalmayız
herhalde derken içeri Datça’lı Che girdi. Nasıl tarif edeyim, hani hafif kaçık
ve matrak adamdır desem doğru olur. Yassu Serdar Abi diye başladı -zaten Fevzi
ile Serap çok iyi tanıyorlar- o hızlı ve heyecanlı konuşması ile sahilde
şantiye halindeki bir taş binanın içinde şömine yaktım gelin dedi. Eh dedik son
kadehleri orada içelim, iki greyfurt soyup elimizde son kadehlerle şöminenin
başına gittik. Datça’lı Che bizden önce oturmuş bir tencere kavurma yapıp
yemiş. Soğan, domates ve kırmızı şaraptan oluşan masasına, greyfurt ve
rakılarımızla kurulduk. Laf lafı açtı, rakılar bitti, Fevzi’den yeni şişe
geldi. O yetmezmiş gibi bir kangal da sucuk gelince işin rengi değişti. Sohbet,
mavra yerindeydi, güldük, eğlendik. Hayırlı işleri konuştuk –ki fotoğrafların
alt yazısında göreceksiniz. Gece saat kaçtı bilmiyorum, artık yatalım dedik,
otele döndük. Zaten otel, Fevzi’nin mekanı ve şömine yanan taş bina hepsi birbirine
elli adım mesafede.
|
Fevzi'de masanın hali. Bu daha başlangıçtı |
|
Fevzi ile Serap... Datça'lı dostlarım, şahane insanlar |
|
Simten ve Selçuk |
|
Final balıkla sanmıştık ama... |
|
...Fevzi bir kangal sucukla gelince final sucukla yapıldı |
|
Datça'lı Che ile |
|
Che Gülüşan'ı bizden istedi, Fevzi de elli dönüm bademliğe Gülüşan'ı verdi. Böylece hayırlı bir işe vesile olduk. Yalnız Che bundan böyle masadaki bütün erkeklerin Datça'ya girmesini yasakladı. Ne yapalım, onlar mutlu olsun da :) |
Pazar
sabahı biraz geç kalkıp kahvaltıyı yaptıktan sonra direkt olarak Bodrum’a
dönmeyelim, geze geze gidelim istedik, rotayı Selimiye’ye çevirdik. Orhaniye’yi
geçtikten sonra yağmur başladı ama arada yağıp duran cinsindendi. Selimiye son
iki üç yıldır yazları -bana göre tatsız bir kitlenin işgali altında. Eski köy
havası kalmadı. O yüzden artık yazları gitmiyorum ama bu mevsim tek kelime ile
şahane oluyor. Kimseler yok. Yazın kaptanların kullandığı motor yatlarından
inen, “akşam piano bar’da drink alalım hayatım” diyen takım olmayınca Selimiye’de
hayat güzel. Yazın tekne kıçı görmekten denizi göremediğimiz Sardunya’da yine
şömine başına kurulup hafif otlu, mezeli bir öğlen yemeği yedik. Selimiye
sahilinde de yağmur atıştırırken biraz dolandıktan sonra yavaştan yola
koyulduk. Ekipten Gülüşan İstanbul’a döneceğinden belli bir saatte
havalimanında olmamız gerekiyordu ve fırtına ile beraber yağış hızını
artırıyordu. Akyaka’da çay içelim dedik, otuz metre yürürken aniden bastıran
yağmur, yolun kalanı hakkında fikir verdi. Nitekim Yatağan’a yaklaştıkça kara
bulutlar yolumuzu kesti. Kocadağı aşıp Milas’a inerken çok şiddetli dolu ve
sulu kara yakalandık. Bu coğrafyada otuz yılda en az 100.000 km’yi aşkın yol
yapmışımdır, bu rastladığım ikinci şiddetli yağıştı. Yavaş yavaş, gecikmeden
havalimanına vardık. Gülüşan’ı İstanbul’a uğurladıktan sonra biz Bodrum’a
evlerimize döndük.
|
Orhaniye |
|
Orhaniye, Kızkumu |
|
Orhaniye |
|
Selimiye'de Sardunya restoran |
|
Selimiye'de sakin, sessiz hayat |
|
Selimiye |
|
Selimiye |
|
Selimiye |
|
Akyaka, Azmak |
|
Datça ganimetleri. Arkadaki etiketsiz kapaklı kavanozlardaki ballar, domates püreleri ve harnup pekmezi Serap'ın doğal ürünlerinden. Öndekiler Pehlivan'ın malları |
Tatlı
bir yorgunlukla Pazar akşamını ve hafta sonunu da bitirdik. Çok iyi, dolu dolu
geçen iki gün sanki dört, beş gün gibi geldi. Badem bahçelerinin kokusu hala
burnumda. Belli mi olur belki baharlarını dökmeden yine giderim. Bu blogda
üçüncü kez baharları anlatıyor, fotoğraflarını paylaşıyorum. Ama o muhteşem
kokuyu paylaşamıyorum. Hem zaten fotoğraflar da o mükemmel görsel şöleni ne
kadar aktarabilir ki. Datça gelin gibi, bembeyaz bir dantel örtmüştü diyeyim siz
hayal edin...
Merhaba,
YanıtlaSilSelimiye 'nin bademi bir başkadır.Aromalıdır.
Bir de Hidayet 'in Yeri vardır en başta, tersane girişinde.
Selimiye unutamadığımız yerlerden..:)
Merhaba Serdar bey,
YanıtlaSilFotoğraflar muhteşem , kokuları buralara kadar geldi :)
Çiçeklerle bezenmiş badem ağaçlarını görünce geçen yıl Nisan Antakya'da Portakal çiçeği bahçelerinin görüntü ve kokusunu bana hatırlattı , bende mest olmuştum .
İstanbul 'un bu karlı gününde yazınız ilaç gibi geldi, yüreğinize sağlık,
Naçizane küçük bir tavsiye , uçak kullanımlarınızda havalimanı transferlerinde http://www.securedrive.com.tr kullanabilirsiniz:)