Şu sosyal medya durumları.
Yarın
seçim var. 1983 yılından beri -bir kere hariç- bütün yerel ve genel seçimlerde
oy kullandım. 12 Eylül sonrası gerilimli günlerden bugüne gelene kadar bu kadar
gerilmiş bir Türkiye hatırlamıyorum. Nedeni, iktidar olan gücün bu gücü
hazmedemeyip, çıkar çevresi için ülkeyi ateşe atacak kadar kendilerinden
geçmesi. Bütün dileğim, içlerinde eğer sağduyulu birileri kalmışsa onların ve
halkın yarın devreye girerek bu gidişi frenleyecek bir sonuç ile ülkenin önünü
açmaları.
Bu
gerginlik sizi, yaşadığınız ortama, hayatınızın akışına, yaptığınız işe, kısaca
sizin koşullarınıza göre az veya çok etkiliyor. Ben Bodrum’da yaşıyorum, burada
hayat İstanbul, Ankara gibi gerilimli değil. Ama buna rağmen tabii ki biz de
ülkedeki bu tatsızlığı hissediyoruz.
Belki
bilenleriniz vardır, benim iki tane twitter hesabım var. Biri kişisel diğeri
işimle ilgili. Kişisel olan burasibodrum / @serdarbenli hesabımı çok daha aktif
olarak kullanıyorum. Bu blogda yazdıklarımla paralel, twitter kuralları
dahilinde bir şeyler yazıyor, paylaşıyorum. Doğal olarak da benim de takip
ettiğim hesaplar var. Ofiste çalışırken gün içinde ekranlardan birinde sürekli
olmasa da twitter açıktır. Olan biten orada önümden akar, oradan ülkenin hal-i
pür melalini izlerim. Son bir iki aydır sadece ülkenin gerilimine yönelik
bilgilere bulandığımı fark ettim. Evimde TV var ama çalışmıyor. Son yerel seçimleri
izlemek için yaptırmıştım sonra daha da izlemedim. Zaten uyduda kanalların yeri
değişmiş mi ne istesem de bir şey izlemem mümkün değil. İzlememe nedenim, icraatlarını
ve fikirlerini asla onaylamadığım iktidar zevatının ikide bir karşıma çıkıp konuşmalarına
şahit olmamaktı. Tartışma programlarındaki kalem erbabının saçmalamalarını
izleyerek sinir kat sayımı artırmanın bana hiç bir yararı yok sonuçta. Ve bu
zırvalara göre oy vereceğim parti/fikir de değişmeyeceğine göre TV izlemem
dedim, öyle yapıyorum. Hem film izlemekten de sıkılıyorum. Komiser Colombo’dan
sonra hiç dizi de izlemedim. Her neyse, sonuçta TV’de kaçtığım Erdoğan’lara,
Gökçek’lere twitter’da gereğinden fazla yakalanmaya başladım. Bu arada siyaset
dışında, mesela futboldan da hiç haz etmiyorum. Eskiden izlerdim,
heyecanlanırdım. Ama yıllardır ne takım tutacak şevkim kaldı ne izlemeyi
gerektirecek kadar kaliteli futbol var. O piyasa da berbat halde. Gerilimden
futbol da payına düşeni alıyor doğaldır ki. Bunun etkisiyle twitter hesaplarından
rakiplerine ağır küfürler saydıran takımseverleri okumak zorunda kalıyordum.
Bir çoğunu takipten vazgeçsem de bir biçimde sızıyorlar işte. Bu da yetmezmiş
gibi Acun’lar, Arda Turan’lar karşıma çıkınca artık yeter dedim ve hesabımı
askıya aldım. Bir kaç gündür izlememeye başladım, inanın iyi geldi.
Böylesine betonlaşmış, neredeyse bir metrekare yeşili kalmamış çarpık bir kentte yaşayınca normal kalmak zor |
Tabii
işin bir de sosyal medya kullanıcılarının üslup ve tavırları kısmı var.
Tahammülsüz, gerilime gerilim katan, terbiye ve saygı sınırlarını zorlayıp
aşanlarla muhatap olmak saçma geliyor. O hesabı takip etmiyorsun, o da seni
takip etmiyor ama bir şekilde senin bir lafına sinirlenip ana avrat dümdüz
gidiyor. E bunlarla niye karşılaşayım ki. Bazı şeyler bu ülkeye çok erken
gelmiş. Mesela otomobil. Henüz otomobil kullanacak düzeyde değiliz. Çünkü
trafik denen bir sistem var ve biz bunun kurallarına uymuyoruz. Uymayınca kaza
yapıyoruz. Ölümler, yaralanmalar, maddi manevi zararlarla karşı karşıya
kalıyoruz. Oysa o kurallar bunları yaşamamak için. Ama gel de bizim insanımıza
anlat. Otomobiline 400.000 euro veren adam aslında onu kullanmayı bilmiyor.
Sosyal medya da biraz böyle. Dünyada nüfusuna oranla en çok facebook, twitter
kullanan ülkelerin başındayız. Ama kullanmayı bilmiyoruz. Daha doğrusu adabını
bilmiyoruz. Çünkü genel olarak hayata karşı adap bilmiyoruz. Trafikte sağdan
gelip kırmızı ışıkta önünüze geçen adamın twitter’dan size küfür etmesi de
olağan. Mal bu çünkü. Malesef bu toprağın mahsülü de bu.
Karşılaştığım,
muhatap olduğum tavırlardan hareketle şu kullanıcı profillerine bakıp biraz
eğlenelim isterseniz.
“Hayat
size güzel”ciler..
Bunların
hayatı kötü gidiyor. Bunun parayla pulla ilgisi yok. İçlerinde beyaz yakalı,
plazada karton bardakta Starbucks kahvesi içen de var. Ama hayatı berbat. Yani
aslında yaptığı o işini sevmiyor. Arkadaşlarıyla anlaşamıyor. Veya işi iyi ama
evde mutsuz, berbat bir evliliği var. Kaçıp, bırakıp gidemiyor çünkü kredi
borcu var… Böyle uzar gider. Işte onlar Bodrum’da yaşamayı seçmiş, İstanbul’u
bırakabilmiş birini görünce içten içe nefret besliyorlar. Bir gün bir an
geliyor size bunu kusuyorlar.
Burada sakin bir hayat sürmeye çabalıyorum. Kimseyle derdim de yok. Kimsenin de benimle derdi olmasına gerek yok zaten |
Begonvillerimin açtığını görmek beni mutlu eden bir olay mesela. Bunu anlamayanları da anlamak zor değil |
Sosyal medyadan biraz uzak durmak iyi fikir |
Sakinlik buradaki hayatımın en önemli unsurlarından |
Maslak'taki plazaya gitmek için iki saat trafikte kalan biri benim işe gittiğim aracıma sinirlenebilir ama bu bir seçim meselesi. İstanbul'da kalıp işimi büyütmek istemedim |
Bir
akşam Bodrum’da arkadaşlarımın Hanende Mey adlı mekanı açılıyordu. Bu konuyla
ilgili bir tvit yazıp mekanın fotoğrafını paylaşmıştım. Bir takipçim “Siz
Bodrumlular ne biçim insanlarsınız? Antalya’da bir çocuk öldürüldü siz ne
fotoğrafı paylaşıyorsunuz?” mealinde laf attı. Belli ki manyakça bir hırsla
beni takip ediyormuş, o gün bir nedenle bir çocuk ölmüş, onun üzerinden bana
saydırıyor. Sonradan gazetede çalıştığını (Sabah ekonomi servisi galiba) duyduğum
bu kadının aslında Gümüşlük’te evi olduğunu, yazlarını burada geçirdiğini
öğrendim. Muhtemelen yazın ülkenin bir köşesinde bir çocuk öldüğünde o da o
anda belki Gümüşlük’te güneş batışı fotoğrafı koyuyordu. Yani içinde bulunduğu
ortama göre insanların hali tavrı değişebiliyor. Kışın kimbilir hangi kötü
koşullarda yaşadığı bir hayatı var ki, benim paylaştığım burada bir meyhane
açılışı fotoğrafına saydırabiliyor.
“Sizi
takip ediyorum ama”cılar
Bunlardan
biriyle Instagram’da karşılaştım. Diyor ki “Hayatınızın her anını paylaşmak
zorunda mısınız? Bodrum fotoğraflarınızı seviyorum ama bu fotoğrafınızı
beğenmedim, niye böyle şeyleri paylaşıyorsunuz? Takip etmeyi bırakayım diyorum
ama o zaman da Bodrum fotoğraflarınızı göremeyeceğim. Ben ne yapayım sizce”
diye yazıyor. Sonuna da gülücük işareti yapmış. Yani sevimliyim aslında diyor.
Ben de cevaben dedim ki; Sorunuzun cevabı sorunuzun içinde gizli. Yani takipi
bırak be zevzek demeye getirdim. Anladı ve gitti.
“Öyle
değil böyle yazın”cılar…
Fikirlerinize
saygı duyuyorum ama öyle yazmayın demeye getiriyorlar. Sana ne kardeşim
diyorsun? Ne yazacağımı sana mı soracağım. Ben sana karışıyor muyum? Hayır.
Peki sen niye karışıyorsun? Takibi bırak butonuna bas gitsin. Bunu yapmak
varken niye bana bu saçma şeyi yazıyorsun diye soruyorum, sinirleniyorlar.
“Karar
verdim siz şöylesiniz”ciler…
Bunlardan
biri yine Instagram’da karşıma çıktı. Dehşetle okudum. Bir insan nasıl bu kadar
manyak olabilir, gerçekten çok şaşırdım. Bilenler vardır, Bodrum’da uzun rakı
akşamlarımız olur ve bunları paylaşmayı severim. Benim Bodrumlu hayatımda bu
rakı sofralarının yeri çok başkadır çünkü. Dostlarla rakı sohbeti, o
masalardaki kahkahalı geceler buradaki hayatımın sürmesini istediğim, çok değer
verdiğim önemli bir parçası. Haftada iki veya üç akşam bu masaları kurmaya
çalışıyoruz. İşte Instagram’daki bir takipçi hanımefendi “Karar verdim siz
alkoliksiniz. Alkol olmadan hayatın tadını çıkaramıyorsunuz. Yazık size. Sizi
takibi bırakıyorum” diye yazdı. Düşünsenize, beni tanımıyorsunuz, rakı fotoğrafı
görmek sizi sinirlendiriyor ve kalkıp bana bunu yazıyorsunuz. Gerçek bir ruh
hastasıydı ne yazık ki. Bunları yazıp kendini küçük düşüreceğine takibi bırak
gitsin değil mi?
Gıda için AVM'ye veya filanca markete gitmiyor, pazara gidiyorum. Bu da bir seçim |
Dünkü HDP toplantısından. Burada siyaset hayatın vazgeçilmez bir parçası değil. Ülkede olan biteni izliyoruz o kadar |
“Siz
aslında huzurlu değilsiniz”ciler…
Bunlardan
biri de yine Instagram’da karşıma çıktı. Bir tvitime kızmış cevabını
Instagram’da yazıyor. Bu durum hayli komik ama işin o kısmını geçiyorum. Bana “İstanbul’da
kimse gülmüyor” gibisinden yazdığım tvite karşı Instagram’da bir laf etti, ben
de o gün dediğim gibi İstanbul’daydım, yani zaten istemediğim bir yerde
istemediğim bir durumdayım. Cevaben,
bakın burası benim hesabım istediğimi yazarım. Beğenmiyorsanız çekip gidin
kardeşim. Yazdıklarım/paylaştıklarımla ilgili kimin ne düşündüğünü merak
etmiyorum falan dedim. Ohhooo… Abi dedi ki; sizin bazı postlarınızı beğendiğim
için kendimde yorum yapma hakkını buldum, istemiyorsanız yapmam. Siz aslında
huzurlu değilsiniz o huzur sadece Bodrum fotoğraflarında var tarzı bir şeyler
yazdı. Tamam işte dedim. Tam da bu. Yazma gitsin kardeşim. Üç fotoğrafı beğendi
diye bıdı bıdı yapma hakkını kim veriyor birbirine anlamadım ki. Ben beğendiğim
bir fotoğrafı beğen butonuna basarak beğenirim. Çok beğendiysem övgü yazarım.
Ama beğenmediysem geçer giderim. Niye laf edeyim? Niye o insanın hayata
bakışına karışayım? Hiç uymuyorsa takibi bırakırım. Ki öyle yapıyorum. Yani bu
laf atmaların altında hep aynı semptomlar var. Kıskanma, nefret vesaire. Sen
biraz farklı bir hayat yaşamaya çabalıyorsan şimşekleri çekiyorsun. Onlar gibi
olmanı istiyorlar. İşlerine gelmeyince de etiketi/yaftayı yapıştırıyorlar.
Zaten Bodrum’da yaşamak onlar gözünde yeterince ayrıcalıklı yapıyor,
kendilerini dizginleyemiyorlar.
“Tam
olarak neresi”ciler…
Bir
fotoğraf paylaşıyorsun mesela. Soru geliyor; Orası tam olarak neresi? Yani
kabaca Bodrum veya Bodrum’un İçmeler bölgesi demen yetmiyor. Adres vereceksin. İşi gücü bırakıp Google Map’ten nokta atışı bekliyorlar.
“Nerede
kalalım”cılar…
Bodrum’a
geliyoruz. Ucuz, merkezi, temiz otel önerir misiniz? Zaten bu üçü asla bir
araya gelmeyen üç özelliktir. İkisi olur ama üçüncü olmaz. Kaldı ki ben
Bodrum’da otelde kalmıyorum ki. Evim var. Ben de uzaktan bildiğim bir kaç oteli
sayıyordum. Sonra baktım ki “Serdar Bey o oteli söylediniz ama onun servisinden
hiç memnun kalmadık” gibisinden laf edenler oldu. Yahu otel benim değil. Acente
de değilim. O yüzden artık cevap veremiyorum.
“Oraları
yazmayın”cılar…
Çok
masum kesim. Şunu demek istiyorlar aslında; o bölge çok güzel, yazıp insanların
gelmesine yol açmayın. Bodrum hakkında fazla yazmayın diyene de rastladım. Yahu
hesabın adı “burası bodrum” ne yazacaktım? Evet, tabii ki her yeri yazmıyorum.
Ama bu oraya insanların gelmesini engellemeyecek ki. Bodrum’un nüfusu benim
geldiğimden bu yana %30 artmış. Bu artışın sebebi benim bu blog ve twitter
hesabımsa ben müthiş güçlü bir kalemim demektir. Yaklaşık 100.000 insan beni
okuyup buraya göç etmiş yani. Böyle gücüm varsa burayı da ben yöneteyim oldu
olacak. Sen gel, sen gelme… Sen bu oteli yık, bu evleri de yapmayın. Tabii ki
böyle bir şey yok. Sormak da gerekiyor; siz gelmeden önce de buralarda yaşayanlar
vardı. Onlar da sizin hakkınızda böyle düşünüyor olabilirler mi? İnsanların
şehirden kaçışlarının önüne geçmek mümkün değil. Bu sosyal ve ekonomik bir
olgu.
Bu masadaki üç kişiyle sosyal medyadan tanışıyoruz |
Burada hayata çok benzer şekilde bakanlar bir aradayız. Bu da çok doğal. Şu masada bir kişi hariç hiç birimiz Bodrum'da doğmadık |
Bu masadaki iki arkadaşımla da sosyal medya kanalıya tanıştım mesela |
Daha iki akşam önce Ferhat ile oturup şimdi bu sayfada yazdığımın benzeri konuları, sosyal medyayı, Bodrum'u falan konuştuk. Ferhat ile de Twitter sayesinde tanıştım |
Evet
işte böyle… Bu listeye eklemeler yapılır daha. Ama genel olarak karşılaştığım
tiplemeleri yazmaya çalıştım.
Gelelim
diğer konuya. Bu sosyal medya aleminde son derece kaliteli, düzgün,
fikirlerinden ve sohbetlerinden büyük zevk aldığım profiller çoğunlukta.
Twitter’a ara vermemin, tamamen kapatmamamın nedeni bu kişiler. Çünkü onlarla
irtibatı kesmek istemiyorum. Kimiyle yüz yüze görüştük, dost olduk, rakılar
içtik, sohbetler ettik. Bodrum’da hala bir arada olduğumuz bazı dostlarımla bu
kanalla tanıştık mesela. Datça’da, Fethiye’de, İzmir’de, İstanbul’da böyle
dostlarım var. Bu zenginliği kaybetmek istemediğimden şimdilik, yukarıda
anlattığım nedenlerle twitter hesabıma ara verdim. Burada ve Instagram’da
görüşürüz zaten.
Artık siyasette, ekonomide, futbolda, sosyal medyada, yani kısaca hayatın her anında size, bana, birilerine ayar vermeye çalışan ayarsızlar ortadan kaybolmalı. Yarından
sonra ülkenin normalleşmesi hepimizin hayrına. Aksi halde ortamın çok
kötüleşeceğinden endişeleniyorum. Hepimiz için sağlıklı, huzurlu, bereketli,
mutlu yaşayacağımız bir ortamı sağlamak dileğiyle…
Yazılarınızla Ocak 2015te tesadüfen tanışmıştım. Hatırlarsanız bir merhaba mesajı bile göndermiştim. Beni hiç tanımasanızda, bodrumda tanıştığım pek çok insan gibi, bu merhabadan keyif alacağınızı düşünmüştüm. Bunu dışında da hiç rahatsız etmek istemedim sizi.
YanıtlaSilOysa her sabah kliniğe gittiğimde,hastalarımın tedavilerine başlamadan önce,ilk işim, üzerinde Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın,Yokuşbaşı diye başlayan meşhur dizelerinin bulunduğu kupamdan kahvemi yudumlarken,blogda yeni bir yazınız var mı diye bakmak oluyor. Bodrumdan haberleri sizden alamazsam, Ahmet Coka'nın bloguna bakıyorum bu sefer. ( aylar boyunca,kiraladığı eve ne zaman taşınabilecek diye meraklanıp durduk burada). Neredeyse birer roman kahramanı gibi oldunuz. Gıptayla okuduğumuz ve içinde sonsuz güzellikte fotoğraflarla Süslü bir roman...
İşte bugünkü yazınızda,bir kaç guruba ayırarak sitem ettiğiniz insanların da derdi bu. Eğer gerçekten bir roman kahramanı olsaydınız, size sadece gıpta edecek,ama yaşadıklarınızdan keyif alacaktık. Romanın sonunda sizi ve yaşadıklarınızı düşünüp mutlu olacaktık. Kitabın kapağını kapatıp, kütüphanedeki diğer kitapların yanına koyacaktık. Ama problem şu ki , sizi bir türlü kapatamıyoruz.
Biz ölümlüler her sabah, sevmediğimiz işimize,sevmediğimiz insanların yanına, kurtulamadığımız dertlerimizin arasına dalarken, siz bisikletinize binip,hatta bir de denize girip,trafiksiz bir 5 dk.da işinize vardığınız; bizim yılda 2 kez yapabildiğimiz rakı&balık sofrasını siz haftada 2 yaptığınız için ve bir de bunları ikide bir, o canım fotoğraflarla gözümüze soktuğunuz için , elbet çeşitli sebeplerle sitem edeceğiz size!!!
Çünkü siz bunları o kadar kolay yapıyorsunuz ki...bodruma yerleşmek o kadar kolay ki...işinizi,hayatınızı,geçmişinizi bırakıp o kadar kolayca bir düzen kurdunuz ki... Bu kadar kolay şeyleri biz yapamadığımız için elbette kendimize kızacak değiliz ya!
"Hayat size güzelciler" en Sevdiğim müridleriniz. Sizin ya da Coka'nın çıktığı yolculuğun henüz başında biri olarak, şunu itiraf etmeliyim ki, hayatımda maddi&manevi pek çok başarıya imza atmış olsam da, bu "Bodrum Yolculuğu" hikayesi, hepsinden daha zor. Çünkü 40sanız 40 yıllık, 60sanız 60 yıllık hayatınızı bırakmayı ya da ciddi anlamda değiştirmeyi gerektiriyor. Hele bunu Hanım'dan boşanmadan, ailenizle yapmak herşeyi daha da zor kılıyor.inanılmaz bir özveri,planlama,sabır,sabır,sabır gerekiyor.
Sizin yaşadıklarınız kimisi için roman, aynı yolun yolcuları içinse rehber kitap görevini görüyor. Bodrumun kışının daha güzel olduğunu anlamayanlara başka, Mahmut kaptanı tanıyanlara başka şey ifade ediyor.
Siz bizim için yazmaya,gezmeye ve fotoğrafları gözümüze sokmaya devam edin lütfen...ilaç gibi geliyor...
Kalın Sağlıcakla ...
Samimi düşüncelerinizi aynı samimiyetteki yazı diliyle paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Siz de sağlıcakla kalın.
SilYıllardır takip eden biri olarak zazuda "merhaba" dediğim gün siz twitterdan vazgeçince, bu merhabalardan bile sıkıldığınızı düşünüyordum ki,bu yazı geldi. Neyse ki merhaba nın suçu yokmuş :)) çok geçerli nedenleri varmış! Aynı mahalledeyiz yine karşılaşırız nasılsa..siz yazmaya da,gezmeye de devam edin lütfen..sevgiyle kalın...
SilDunyanin obur ucundan google da Bodrum deyip sizi bulali uzun zaman oluyor. Burada bir cok insan sizi takip ediyor. Twitter i bilmem ama bu hesabi sakin kapatmayin. Elestirilere de lutfen fazla bakmayin. Mukemmel bir blog, biz de icin icin kiskananlardaniz bu arada :0)). Dunyanin obur ucunda sevenleriniz oldugunu bilmenizi isteriz. Sevgiler.
YanıtlaSilMurat Colpan Bey'in yorumunun altına imzamı atıyorum. Lütfen yaptığınız her şeyi gözümüze sokmaya devam edin :)
YanıtlaSil