İki
günlük Söğüt-Selimiye gezimin ilk bölümü olan Söğüt’ü bir önceki yazıda
anlattım. Bugün Selimiye’yi anlatacağım. Ama Söğüt yazısının sonunda ettiğim
şu lafı buraya alayım, çünkü Selimiye için düşüncelerimin ana fikrini
oluşturuyor; “Söğüt nedir derseniz, Selimiye’nin bozulmamışı derim”.
Söğüt ve Selimiye’ye aşağı yukarı aynı yıllarda gittim.
Selimiye’ye, Söğüt’ü gördükten bir yıl sonra gitmiş ve çok sevmiştim. Bir kere
bu kadar iyi poz veren başka bir belde çok az. Hangi açıdan çekerseniz çekin şahane
kareler yakalarsınız. İç içe geçmiş koylara, Bozburun’a giderken yolun
kıyısında durup tepeden baktığınızda çarpılmamanız mümkün değil. Onbeş yıl önce
(ondört de olabilir) ilk gidişimden sonra hemen hemen her yıl bir kere
Selimiye’ye gittim. Bodrum’a taşındıktan sonraysa yılda birkaç kez gitmeye
başladım. Ve bu coğrafyanın her yerinde olduğu gibi Selimiye’nin de en güzel
zamanının yaz dışındaki dönemi olduğunu keşfedince yazın adım atmaz olmuştum.
En son şubat ayında, badem ağaçlarının bahar açışını görmek için gittiğimiz
Datça’dan dönerken Selimiye’ye girmiş, Sardunya’da şömine başında öğlen yemeği
yemiştik. Onun öncesinde de yine kışın bir gece kalmak üzere Selimiye’ye
gitmiş, bu sefer gece yine Sardunya’da şömine başında rakı içmiş, sabah kazak
giyip iskelesinde oturmuştum. Yani şimdi tekne kıçı seyrederek, kalabalık,
gürültü patırtı arasında yemek yenilen iskelede kışın harika manzaraya karşı,
ya tek başınıza ya da iskelede bir masada oturan bir kaç kişiyle yersiniz.
|
Geçen sene Aralık ayında gittiğim Selimiye'deki Sardunya'nın iskelesi. Şimdiki halinin fotoğrafını da yazının devamında göreceksiniz |
|
Aralık 2014 |
|
Aralık 2014 |
|
Aralık 2014 |
Selimiye’yi her gidişimde daha büyümüş, daha yapılaşmış
görmeye başlayınca, tamam dedim Selimiye de elden gidiyor. Sekiz-on yıl önce
tepelere otel, ev yapıldığını fark ettim. Ama bundan dört yıl öncesine kadar
henüz ATM yoktu. Yani bozulma tamamlanmamıştı. Derken üç yıl önce Piyano Bar diye
bir mekanın açıldığını gördüm. Ne var bunda diyebilirsiniz. Şu var ki mekan ne
kadar iyi ve kaliteli olursa olsun Selimiye’nin köy havasının bittiğine
işaretti. Ve o gidişimde yanımdan geçen iki iyi giyimli kadın aralarında
konuşurlarken “akşam da yemekten sonra birer drink almak için Piyano Bar’a
gideceğiz” dediğini duyunca canım sıkıldı. O yıla kadar genellikle sade giyimli
insanların ya da ora köylülerinin gezindiği sahilde gece kıyafeti giymiş
insanlar görmekten -doğrusu ya- pek hoşlanmamıştım. Dediğim gibi her gidişimde
yavaş yavaş kalabalıklaşıp kabuk değiştiren Selimiye’nin son halini bu
gidişimde görünce artık bitti dedim. Daracık sahile yan yana Migros, Carrefour
ve Macro açılmış. Yetmemiş, arka yola da Migros Jet eklenmiş. Kışın in cin top
oynayan Selimiye’ye yaz sezonu için bu kadar yatırım yapıldığına göre
önümüzdeki yıllarda Selimiye çok büyüyecek herhalde.
|
Söğüt'ten Bozburun üzerinden Selimiye'ye varıyorsunuz. |
|
Artık CarrefourSa sahili olmuş |
Selimiye teknecilerin sevdiği bir yer. Çünkü doğal bir
marina adeta. Suyu durgun. Bu durum Selimiye denizi için uzun vadede bir
tehlike de taşıyor. Bu kadar tekne içinde denizi ve denizciliği bilmeyenler de
çıkıyor ve sintinelerini Selimiye’ye boşaltıp gidiyorlarmış. Böyle giderse,
önlem alınmazsa beş yıl sonra Selimiye kokmaya da başlar, çok yazık olur.
Tekne sahibi insanlar tabii ki para sıkıntısı olmayan
kesim. Onların eğlence anlayışına uygun yerlerin açılması, ihtiyaçlarına cevap
verecek market, mağazaların açılmasını doğal karşılamak lazım. Ama biz maalesef
dozunu bilmiyoruz. Selimiye küçük bir İstanbul koyu –misal Bebek gibi- olduktan
sonra insanlar niye Selimiye’ye gelsin? Geçtiğimiz günlerde bir Instagram
hesabında Selimiye için şu yazıyordu “Selimiye büyük bir değişim içerisinde.
Biraz Alaçatı’ya biraz Bodrum’a benziyor. Bize göre Marmaris’in bu açığını
kapatıyor yavaş yavaş”. İşte benim bozulma dediğime farklı bir yorum.
Eleştirmek için söylemiyorum, hayata ve bu coğrafyaya kendi bakış açımla
Selimiye’nin gidişatını hiç ama hiç iyi görmediğimi vurgulamak istiyorum.
|
Güzel kareler yakalanıyor |
|
Öte yandan güzel ve şık dükkanlar açılıyor... |
|
Yazının başında fotoğrafını gördüğünüz iskelenin Temmuz ayındaki hali |
|
Kaçınılmaz son her yerde aynı. Din, dil, ırk, coğrafya fark etmiyor |
|
Bir yazının sonundaki Yunan adasının sahilindeki masaya bakın bir buna. Bardakların içinde peçeteler, masaya dağıtılmış konfetiler... İnsanlar buna niye gelir ki? |
Evet arada çok zevkli dükkanlar açılmış. Moda deyimle
“küçük kukiler” yapan yerler de var artık. Ama bunun yanında çaput, örtü gibi
şeyler satan köylünün yeri kapanmış Carrefour olmuş. Mavi tahta iskemleli
kareli örtülü masaların olduğu, en son İstanbullu bir kadının işlettiği sevimli
balıkçı Macro Center olmuş. Muhtarlığın çay bahçesi Migros’a dönüşünce sahilde
oturup çay içecek yer kalmamış. Bir tane buldum, onda da Macro Center yazılı
flamalar arasında kaldım.
Hal böyle olunca fiyatlar almış gitmiş. Kaldığım
pansiyona –dikkat butik otel değil- asla hakketmediği bir para ödedim. Denize
açılmayan bahçesi, banyosunda duş perdesi olan pansiyonun oda-kahvaltı fiyatı
315 liraydı. Sahipleri çok iyi insanlardı, sanırım İstanbulluydular. Çok nazik
ve misafirperverdiler ama kusura bakmasınlar, merdivene açılan kapıdan geçerken
tepemde klima suyu yediğim bir mekana o para fazlaydı.
|
Eskiden kıyafet, çaput, örtü satılan, bir Selimiyelinin dükkanıydı |
|
Eskiden muhtarlık çay bahçesiydi |
|
Eskiden mavi tahta iskemleleri, kareli örtülü masaları olan sevimli bir balıkçıydı |
Tüm bu olumsuzluklar Söğüt’te kaldığım şahane bir günün
üstüne gelince Selimiye’den denize bile girmeden kaçtım. Yazın gidilmez dediğin
yere niye gittin derseniz, Bodrum’dan arkadaşım Nükhet bu yaz Selimiye’de
Bülent’in Mutfağı’nda çalışıyor, hem onu hem de Bülent’i görmek için gittim.
Gitmeden de konuşmuştum, Bülent özel olarak ahtapot yapacaktı. Akşam Bülent’in
mekanında sofrayı kurduk. Muhtemelen hayatımda yediğim en iyi favayı yedim.
Bütün mezeler çok lezzetliydi. Ama ahtapot bir başka güzeldi. Kendi suyuyla
pişirilmiş müthiş bir lezzetti. Yemeğin devamında yukarıda adını andığım Piyano
Bar’a gidildi. Söylediğim gibi mekan gayet hoş. Benim garibime giden
Selimiye’de oluşu. Yoksa Bodrum’da olsa hiç yadırgamazdım.
|
Müthiş ahtapot... Bülent'in usta elinden çıkma |
|
Bülent'in mekanı |
Neyse... Benim Selimiye hakkındaki düşüncelerim bunlar.
Bir çok insan bunun tam tersini düşünecektir, olabilir. Ben koyların
bozulmamasından yanayım. Bakın gelişmemesinden yanayım demiyorum. Gelişecek
tabii ki. Ama belli bir plan dahilinde yapılmalı. Ve daha önemlisi oranın
ruhunu bozmadan, orayı İstanbullaştırmadan geliştirmek. Twitter hesabımda
bunları yazarken Yaman Böke isimli hesaptan bir yorum geldi ki çok doğru
buldum; “Bizim işletmeciler diyor ki, Ege’ye özgü tatil istiyorsanız Yunan
adalarına gidin biz buraları İstanbul’a benzetmeye kararlıyız”. Durum tam da
bu. Derken o sırada Bodrumlu Derya Bartan gittiği Yunan adasından bir fotoğraf
paylaştı ki o da nasıl olması, nasıl korumak gerektiğini çok iyi anlatıyordu.
Fotoğrafı buraya alıyorum.
|
|
Selimiye’den ayrılıp Akyaka-Akbük-Ören-Çökertme üzerinden
Bodrum’a geleyim dedim. Niyetim Çökertme’ye girip sahilde balık yiyip sonra
Bodrum’a gitmekti. Ama ne mümkün? Akyaka’dan Akbük’e kadar konvoy halinde
gittik. Yapabildiğiniz en yüksek sürat, en önde, içine on kişi doluşmuş zavallı
Toros arabanın rampadaki sürati. Akbük’ten sonra taze zift dökülmüş yoldan
Çökertme’ye vardığımda girip gireceğime pişman oldum. Tek sırayı park eden
araçlar doldurunca zaten daracık köy yolunda karşı karşıla gelen arabalardan
biri de bendim ve oradan kurtulmam yarım saatimi aldı. Tabii ne deniz ne
balık... Aç açına bastırıp Bodrum yönüne saptım. Kızılağaç pazarından aldığım
salatalıkları yolluk yapıp eve vardım. Şunu bir daha anladım ki temmuz-ağustos
aylarında cumartesi/pazar günleri Gökova sahili yoluna girilmez. Çökertme’ye.
Mazı’ya gidilmez. Selimiye’ye ise yazın asla gidilmez.
|
Osmaniye tarafları |
|
Akbük'e tepeden bakıp devam ettim. Aşağısı çok kalabalıktı, girmedim |
|
Çökertme'de karşı yönden gelen araçlarla beraber sıkışıp kaldık |
|
Pınarlıbelen'de trafik vardı |
|
Kızılağaç pazarından çocukluğumda bostandan topladığım salatalıklardan buldum. iri çekirdekli, kesince kokan cinsinden. Tornadan çıkmış gibi düz ve aynı boyda değiller |
Okullar açılsın, ekim ayında Selimiye’ye gidip sakin
halinde iskelede yemek yiyip, nispeten serinleyen suyuna girip tadını çıkarmalı.
Bakalım o zaman “bir gece için yer vermiyoruz” diyen Losta Beach gibi
işletmeler bir gece için odalarını açıyorlar mı açmıyorlar mı? Tabii biz de
orada kalıyor muyuz kalmıyor muyuz?
Selimiye ile ilgili izlenimlerim bunlar. Bütün dileğim
daha da bozulmaması.
Merhabalar,
YanıtlaSilHayatımda ilk kez Selimiye'ye bu yaz gittim. Bir İzmirli olarak en yakınımızda bulunan yerlerden biri olan Çeşme'nin her geçen yıl bozulması ve bizim açımızdan özelliğini yitirmesi karşısında son birkaç yıldır yazları zorunlu ziyaretler dışında Çeşme'yi programımızdan çıkardık. Çeşme'nin o kalabalığı ve yapaylığından sonra Selimiye ilaç gibi gelmişti ancak yazınızı okuduktan sonra öylesine güzel bir yerin de bozulmaya başlamış olabileceğini farkettim. Umarım böyle güzel yerler bakirliğini kaybetmez ve "İstanbullulaşma"ya kurban gitmez. Değerli bilgileriniz için çok teşekkür ederiz...