Yıllar önce Bodrum'a, ardından on dört yıl sonra da Gökova'ya göçen bir İstanbullunun gözünden, Glaros adındaki yelkenli teknesiyle yaptığı seyirler, bu coğrafyadan, Ege koylarından ve karşı adalardan hayatına dair notlar.
Kırk günde üçüncü defa Kalimnos
Bağlantıyı al
Facebook
Twitter
Pinterest
E-posta
Diğer Uygulamalar
-
Kalimnos,
Bodrum’a ilk ciddi taşınma provasını yaptığım Yalıkavak’ta, özellikle bahar
aylarında, havada pus yokken karşımda dururdu. Sabah yürüyüşlerimde önce
Kalimnos, onun sağında da Leros’un ucu görünürdü. İkisini de hep merak etmiştim
ama önceki Kalimnos yazısında anlattığım gibi, vize işlemlerine hep üşendim.
Kos’u çok merak ettiğimi söyleyemeyeceğim. İyi havalarda arabaları görecek
kadar yakınımızda olmasından mıdır, yoksa fotoğraflarına bakıp da Bodrum’dan
çok farklı bir özellik göremediğimden midir bilmiyorum. Ama Kalimnos öyle
değil. Gördüğüm fotoğraflarından etkilenmiştim. Kendi halinde, daha az
turistik, daha denizci hali ve bu kültürün yansımaları ve de tabii İtalyan
etkisindeki evleri, sokakları aklımı çelmişti. Leros’un da duyduğum sakinliğini
merak etmiştim. Sonuçta Eylül ayının 21’inde bu iki adayı ziyaret ettim.
Notlarımı yazmıştım. Kalimnos beni yanıltmadı. Tam tahmin ettiğim gibi çıktı ve
hayran oldum. Bodrum’a döndükten iki hafta sonra yine gittim. Ve geçenlerde
üçüncü kez Kalimnos’taydım. Yani yedi yıl bakıştıktan sonra son kırk günde üç
kez gittim. Kışın fırtınasız, havanın açık olduğu hafta sonlarında yine
atlayıp gidebilirim. Saatleri denk geldikten sonra Datça’ya gitmekten daha kısa
sürede gidebiliyor olmak büyük avantaj.
Yıllarca ofisteki pencereden gelişini/gidişini izlediğim Asım Kaptan ile üç kere Kos'a gidip geldim
Saat
demişken şunu anlatayım; Bu seyahatimi iki gece üç gün olarak planlamıştım ve
bir gece Kalimnos’ta bir gece de Lipsi’de kalacaktım. Lipsi’yi çok merak ediyordum
çünkü gidenlerden hiç turistik olmadığını, sakin bir balıkçı adası olduğunu duydum.
Internetten otelimi, Bodrum-Kos-Kalimnos, Kalimnos-Lipsi ve Lipsi-Kos-Bodrum
feribot biletlerimi ayarladım. Sabah Bodrum’dan Kos’a giderken yol
arkadaşlarımla laflarken konu saat farkına geldi. Bütün dünya saatleri geri
alırken bizim hükümetimiz abukluklarına bir yenisini ekleyip, ertelemişti. Biletimde Lipsi’den Kos’a giden feribotun varış saati 16:10 yazıyordu. Kos’tan da Bodrum
feribotu 16:30’da kalkıyordu ve yirmi dakika pasaporttan geçmeye yetecekti. Ama
gel gelelim biletin üzerinde yazan 16:10 Yunanistan saatiydi, bizim saate göre
17:10 anlamına geliyordu. Sezon bittiği için de her istediğiniz saatte feribot
bağlantısı yok. Bırakın saati, her gün her adaya feribot bile yok. Böyle olunca
Lipsi biletlerim yandı, Kalimnos’ta bir gece değil iki gece kaldım. Sabah bu
konu gündeme gelmese muhtemelen Kalimnos’ta saatimi değiştirirdim ama bunun
bilete olan yansımasını hesap etmeyebilirdim. Sonu ne olurdu derseniz, artık
her gün feribot olmadığı için Kos’ta üç gece mecburen kalacaktım ve seçimde oy
veremeyecektim. Oy verdin de ne oldu derseniz, hiç derim…
Kalimnos
ilk iki gidişimde, adanın arkasındaki Massouri bölgesinde kalmıştım. Burası kaya
tırmanışçılarının mabedi. Bu spora gönül verenler için bulunmaz bir coğrafya.
Denizi de inanılmaz. Dünyanın her yerinden buraya tırmanmaya geliyorlar. O yüzden
oldukça neşeli, genç ve canlı. Yazın ortasındaki halini bilmiyorum, Eylül ve Ekim
aylarında harikaydı. Bu kez denize girmek gibi bir amacım olmadığı için,
Kalimnos’un merkezinin de tam merkezinde kalayım, yerli halkın arasına
karışayım, adalıları izleyeyim dedim ve hemen liman çıkışında bir otele
yerleştim. Otelin yeri ne kadar mükemmelse kendisi o kadar kötüydü. Wi-fi
şifresinden edindiğim izlenim 1974 yılında yapılmış olduğuydu. (Otelin adı
Olympic, şifre de olympic74). Zaten dekoru, mimarisi falan tam o dönemi
yansıtıyordu. Muhtemelen de asansörü hariç hiç bir şeyi değiştirmemişler. Ah
pardon, günahlarını almayayım, oda telefonu 90’ların tasarımıydı. Otele girer
girmez bankonun ardından iki günlük sakal ve ağzında sigarayla Mr. Benli siz
misiniz, sizi bekliyorduk diyen görevliyi görünce ilk izlenimimi edinmiştim.
Şaka bir yana böyle şeyleri pek takmam. Temizlik ve rahatlık önemli. Yatak da
rahat olmayınca belim ağrıdı ama ne yapayım iki gece çekerim dedim. Banyodaki
karınca kolonisinin de bana zararı dokunmadı. Yine de son yıllarda kaldığım en
kötü otel olma unvanını Olympic'e vermeden duramıyorum.
Oteldeki odamdan limana bakış
Odadan Kalimnos
Balkondan...
Akşama doğru
Biracı değilim. Yazın bazı hafta sonları bir veya iki tane içiyorum. Kışın ağzımı sürmem. Bu birayı sevdim ama.
Amacım Kalimnos’un asıl yerleşim yerini –merkezi- ve
adalıların yaşantısını izlemek olunca ona göre bir tatil yaptım. Sabahları işe
gidenleri izleyebileceğim yerlerde oturup kahvaltı yaptım. Öğlen onlarla
beraber yemek yedim. Akşam da tabii onların gittiği, turistik olmayan
meyhaneleri seçtim. İlk akşam yediğim mekan çok iyiydi. İkinci akşam
gittiğimden memnun kalmadım ve daha önceki gidişlerimden bildiğim, hemen
yanındaki mekanda neden yemediğime pişman oldum. Bunlar birer tecrübe işte.
Bundan sonra Kalimnos merkezinde kalırsam nerede, Massouri’de kalırsam nerede
yiyeceğimi biliyorum artık.
Kalimnos’taki ikinci günümde, Bodrum’daki Hanende Mey
sayesinde arkadaşlarım olan Osman ve Pınar aradılar. Onlar Kos’taydılar,
Kalimnos’a geçelim öğlen buluşup uzo içelim dediler, teklifi ikiletmedim.
Limanda karşıladım. Bir an orada yaşıyormuşum da misafirlerim geliyormuş
duygusuna kapıldım. Böyle hissetmemin nedeni, Kalimnos’u içten benimsemiş
olmam. Bilmem belki bir ev kiralar arada kaçarım. Belli mi olur? Yunancayı da
sökerim hem. Yıllarca şarkılarını dinleyip durdum.
Pınar ve Osman Kos'tan ziyaretime geldiler
Fırında zeytinyağlı patates
Domates soslu karides
Greek salad ve tarama
Öğlen uzo içip yukarıdaki yemekleri yediğimiz mekan
O gün öğlen 20’lik uzolarımızı lezzetli deniz mahsulleri
ve barbun ile bitirdikten sonra adanın dar sokaklarında yürümeye başladık. Tam
siesta zamanıydı ve zaten sezon bittiği için sessiz olan sokaklarda çıt
çıkmıyordu. Derken bir sokakta bangır bangır müzik eşliğinde şarkıya eşlik eden
insanların seslerini duyduk. Küçücük bir mekanda, sokağa açılan küçücük
balkonumsu verandada beş kişi oturmuşlar hem içiyorlar hem mavra yapıyorlar.
Ama o saatte neredeyse dut gibi olmuşlar. Mekan sahibi de sokağa atıp
kırdıkları kadehleri süpürüyor bir yandan da eğlenceye eşlik ediyordu. Biz önce
fotoğraf çekelim derken katılın diye ısrarcı oldular. Zaten uzo içmiştik bir de
oturursak nasıl olacak falan derken kolumdan çekiştirilirken buldum kendimi.
Hemen kimsiniz, neredensiniz diye konuşulurken Bodrum’da yaşadığımız söyleyince
içlerinden biri hariç diğerleri coşkuyla, dini boş verelim, Ege ortaktır,
kardeşiz, politikacılar belalarını bulsun tarzı konulara girdiler. Kalimnos’un
milliyetçileri meşhurdur derlerdi. Bizdeki ülkücü benzeri –neredeyse giysileri,
tarzları da aynı- bir genç kesim var. Kardak kayalıkları olayını hatırlayanlar
vardır. İşte o kayalıklara çıkan milliyetçi Yunanlılar Kalimnosluydu.
Muhtemelen o pek hoşlanmayan birisi de o görüşteydi. Ama hiç nezaketsizlik
falan yapmadı. Ki masanın üzerindeki şişeleri, kadehleri görünce hala nasıl
ayakta olduklarına şaşırdım. Yani o kafayla ileri geri konuşabilirdi. İçlerinden biri epey
meraklıydı ve diğerlerinin Yunanca söylediklerini İngilizceye çeviriyordu. Beş
kişinin üçü boyacıydı, biri esnaftı, bizi ısrarla çağırıp içkilerimizi ısmarlayan
ise Kalimnos’un en zengin balıkçılarından biriymiş meğer. Balık fabrikası
varmış. Herhalde balık ürünleri işliyor, ambalajlıyor falan. Hepsi çok
matraktılar fakat adı Tassos olan o balıkçı başlı başına bir tipti. Hastalıklar
atlatmış, bir Türk doktor derdine çare olmuş, bunları anlattı. Çapkınlıklarından, oradan
buradan bahsetti. Dedim ki “anlattıklarından Kazancakis’in Zorba’sını
hatırladım”. “O benim yanımda bebek kalır” dedi. Şimdi konu şu; adanın
zenginlerinden biri, boyacı gençlerle oturmuş öğlen öğlen alem
yapıyor. Neşeleri sokaklara taşıyor. Dünya umurlarında değil. Sadece biz
oradayken on tane kadeh kırıp attılar. Kaç şişe içtiklerini bilmiyorum ama bize
o kırkbeş dakika içinde ikişer kadeh uzo ile onların meşhur Girit rakısından
–adı rakı ama tadı grappa- ikram ettiler, biz de onları içtik. Daha fazla içmek istemediğimizden,
konuşmalar da –yu may frend Turko. Gad van, Egerya seym. Andırstend? Ela vre,
ayde yamas...- minvali üzre tekrara girdiğinden izin istedik. Uzaklaşırken
arkamızdan sesleri geliyordu.
Sağdaki Tassos. Soldaki boyacı onun dediklerini tercüme ediyordu. Bu fotoğrafı Instagram'da paylaştıktan hemen sonra, Kos'ta karşılıklı birbirimizi takip ettiğimiz Barbouni restoranın sahibi "Onun adı Sakis, benim restoranı o boyadı" diye mesaj gönderdi. Sosyal medya dostlukları böyle sürprizlere açık. Bir ara Kos'a geçip Barbouni'de yiyeceğim. Daha tanışmadık.
Öğlen yiyip içtiğimiz uzo mekanının önünden sabah onbire
doğru geçmiş, oturan üç kişiyi görmüştüm. Biz saat ikiye doğru kalkarken onlar
da ancak kalktılar. O saatten beri uzo içip sohbet ediyorlardı. Ağzında üç beş dişi
kalmış ihtiyar balıkçının sallana sallana gidişini izledik. Dünyanın en mutlusu
o anda oydu herhalde. Kayığına bindi gitti.
Ara sokaklarda gezinirken artık evlerin bittiği tepeye
kadar tırmandım. Arkeoloji müzesine göz attım. Adayla ilgili biraz daha bilgi
sahibi olduktan sonra yine sokaklarda kaybola kaybola limanı buldum. Yürümeden
bir yeri tanımak mümkün değil. Sokaklardaki halkın günlük hayatına tanık olmak,
evlerden gelen sesleri duymak o halkın yaşantısı hakkında iyi fikir veriyor.
Onun için gittiğim hiç bir yerde katedral, kilise falan gezmem. Aslında müze de
gezmem de Kalimnos’taki arkeolojik kalıntıları merak ettim. Kilise, katedral,
saray gibi yapılara ayıracağım zamanda oranın pazarını gezmeyi, kahvelerinde
insanları izlemeyi tercih ediyorum.
İlk akşam yediğim mekan. Limanda, arka sokakta, şahane. Bizim Gemibaşı'nın kış halini hatırlattı. Turist yoktu. Zaten Kalimnos merkezinde benden başka dört-beş yabancı vardı
Kalimnos, Akdeniz bölgesinin en büyük sünger yataklarına sahip adası
Benim ağız tadıma, rakı alışkanlığıma en uygun marka Barbayanni. Barbayanni uzo üretimine, markaya adını veren Odessa Rum'u, Osmanlı vatandaşı Barbayanni'nin padişahtan aldığı imtiyazla, Midilli'de başlamış. Fabrikası halen orada. Yeşilini içtim hafif geldi, siyah etiketlisi şahane. Arada bir de lacivert etiketlisi var ki o da iyi. Alkol dereceleri 42-46-48. Siyah 48 derece. Ama her yerde bulunmuyor. Massouri ve Leros'ta içebilmiştim.
Mükemmel pişirilmiş ahtapot. Damakta bıraktığı deniz, iyot ve kömür tadı enfes.
Mekana gelen Kalimnoslular meyhaneci Barba ile muhabbetteler
Bodrum'da yaşıyoruz dediğimizde ilk soru "ne olacak bu göçmen meselesi?" oluyordu. Biz de bilmiyoruz, Erdoğan biliyor dedik. Erdoğan'dan hiç hoşlanmadıklarını eklememe gerek var mı? Bu da biz oradayken gelen bir kaçak göçmen botu.
Seyyar balıkçı
Ege’nin havasını soluyarak bizim tarafta çok yeri
defalarca turladım. Datça, Fethiye, Söğüt, Selimiye... Sokak sokak ezberimde.
Şimdi adaları keşfetmenin heyecanını yaşıyorum. Bizi bir deniz ayırıyor,
aslında aynıyız diyoruz ama bu romantik bir laftan öteye gitmiyor. Evet aslında
bizi deniz ayırmıyor. Aynı da değiliz. Biraz benziyoruz sadece. Çok önemli bir fark var ki o da din.
Din, toplumların hayata bakışını belirliyor. Adalardaki insanların hayata
bakışıyla Konya’daki insanın hayata bakışı kadar fark olmasa da Ege’nin iki
kıyısındaki yaşantılarda da fark var. Daha önceki bir yazıda değinmiştim; kadının
hayatın içindeki yeri buna iyi bir örnek. Kalimnos’ta –hele yazın- her kafede,
meyhanede kadınlar servis yaparken Bodrum’da bile, içkili mekanlarda çalışan o
kadar kadın göremezsiniz. Esnaf terbiyesi konusunda bizden kat kat ilerideler. Kalimnos küçük bir Ege adası. Zengin bir ada değil. Yollardaki arabalardan, insanların giysilerinden bunu çıkarabiliyorsunuz. Ama yolları bakımlı, ada tertemiz. Bodrum merkezi gibi şiddetli yağmurdan sonra lağım kokmuyor mesela. Evet Bodrum'daki gibi lüks araç, lüks mekanlar yok. Dedim ya, zengin bir ada sayılmaz. Fakat küçük bir ada olmasının avantajları beni oraya çekiyor mesela. Trafik lambası yok. Hiç billboard, raket, reklam panosu yok. Bulunduğunuz yerde bu zımbırtıların yarattığı görüntü kirliliğini düşünsenize. Ve onların olmadığını hayal edin. Büyük ışıklı yazı, tabela yok. Uluslararası markalar yok. Carreforur yok. Armani yok. Kokoş kadınlar, her biri birbirinin aynı hipster denilen tuhaf insanlar yok. Çakma çantacılar, buyrun yerimiz var diyen restoran önünde sarkıntılık yapanlar yok. Bunlar benim için önemli. Eğlence isteyenlerin asla adım atmayacakları bir yer. O yüzden Mikonos ile taban tabana zıt. Benim gibi sakinlik, deniz mahsulü, temiz deniz ve uzo isteyenler için uygun.
Kalimnos'tan ayrılırken... Tam karşıda üç katlı, önünde hızlı bot dedikleri tekne bağlı mavi duvarlı bina kaldığım otel. Muhtemelen içinde asansör olan bir kaç binadan biridir çünkü en yüksek bina oydu.
Beni Kos'a götürecek hızlı bot
Kos'a vardıktan sonra Bodrum feribotuna kadar iki saatim vardı. Sahilde bir mekana oturdum. Karşıdaki sivri tepe Bodrum'daki Aspat. Sağdaki feribot da bizi götürecek olan Asım Kaptan
Adalarda en sevdiğim şeylerin üçü bir arada. Sahanaki, Simi karidesi ve ouzo
Kos'a veda ozuosu
Kos'tan ayrılırken...
Orada bulunduğum üç günde de hava harikaydı. Hiç rüzgar yoktu.
Tepelere tırmanırken terletmedi, tam bir sarıyaz haliydi. Artık Kalimnos’u çok
daha iyi tanıdığımı düşünüyorum. Şimdiden bir iki esnaf ile selamlaşmaya
başladım bile. Ayrılırken, bir daha gelebilecek kadar yakınımda olmasına içten
içe sevindim. Ve bu coğrafyada yaşadığıma bir daha şükrettim.
Kalimnos ile lgili şu kısa filme göz atarsanız, bir ara Tassos ve arkadaşlarıyla bulunduğumuz mavra ortamını görebilirsiniz.
Zaman geçtikçe, çok okunan yazıları güncellemem gerekiyor. Bu yazı da onlardan biri. Daha önce eklediğim bu kısa girişe bazı eklemeler yapmak istiyorum. Bu yazıyı yazdığımdan bu tarafa altı yıl geçmiş. Bu süre içinde Bodrum'da neler değişti? Gözlemlerimi buraya aktarmam gerekiyor çünkü "iş" konusunda çok soru alıyorum ve durum bu yazıyı yazdığım günlere göre çok kötü. Öncelikle şunu belirteyim; Bodrum altı yıl içinde hızla bozuldu, kalabalıklaştı, düzensizleşti. Bodrum şu sıralar İzmir'den sonra en çok göç alan ikinci yer. Ama ne bu kalabalığı kaldıracak alt yapısı var, ne doyuracak iş fırsatı var. Buranın ekonomisi ağırlıklı olarak turizm ve inşaat ile döner. Eğer kendi işinizi -evinizden bilgisayarla- yapabilecekseniz sorun yok. Ama iş arayacaksanız işiniz çok ama çok zor. Çünkü Bodrum'da şöyle bir kural var: Burada ücretler Bodrum işi, kiralar İstanbul işi. Ben göçtüğümde kiralarda üst sınır 1.000-1.200 TL civarıydı, bugün 3.000-4.000 TL lafl
Yeni Giriş Notu: Bugün 4 Mayıs 2021 Salı. Aşağıdaki yazıyı yazdığımda Bodrum'a yakın zamanda yerleşmiş, buranın nimetlerini paylaşmayı seven biriydim. Yazıyı, insanların aklında hayatlarını değiştirme fikri varsa buna destek olmak amacıyla, naif duygularla, açık yüreklilikle yazmıştım. Aradan geçen zaman fikirlerimi değiştirdi maalesef. Çünkü Bodrum'a hayatını değiştirmek değil Bodrum'u değiştirmek isteyenler gelmeye başladı. Bu insanları sevmedim. Kıyıları, tepeleri, boş buldukları her araziyi betona çeviren insanlardan, buralara gelenlerden, Bodrum'un yapısını, kimliğini bozanlardan tiksindim. Bu nedenle benim için artık Bodrum'da nereye yerleşilir diye bir konu yok. Bana nereye yerleşelim diye soranlara cevabım; Bodrum'a yerleşilmez. Bu kadar abur cubur kalabalıkla, burayı şehire çeviren, buranın halkına tepeden bakan, hazımsız, sonradan görme, Bodrum'u ve Ege'yi anlamayan, Halikarnas Balıkçısı'nı restoran sanan bu kitleyle bir arada olmak, tara
Bu girişi yapmak zorunda kaldım çünkü benden kişisel tatil programlarını yapmamı bekleyenler, rezervasyon konusunda yardım isteyenler, kalmayı düşündükleri tesisleri yazıp hangisinde kalalım diye soranlar o kadar çoğaldı ki, tümüne birden cevap yazamadığım için buraya yazıyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim. Bu yazı benim gözlemlerimi anlatıyor. Yani kişisel tercihlerime göre yazdım. Buraya yazmadığım konularda bilgi sahibi değilim. Ve lütfen kişisel tatiliniz için benden güzergah, yemek mekanı, bölge vb. talep etmeyin. Veya "nerede kalalım?" veya "çocuğumla geliyorum, kum nerede iyidir, deniz Mayıs ayında soğuk mudur?" gibi sorular yöneltmeyin. Bildiklerim yazdıklarımdan ibaret. Bu sorulara cevap veremeyeceğim. Şimdi yazıya başlayabilirim... Diyelim tatilinizi Bodrum’da geçirmeye karar verdiniz. İlk söyleyeceğim, keşke Haziran ayında gelseydiniz. Ama artık çok geç. Yıllık izninizi Temmuz ve Ağustos aylarında kullanmak zorundaysanız kalabalığı göze alıy
Yorumlar
Yorum Gönder