Mavileşmek isteyince, mavileştirecek gelir sizi bulur
Hayatımızda ne olup
bitiyorsa olması gerektiği için oluyor. Aynı mantıkla, ne olmuyorsa, neler son
anda olamıyorsa, olmaması gerektiğindendir. Şubat ayında bir yazı yazmış, bu
konulardan söz edip deniz fenerlerini gezmek istediğimi söylemiştim. Yazıya
bu linkten ulaşabilirsiniz; http://bodrumluhayat.blogspot.com.tr/2016/02/bir-deniz-feneri-hikayesi.html
Deniz fenerlerini gezmeye -o
sırada bir toplantı için yolumun düştüğü Antalya’dan dönerken- ilk olarak
Gelidonya Feneri ile başlayacaktım. Programımı ona göre yaptım, tırmanmak için
gerekli malzememi aldım. Ancak silecek yetişmeyen bir yağmura tutuldum ve hava
raporları gün boyu yağışın süreceğini belirttiler. Daha önce oraya çıkan bir
iki dostum da yağmurda yolun balçık olabileceğini, arabanın bir yere kadar
çıkarken saplanabileceğini söyleyince erteledim.
Aslında görmeyi istediğim
fenerleri de bir iki ayda görmem mümkün değil çünkü en güneydeki Finike
yakınında, en kuzeydeki Baba Burnunda. Yani birkaç gün içinde değil, belki bir
yıla belki daha fazlasına yayılacak bir süreçten söz ediyorum. Zaman buldukça
gitmek durumundayım.
Bu arada sözünü ettiğim
yazıdan sonra hayatımda başka değişiklikler de oldu. Bir şeyler değişmeye
başlayınca, farklı bakmaya başladığınızda o döneme kadar görmediklerinizi
görmeye, fark etmeye başlıyorsunuz hani. Kapalı bir kapı açılıyor, içeri
giriyorsunuz, sonra girdiğiniz o odadan başka odalara kapılar açılıyor, başka bilmediğiniz yerlere
giriyorsunuz. Bunun gibi işte.
Kırpık... Üstte de Neriman uyukluyor |
Ruhunuza dokunan biri çıkıp
size sizin farklı yönlerinizi gösteriyor. Aslında belki bastırdığınız, belki
farkında olmadan görmezden geldiğiniz yönlerinizi görüp onun tadına varmaya
başlayabiliyorsunuz. Yıllar önce otlar konusunda bilgili bir dostumla Datça
tepelerinde yürürken üstüne basıp geçtiğim otları gösterip bak bunu akşam
meyhanede yiyeceksin aslında demişti. Ve civardaki otlardan yenebilecekleri
tanıtmıştı. Biraz da buna benzetiyorum hayatımızı. Bilmeden üstüne
basıp geçtiklerimiz aslında bizim benimsediklerimiz veya peşinden gittiklerimiz
olabiliyor. Oysa ki burnumuzun dibindeler işte. Birisi veya olaylar size
bunları gösterdiğinde, ya da görmeniz için dikkatinizi o noktalara çekip yol
gösterdiğinde siz de yaşadığınız hayatı bir biçimde sorguluyorsunuz. Ve derken
değişmeye başlıyorsunuz. Bu da size iyi geliyor. O yazıda anlattığım fenerler
böyle insanları simgeliyordu. Şimdi biliyorum ki fenerlerin de bakıma ihtiyacı
olabiliyor. İşlevini yerine getirmesi için onların da bazı gereksinimleri var.
İşte hayatıma dokunan böyle
birinin yanındayken Kırpık beni buldu. Anlattım onu da şu yazıda; http://bodrumluhayat.blogspot.com.tr/2016/03/tanstraym-krpk.html
Bodrum’a taşındığımdan beri 7
yıl geçti, kaç kişi kaç defa köpek almam konusunda ısrar etti. Hep bir bahanem
vardı. Sorumluluk ister, yapamam, arabada tüy olur, kokar, ben gezen biriyim
köpek ne olacak falan… Sonra bir köpek geliyor bir bakış atıyor o an bir şey
oluyor ve onu alıp evinize götürüyorsunuz. Böyle olmasındaki neden köpeğin
bakışının yanı sıra o bakışı anlayan bir değişime uğramış olmam tabii ki. Şimdi
hayatımda bir canlı var ve onunla çok mutluyum. Bu yazıyı yazarken
ayağımın dibinde uyukluyor.
Yine bir rakı sofrası mıydı
acaba emin değilim, konuşurken denizcilikten, tekneden söz açıldı. Daha önce de
çok açılmışlığı vardı. O zaman da hep aynı espri yapılır, “en iyi tekne
arkadaşının teknesidir” denirdi. Ben de onaylardım. Çünkü tekne uğraşmak ister.
Zaman ister. Bakımıydı, prosedürüydü diye diye kendime şahane setler
hazırlamıştım. Elimde bu kadar set malzemesi varken tekne kullanmak, hele ki sahibi
olmak fikri bana çoook uzaktı. Nasıl oldu, ne oldu bilmiyorum, kendimi amatör
denizcilik kursunda buldum. Şaka bir yana ne olduğunu biliyorum aslında. Akyaka’da
bir rakı sofrasında Bodrum’dan Gökova’ya kendi kullandığım tekne ile gitme
fikriyle başladı muhabbet. Şu yaşadığım hayatımda hep var olmasını, hep gözümün
önünde olmasını istediğim üç nokta, Bodrum-Akyaka-Datça üçgeninden konuşurken
heyecanlandırmaya başladı. Hele Kalymnos’taki Telendos karşısına demirleyip gün
batımında teknede uzo içmek, ahtapot yemek fikri ruhumdan taştı.
Dün kurs bitti ve deniz
üstünde seyirle bazı konuları uygulayabildik. Hayatımda ilk defa 30 ft’lik bir
yelkenli kullandım. Rüzgarı bordadan alıp tekneyi yatırarak seyir yaparken
aldığım tat müthişti. Sadece teknenin suyu yarma sesini duyarak 8 mil sürat
yaparken mavi bir cennetteydim adeta. Açık söyliyeyim, marinaya varıp tekneden indiğimde
sabah binen adam değildim. O mavilik beynimin kıvrımlarına yerleşti bir kere.
Geçtiğimiz haftalarda
hayalini kurduğum ve çok istediğim bir arsayı alacakken tapudan döndük. Olmadı.
Üstüne küçük bir taş ev konduracaktım. Evet biraz üzüldüm tabii ama dert edecek
kadar değil. Başka sefere olur dedim kendime. Derken sonra bu denizcilik
kursuna başladım falan. Şimdi düşünüyorum; O arsayı alabilseydim tekne almak
için beklemem gerekirdi. Para kazanmalıydım. Ama şimdi istersem
tekneyi alabilirim. Acaba o arsa işinin olmaması, olmaması gerektiği için
miydi? Ne dersiniz?
Ne, neden oluyorsa oluyor.
Sonu iyi olsun. Şu son üç ayda yaşadıklarımın hızı beni şaşırtıyor gerçekten. Kimileri
hayatımızdan çıkıyor, kimileri giriyor, yine kimileri çıkıyorsa öyle olması
gerektiğinden. Gidenlerin bizlere kazandırdıklarına gelenlerin
kazandırdıklarını ekleyerek hayatımızı zenginleştiriyoruz. Aynı şekilde
gidenlerle bize dair paylaştıklarımız, gelenlere bize dair vereceklerimiz, yani
hayatlarımızda birlikte paylaştıklarımız, aslında hepimizin kazandıkları. Kimin
hayatımızda ne kadar kaldığından çok, ne kadar dokunduğu, ne kadar
paylaştığımız önemli. Değişmeye hazır olduğunuzda değiştirecek gelir sizi bulur. Mavileşecekseniz mavileşecek de gelir sizi bulur.
Önümüzdeki dönemin daha
fazla deniz ile haşır neşir olacağım bir dönem olmasını diliyorum. Ve eğer
başarabilirsem –ki çok istekliyim- yazının başında sözünü ettiğim fenerlerin
bazılarını denizden giderek görüp fotoğraflamak, yazmak bu blogun yeni
konularından biri olsun. Bakarsınız tümünü denizden görebilirim kim bilir?
Yazın eğer bir teknem
olabilirse, zamanımın çoğunu onda geçirmek, işlerimi de ağırlıklı olarak oradan
yürütmek isterim. Bende ikisi arası olmuyor genellikle. Ya hiç olmasın, ya
olacaksa dibine kadar yaşamalı. Yani ayda üç beş kere tekneye binecek biri
değilim.
Daha mavi yazılarda buluşmak
üzere…
Yazılarınızı okuyan insanların yazılarınızda kendinden bir parça bulmaması mümkün mü?Sanıyorum çoğu insana yazılarınızla destek oluyorsunuz.Yapmak isteyip de yapamadığı birşeyi zorluğuyla kolaylılığıyla burada okuyor ve "hadi" diyebiliyor.Bir yerde okuyanı da kamçılıyorsunuz.Güzel bir yazı...
YanıtlaSilSerdar Bey herşey gönlünüzce olsun... Sizin paylaşımlarınızı gördükçe içimi huzur kaplıyor.Şehirden kaçıp gideceğimiz günleri hayal ediyorum.Maviliklerde görüşmek üzere...
YanıtlaSilAslen Sinop'luyum ancak şimdi İzmir'de yaşıyorum. Bileceğiniz gibi Sinop ülkemizin en kuzey noktası ve doğal liman özelliği var ve bununla beraber çok güzel bir deniz feneri var. Burayı diğerlerinden ayıran bir başka durum ise çok karşı çıkmamıza rağmen cennet gibi olan bir yere, yani tam bu fenerin çok yakınına nükleer santral kurma çalışmaları olması. Coğrafya size ters gelebilir ancak ik fırsatta burayı da ziyaret etmenizi ve yazılarınızda bahsetmenizi isterim. Bu sayede takipçileriniz gözünde de bir farkındalık yaratmamıza yardımcı olursunuz. Teşekkürler
YanıtlaSilSerdar bey o muhteşem fotoğraf Veselin Malinov isimli NationalGeographic fotoğrafçısına ait. Portekiz'deki fenerlerden birisi.
YanıtlaSilSerdar Bey her yazınızı keyifle okuyorum, şu anda benim tatlı köpük kızım da yanımda uyuyor, ben de Ayvalık'ta yaşıyorum, benim de hayalim denizde olabilmek, henüz net bir adım atamadım bu konuda, direkten döndüm ama olacak, inanıyorum... Denizin, iyotun keyfini doyasıya çıkarmanız dileğiyle...
YanıtlaSil