Biraz İstanbul, daha çok İzmir, ayrıca Kalymnos ve Sığacık.


İstanbul’a gitmeyeli dört ay olmuştu. Mayıs ayında bir gece kalmalı bir iş seyahatim vardı o kadar. Bundan şikayetçi değildim tabii. Şu Bodrumlu hayatımda yapabildiğim en iyi şey, ilk zamanlar ayda beş günümü İstanbul’da geçirirken, yavaş yavaş azalan bir grafikle, yılda dokuz-on güne indirebilmek oldu. İş için gittiğim bu seyahatlerimde eğer toplantı saati gidiş/geliş uçak saatlerime uyuyorsa günü birlik gittiğim de oluyor.

Dört ayın sonunda hem Tuzla’daki tekne fuarını görmek, hem yeni arabayı uzun yolda denemek, hem de bazı iş görüşmelerim için iki gece kalmalı bir seyahat programı yaptım. Bu iki akşamdan birinde hocam Yurdaer Altıntaş ile rakı kaçamağı yapmak, diğer akşamda ise kadim arkadaşlarımla buluşup, kalabalık rakı sofrası sohbeti yapmak istedim. Hayatıma Glaros girdikten sonra eskisi kadar sık ve uzun araba yolculukları yapmıyorum. Özlemişim. Güzel bir havada Bodrum’dan çıktım. 


Yolda dinlenecek müzikleri seçip, bir playlist hazırlayıp yola çıkmanın tadı başka. Hele güzergahtaki manzaralar iyiyse. 
Milas, Bafa, Söke derken Susurluk civarında yemek molası verdim. İstanbul’da yaşarken seksenli yıllardan iki binlere kadar Ankara’ya veya Bodrum’a kara yoluyla giderdik. Ankara yolculuklarında Bolu’da, Bodrum yolculuklarında Mustafa Kemal Paşa’da Varan tesislerinde durup domates çorbası içmek o dönemin bir ritüeliydi. Bu yolculukta bunu hatırladım ve Varan tesisinde durup çorba içeyim dedim. Artık uçak yolculuklarının ucuzlaması nedeniyle otobüs yolculuğu çok azaldı biliyorsunuz. Varan gibi, Ulusoy gibi şirketler iflas etmeye başladı diye duymuştum. Varan tesisine girerken bir tuhaflık olduğunu sezdim, çünkü otoparkta benden başka iki araba vardı. Herhalde kapandı ya da taşınıyor diye düşündüm. İçeri girip baktığımda o koca tesiste üç kişinin yemek yediğini gördüm. Izgara tezgahları, döner tezgahı falan kapalı. İki eleman kalmış. Çorba ile bir iki çeşit ızgara vardı o kadar. İçim burulsa da gelmişken çorbayı içeyim bari dedim ama maalesef o eski tadı bulamadım. Bu lezzet ve ritüel de çıktı gitti hayatımızdan.


Bafa
Bodrum-İstanbul yolculuklarımda saatleri uyuyorsa Bandırma-Yenikapı feribotunu kullanırım. Genellikle de yolculuk saatlerimi buna göre ayarlarım. Yenikapı’ya indikten sonra da sık kaldığım Tepebaşı tarafındaki otellerime gitmek çok kolay oluyor. Köprüleri kullanmıyorum, bu da zaman ve sinir tasarrufu anlamına geliyor. Fakat İDO’nun sitesine baktığımda, yaz bittiği için kış tarifesine geçtiklerini, sadece hafta sonları sefer olduğunu gördüm. Bu da iyi olmadı. Dedim ya uzun zamandır arabayla İstanbul’a gitmedim, yeni yapılan otobanı bilmiyordum mesela. Bursa otobanında giderken şaşırdım ve Yalova sapağını kaçırdım böylece feribot şansımı da kaçırmış oldum. Sonuçta otobanın yeni açılan bölümüne girdim ve körfez geçişi için yapılan köprüye geldim. Oradan karşıya geçip ikinci köprünün trafiğine girmem yarım saatimi almadı ama ikinci köprüden Tepebaşı’nda kaldığım Donizetti Palas Oteli’ne varmam iki saatimi aldım. İstanbul sıkı bir hoşgeldin çekti eski hemşehrisine. Bildiğim yoldan çok daha çabuk varabilirdim ama İstanbul’a bir çok tünel yapıldı, yollar değişti, hiç birini arabayla kullanmadım, yanlış yollara sapmayayım derdiyle yeni aracın kendi sistemindeki navigasyona güvendim. O da beni Mecidiyeköy-Şişli-Harbiye-Taksim istikametine soktu ve saat 18:30 idi. Yani iş çıkışının en yoğun olduğu zaman. İnanın saatlerce araba kullanmak yormadı da o son iki saat trafikte olmak bitirdi. 


Nasıl çıkarım bu trafikten bakışı. Unuttuğum İstanbullu hayatıma dair bir bakış



Donizetti Palas


O akşam da Yurdaer Hoca ile buluşacaktık. Arabayı bırakıp, otele giriş yapıp, üstümü değiştirip doğru Kuruçeşme’ye yollandım. Marina balıkçısı İstanbullu hayatımda sık gittiğim, evime yakın, mezelerini ve taze balıklarını her zaman beğendiğim mekandır. Hele Bodrum’a yerleştikten sonra İstanbul’un tek özlediğim yeri olan Boğaziçi'ni görerek rakı içmek için buraya gelmeyi tercih ediyorum. O akşam da hocamla hasret giderdik.


Önce hocamdı sonra dostum, büyüğüm, arkadaşım, sırdaşım oldu. 1979 yılından beri hiç kopmadık.

Mevsimin ilk lüferini yiyebildim
Ertesi günüm sakindi. Sadece akşam üzeri bir randevum vardı o nedenle turist gibi, özlediğim, sevdiğim boğaz kıyısında yürüdük. Gülüşan da İstanbul’a gelmişti, boğaz turunu birlikte yaptık. Akşam 40 yıllık (lafın gelişi değil gerçekten) arkadaşlarım ile birlikte, çok sık gittiğimiz Balıkçı Sabahattin’deydik. Bu mekan da ilk açıldığı zamanlardan beri sayısız kere gittiğim bir mekan. Sabahattin Bey’in oğulları Serkan ile Sertan daha çocuktular. Şimdi dükkanı onlar yönetiyor. Ama Sabahattin hala sabah erkenden hale gidip balığı kendi seçiyormuş. Yıllar önce bir cumartesi öğlen vakti o aşı boyalı konağın önünden geçerken çalışanları ile birlikte karides ayıklarken görmüştüm. Ki o zaman da işleri büyütmeye başlamıştı ama işinin başındaydı. Bir defasında Bodrum’a geldiğinden söz etmişti. Hadi bir restoran da bize Bodrum’da açsanıza diye şaka yollu takılmıştım. Başında durmadığım bir işe girmem demişti. Ne kadar doğru aslında. Şubeleşen, büyüyen mekanların nasıl dönüştüğünü gördük. İstanbul’dan Bodrum’a gelen veya Bodrum’dan İstanbul’a gidenlerin hüsrana uğradıklarının yakinen şahidiyim. Alarga, Marina, Mey ilk anda aklıma gelenler. Hatta Bodrum’da şube açıp yürütemeyenler bile oldu. Keza İstanbul’da da. Yani bu işte standart bir lezzet ile büyümek istemiyorsanız işinizin başında durmalısınız.


Bebek'te oturduğum zamanlar bu yokuştan çok inmiştim
Beş yıl Bebek'teki bu apartmanın üst katında yaşadım.
On yıl Rumelihisarı, beş yıl da Bebek'te yaşarken şu Bebek kahve sabahları çay/simit yaptığım mekandı. Rahmetli Affan ile Özcan ile sabahları şakalaşırdık.

Ertesi sabah Tuzla Viaport Marina’daki Avrasya Boat Show’a gittik. İstanbul’a gelme nedenlerinden biri de buydu demiştim. O ara 7 TL’ye vuran Euro ile tekne yenilemeyi aklımın köşesinden bile geçirmiyordum tabii. Ama yeni tasarımları görmenin maliyeti düşük olduğundan gezmemizde sakınca yoktu. Yeni tasarımların tekneyi kullanmaya yönelik kolaylıklar sunmasının yanı sıra yaşam alanının daha aydınlık, daha kullanışlı olmasına yönelik çözümlerini görmek yararlı oldu. Günün birinde zamanın çoğunu teknede geçirmeye karar versem nelere ihtiyaç olur bunu görmek gerekiyor. Bununla ilgili naçizane izlenimlerimi diğer blogumda yazmak üzere burada noktalıyorum.



Fuarı gezdikten sonra programımız Pendik’ten Yalova feribotuna binip Yalova’ya geçmek ve oradan İzmir’e uzanmaktı. İzmir’i de yaz boyu ihmal ettim. İzmir’i çok severim ve senede bir kaç kez gitmezsem özlüyorum. Bu yaz yine iş için Tüpraş rafinerisine, Aliağa’ya gittim ama İzmir’in içinde kalmadım, Foça’da konaklamıştım. Orayı da ayrı severim tabii fakat Alsancak’ta bulunmanın anlamı başka. Öğlen yemeği niyetine feribotta atıştırdık çünkü akşam İzmir Deniz Restaurant’ta rakı-meze yapacaktık. Bu sefer basiretim bağlandı ve rezervasyonu son güne bıraktım. Yer yok cevabını alınca bozulduk ama napalım dedik İzmir’e vardık. İzmir Palas’a yerleştik. Son bir şans aşağıya inip Deniz Restaurant’a bir daha bakayım dedim. İki kişilik bir masa boşalmış, hemen yerimizi aldık. Bu mekan için pahalı denebilir. İş yemeği ağırlıklı formel müşterisi var denebilir. Tamam ama henüz İzmir'de ama daha iyisini bulamadım. Altı yedi mekan denedim. Bir ikisi vasatın da altındaydı. Diğerleri kötü değildi ama bir Deniz değildi. Sonunda artık maceraya girmekten vaz geçtim. Deniz'den daha iyisi çıkana kadar Deniz en iyisi. Turşusundan balığına kadar bugüne dek kötü bir şey yemedim.




Pazar sabahı kahvaltıdan sonra biraz Alsancak ve civarında yürüyüş yapıp bu sefer otobanı değil eski yolu kullanarak Efes'e vardık. Efes'i en son 2011 veya 2012 yılında gezmiştim. Hakkıyla gezmek için bir kaç güne ihtiyaç var. Her gezişimde başka detaylara takılıyor, fark ediyorum. Efes'i gezdikten sonra Ortaklar'da çöp şiş yemeden olmaz deyip kendimizi çöp şişlere adadık. Böylece her gezimde olduğu gibi ana teması yemek olan bir geziyi daha bitirdik. Akşam Bodrum'a vardık, çantaları atıp, üstümüzü değiştirip Gemibaşı'na geçtik. Genellikle seyahatlerden pazar akşamı dönüyoruz ve Gemibaşı'na gitmek de seyahati taçlandırmak oluyor.








Sonraki hafta doğum günümdü ve yeni yaşıma Kalymnos’ta girmeyi konuşmuştuk. 12 Ekim cuma günü önce Kos’a, oradan Kalymnos’a geçtik. Kalymnos’a Glaros ile gitmediğimiz zamanlar kaldığım MasouriBlu’da yer ayırtmıştım. Artık sahibiyle de çalışanlarıyla da iyi dost olduğumuz bu küçük otelin, müsaitse en sevdiğim odasını ayırma inceliğini gösteriyorlar. Ekim ayında ada da harika oluyor. Akşamları hafif serin ancak gündüzleri denize giriliyor. Fakat bu sefer şansımıza kuvvetli kuzey rüzgarı vardı ve deniz pek çağırmıyordu. Dert etmedik. Sonuçta adanın kaşısındaki Bodrum’dan geliyoruz, deniz birinci önceliğimiz değil. İlk akşam Telendos’ta hep gittiğim Kapsoulis’e, Mihailis’in yerine gittik. Artık o da dostum. Geçen yıllarda gittiğimde tanıştığım, yazı Telendos’ta geçiren, Samos adasını da çok iyi bilen bir Alman vardı. Adını adalılar söylemede zorlandıkları için Yannis diyorlarmış. Instagram ve Twitter’de takipleşiyoruz. Adaya gideceğimi okuyunca bu sefer sohbet edelim istemiş, sizi bulurum dedi. Telendos’ta bu mevsimde olsun olsun 50 kişi vardır zaten. Biz Mihailis ile sarıldık, masamıza oturduk, uzomuz ve mezelerimiz geldi. Derken bir şişe uzo daha geldi, Mihailis uzoyu Yannis’in gönderdiğini söyledi. Arkam dönük oturuyormuşum, dönüp selam verdim. Sonra yanına gittim, çat pat sohbet ettik. Güzel bir anı oldu.


MasouriBlu otelindeki odamızdan Telendos'a doğru...

Masouri bölgesi

Telendos




Telendos Kapsoulis'te Gülüşan ile
Mihailis ile
Yannis ile

Ertesi akşam doğum günümü adanın en bilinen favori mekanı Aegean Tavern’de kutladık. Burası da bir aile işletmesi ve her şeyiyle güzel bir mekandır. Diğer restoranlara göre servisi hızlıdır. Sunumları daha tasarımdır diyeyim. Aslında yazın buraya adım atmam. Fakat sonbaharlarda mekan müthiş oluyor. Güneş batışını kaçırmamalısınız tabii.





Öğlen yemeğinde deniz mahsullü makarna ile Kalymnos turunu bitirdim


Aegean Tavern


İki gün çabuk geçti, pazar günü Bodrum’a döndük. Bu seferki pazar dönüşümüzde artık evde oturalım dedik.

Aradan on beş gün geçmemişti ki iş yemeği için İzmir'e gelip gelemeyeceğim soruldu. İstanbul olsa zoruma giderdi ama İzmir olunca derhal dedim ve bir araya geleceğim ekiple sözleştik. Üç kişilik ekipten iki kişi ile Arçelik'te işbirliği yaptık, oradan dostluğumuz var. Şimdi Tüpraş'ta görev yapıyorlar. Aralarındaki genç arkadaş ile iyi bir ekip oluşturdular, ben de kurum kimliği konusunda destek veriyorum.


Tüpraş ekibiyle Kordon Yengeç'teyiz. Mehmet Ali Belek, Çiler Teber, Seher Türkpençe ve bendeniz
Bir perşembe günü tekrar İzmir’e yollandık. Yine İzmir Palas’a yerleştik. Bu sefer yemek Kordon Yengeç’teydi. Sohbet ile beraber zaman hızla geçti. Ekip de yorgun olduğundan çok uzatmadık, ertesi gün biz de Sığacık’a geçecektik.


Yol üstü duraklarımızda bu sefer Milas sanayiideki köfteci vardı. Beğendim doğrusu.
İzmir Palas4'tan

Sığacık’a iki kere gittim. İkisi de bir kaç saat içindi. İlk gidişimde güneşli bir bahar günüydü, pazara denk gelmişti, oldukça kalabalıktı ve sahildeki iki balık restoranından birine oturmuş saatlerce garson peşinde koşmuştum. Yediklerimiz de iyi değildi, servis ise berbattı. Lanet edip çıkmıştım. Bir sonraki gidişim, yol üstü geçerken uğradığımız, bir kahve içimlik süreydi. Eski kasabayı gezmiştik, evlerin yarısı boştu, bakımsızdı. Aylardan Aralık ayıydı. Son zamanlarda Sığacık hakkında çok şey duymaya başlamıştım, merak ettim neler oluyor diye. Yazın hiç bir sahil kasabasına gitmem, çünkü neyle karşılaşacağımı Bodrum’da yaşayarak öğrendim. En güzel zaman Ekim veya Mayıs ayları. Ekim ayında yazın yorgunluğu oluyor ama kasaba sakinleşmiş oluyor. Mayıs ayında heyecan oluyor ancak bu sefer de mekanlarda sistem oturmamış oluyor, bazı aksaklıkları göz ardı etmeniz gerekiyor. Kalacağımız küçük oteli ayarlamıştım. Yemek yiyeceğimiz yer de tamamdı. Rezervasyon yapmadan hiç bir yere gitmeyi sevmiyorum. Kalacak yer bulabilecek miyim, acaba nasıl bir otele denk geleceğim düşüncesiyle yola çıkmam. Önceden araştırıp, sorup soruşturup gitmek varken heyecan çekmenin anlamı yok. Hele artık her şeyi oturduğum yerden ayarlamak varken.


Nova Citrus otelinde kaldık. Oda gayet iyiydi ve asıl önemlisi kahvaltısı mükemmeldi






Fiyatlar Bodrum'u geçmiş, şaşırdım.
Sığacık çok güzelleşmiş. Bakımlı hale gelmiş. Biraz Alaçatı havası sezdim. Sokak arası cafeleri, bazı restoranlar bana orayı çağrıştırdı. İşin içine girdikçe baktım ki fiyatlarda da Alaçatı’ya benzemişler. Bazı mekanların girişindeki fiyatları inceledim de, Bodrum merkezinden daha pahalıydı. Ama genel anlamda tertemiz, sevimli, bakımlı evleriyle tipik bir kasaba olmuş. Gittiğim yerin yerli halkıyla konuşmayı severim. O yer hakkında en iyi bilgi onlardadır. Tahmin ettiğim şeyleri söylediler. Buraya çok İstanbullu geldi, fiyatlar aldı başını gitti. Arsalar uçtu gibi şeyler. Çok aşina olduğumuz konular değil mi bunlar? Bodrum bu konuda ilk örnek ve ben de içindeyim, iyi kötü fikrim var. Merkezde arsa bitince sıra Sığacık’ın leziz mandalina ağaçlarının olduğu bahçelerin satışına gelecek. Bahçeden on yılda kazanacağı para nakit olarak önüne konduğunda buna dayanacak mandalina üreticisi bulmak zor. Böyle böyle bozulma sürecek. Ta ki gelenler burasının da tadı kaçtı deyip gidene kadar. İşte o zaman ne olacağını yerleşik halk düşünecek ama geç mi kalınmış olur ben bilmem.

Enginar o bölgenin baş sebzelerinden. Bu güzel tabak La'dude Art Cafe & Galeri adındaki bir mekandan





Sığacık’ta Milos Restaurant’a gittik. Adından da belli olduğu gibi bir Yunan mekanı havası vardı ve bunu çok severim. Zevkli bir mekandı. Hiç bir detay sırıtmıyordu. Memnun kaldık.

Sığacık küçük bir yer, yarım saatte bitirirsiniz. Biz de otele gidip gelirken, akşam yürüyüşüne çıkarken farklı sokaklardan geçmeye çaba gösterdik. Sığacık’ın bendeki izlenimi iyi. Yazın gitmem ama ilkbaharda tekrar bir geceliğine gidebilirim muhtemelen.




Milos'tan da memnun kaldık. Bir daha giderim.





Bu sefer de yine eski yoldan Söke’ye kadar gittik. Kuşadası’na girmedik çünkü hiç çağırmıyordu doğrusu. Bu mevsimde eski yol zevkli, otoban sıkıcılığı yok. Eh bir yere de yetişmiyorsak geze göre gitmek daha iyi geliyor. Cumartesi Bodrum’a, eve döndük.

Ekim ayı oldukça hareketli geçti. Döndükten dört gün sonra, Kasım başında bu sefer Glaros ile Gökova seyri yaptık. Bunu da diğer bloğumda anlatacağım. Geçen hafta da iki akşam, iki ayrı dost mekanda rakı-balık için Fethiye seyahatimiz oldu. Onu da ilerleyen günlerde aktarırım.

Bodrum'dan iyi dileklerimle... Günleriniz güzel geçsin.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bodrum'da ne iş yaparım?

Bodrum'da nereye yerleşilir?

Bodrum'a tatil için geliyorsunuz. Peki nereye geliyorsunuz?