Bir nevi "yaşantı".

 Üç yıl önce bir tekne alınca (Glaros) denizde yapacağım seyirleri anlatacağım ikinci bir blog açmıştım. Bodrumlumavihayat adını verdiğim blogda yazdıklarım tahmin ettiğim ilgiyi yakalamadı. Orada yazdığım bir yazıyı aynı anda kopyalayıp bu bloga yapıştırıyordum. Bu adreste, diğer adrestekinden fazla okunuyordu. Ben de sonunda dedim ki o blogu dondurayım, burada sadece Bodrumlu hayatımı yazarken içine deniz ile ilgili olan konuları da katayım. Sonuçta Glaros ve Ege, Akdeniz, yelkencilik benim buradaki hayatımın -gittikçe artan şekilde payını artıran- önemli bir bölümü. Sonra bugün sözünü ettiğim diğer blogumu dondurdum. Eski yazılara ulaşmak isteyenler için kapatmadım ama belki zamanı gelince kapatırım.


Şimdiden sonra sadece bu adresteyim. Diğerine ardı ardına yazılar eklerken burası ihmal edilmiş gibi duruyordu. Bu algının da önüne geçmiş olurum muhtemelen. 


O zaman anlatmaya başlayayım.


Yazın pandemi nedeniyle Bodrum gibi bütün Ege, Akdeniz sahillerinin dolacağını tahmin ediyorduk. Bodrum’da Mayıs ayında sıfırlanan korona vakaları Haziran ayıyla birlikte artmaya başladı. Ağustos ayında sayı çok yükseldi. Tatile gelenlerin bir bölümü yanlarında koronayla geldiler. Özellikle Gümbet’e gelen turistler nedeniyle o bölge Evde Kal uygulamasına bakınca kıpkırmızıydı. Hal böyle olunca, ben de bu yazı mümkün olduğunca Glaros’ta geçirmeyi planladım. Denizde bir teknede olmak, yapılabilecek en iyi izole şekliydi. Zaten Mart ayının ortasında ofisi kapatmıştım. Bu gidişle açmam zorlaştı, belki boşaltacağım. Neyse, konu o değil, bu yazın yarısından çoğunu Glaros’ta geçirdim. Diğer blogda bu konuları detaylı anlattım. Bazılarını –yukarıda değindiğim gibi- burada da paylaştım. Sonunda Eylül ayında 22 gün denizde olduk ve Ekim ayının başında Bodrum’a döndük.


İki yıldır, çok eski arkadaşlarım Ahmet Kurşuncu ve Hakan Girgin ile Ekim ayının ikinci yarısı erkekler takımı olarak Gökova’ya çıkıyoruz. Üç-dört günlük bu seyirlerde gülüyoruz, eğleniyoruz, bir yandan da dinleniyoruz. Bu sene ofis kapalı olunca benim açımdan yorucu bir iş temposu olmadı. Ahmet de emekli oldu, eskisi kadar yoğun çalışmıyor. Hakan ise bizim tam tersine bu yaz durmaksınız çalıştı. Haziran ayının ilk gününden Ekim ayının ortasına kadar bir gün bile tatil yapamamış. Ortakent’teki Pab’ın kahve bölümü kendisine emanet. Mekan her gün açık olunca Hakan da her gün gitmek durumunda kaldı. Ekim başında biz uzun seyirden dönünce çocuklarla konuştum, Ekim’in ikinci yarısı ne zaman isterseniz ben hazırım dedim. 

Seyire başlamadan önceki akşam hava bulutlanmıştı

Glaros ekibi: Hakan, ben ve Ahmet


Bodrumluların adına “yaşantı” dedikleri bir adetleri var. Malum, turizm bölgelerinde yaşayıp çalışanlar yazın tatil yapamaz. Yaz boyunca denize parmağını sokmayan biliyorum. Ekim ayının sonu ile Kasım aylarında turistler gider, yazlıkçılar döner, iş yerleri de ancak o zaman tatil yapabilir. Bu yaz pandemi nedeniyle turist zaten çok azdı, olanlar da Eylül sonu gidince Bodrumluların “yaşantı”sı on- on beş gün erkene kaydı gibi. Yaşantı denilen aktivite, özellikle mavi yolculuk yaptıran teknelerin (Bodrum’da tekne tabiri kullanılmaz, her ebat tekneye gayık denir) karaya çekilmeden önce personel ile birlikte yakın arkadaşlarının da katıldığı sene sonu seferi. Mavi yolculuk yapmayan ama gayığı olanlar da yaşantı yapar tabii, illa mavi yolculuk gayığı olması gerekmiyor. Işte bu yaşantıların yapılacağı tarihlerde Bodrum’da başta rakı olmak üzere içki bulmak zorlaşır. Bir haftalık yaşantı gezilerinde adam başı günde ortalama bir 70’lik hesap edildiğinden stoklar erir :) Bir Bodrumlular, bir de Trakyalılar gibi rakı içen ahali yoktur. Varsa da ben bilmiyorum. Bizim içtiklerimiz ne ki? Instagram’dan takip ettiğim Bodrum yerlisi dostlarımın yaşantı ile ilgili paylaşımları en sakin insanı bile dürtüp rakı içirtir. Tabii yanında yakaladıkları balıkları, ahtapotları saymıyorum. Her teknede –pardon gayıkta- mutlaka iyi bir aşçı oluyor zaten. 


Biz de kendi çapımızdaki “yaşantı”mızın üçüncüsüne 19 Ekim sabahı çıktık. Ben uzun bir seyirden döndükten sonra yaz sonu durumumu görmek için kan tahlili yaptırmıştım. Durum hiç iç açıcı olmayınca rejime başlamam gerekti. On beş gün rejim yaptım ama tabii seyirde, hele benim gibi rakısever eski dostlarla çıkınca durmak çok zor. Fakat işin sonu sağlık olunca yapacak bir şey yok. Bir hafta boyunca bir akşam rakı içip ertesi akşam suyla idare edince fazla hasar olmadan atlattım. Ahmet rakıları ve viskileri aldı, bizim Musto (Musto’yu açıp birkaç yıl sonra devreden, Pablo bira ile Pab Beach’in sahibi Mustafa Yavaş dostumuz) biralar benden demiş koliyle gönderdi. Bu arada tanımadığım Derya adında kaptan ve yelken hocası ile Hakan’ın iyi dostu olan, benim de tanıdığım Emrah adındaki arkadaşlarımız, Derya’nın teknesiyle biz de gelelim demişler. Hakan sordu “abi sakıncası var mı?” diye. Aslında tanımadıklarımla denize çıkmaktan çekinirim. Bir akşam meyhaneye gitmek gibi değil. Meyhanede biri arıza çıkarırsa veya sohbet sizi açmazsa masadan erken kalkabilirsiniz. Ama denizde birlikte seyir öyle mi? Günlerce bir arada olacaksınız. İçlerinde içmeyi bilmeyen biri olsa ve her akşam arıza çıkarsa tadınız kaçar. Ama sonuçta Hakan’ın arkadaşları olunca düşünmeden, tabii ki beraber gidelim dedim. İyi ki de öyle demişim. Çok güzel bir hafta geçirdik. Çok güldük, eğlendik. Glaros’ta ben, Ahmet ve Hakan vardı. First Lady adındaki yelkenli teknede de sahibi ve kaptan Derya, Emrah ve son anda bize katılan, içlerinde en eski dostum (şaka değil otuz beş yılı geçti) Mehmet Kurşuncu vardı. Mehmet’e Memo deriz. Memo ile taa seksenlerde Şaşkınbakkal’daki Metronom müzik dükkanından tanışıyoruz. Aradan yıllar geçti, Süleyman Nazif barı açtılar. Zaten Hakan da o zaman ortaktı, Hakan’ı da bu sayede tanıdım. Derken ben evlendim, hayatım değişti vs. Sonra hayat beni yalnız olarak Bodrum’a gönderdi ve burada Memo ile yine yollar kesişti. Bu sefer Gügü’den Zazu’yu devralmışlardı. O gün bugün burada hep birlikteyiz.


Firs Lady Beneteau marka, First 40 (yoksa 41 miydi?) modeli bir yelkenli. Performans teknesi. Tasarımı da bu amaca yönelik. Örneğin Glaros seyir tipi tekne. Hız ve yarış için tasarlanmamış. First Lady ise tam tersi yarış için tasarlanmış bir tekne. Derya da hem çok iyi yelkenci hem hoca. Atlantik’i geçmiş diyeyim daha da bir şey demeyeyim.


Pazartesi sabahı 9 civarı halatlarımızı çözdük, Milta marinaya girip yakıt aldık, atık verdik. First Lady ile yakıt istasyonunda buluşacaktık. Geldiler ama motorlarında bir sorun çıkmış bu halde gelemeyiz dediler. Tamir için marinada bir pontona bağlanıp usta beklemeye başladılar. Biz çıktık ve Palamutbükü’nde buluşuruz dedik. Fakat arıza öyle kolay hallolacak gibi değilmiş, bir gün sonra, biz Palamut’tan ayrılmadan, Bodrum’dan sabah 5’te çıkıp yetiştiler.

Bu yaz üçüncü kez Knidos feneri iskelemdeydi

Zoraki balıkçı (Hiç tutamadı)

Hevesli balıkçı (Hiç tutamadı)

Palamutbükü limanında



İlk gün önce Knidos’u rota tuttuk. Bu yaz Knidos'u üçüncü dönüşüm oldu. Hisarönü Körfezi’ne de üçüncü seyrime çıkmış oldum. Bu yaz oralarda karış karış gezdim ve doğrusu çok sevdim. Öğlene doğru Palamutbükü’nde limana girdik. Hemen yan koyda yüzdük, deniz mükemmeldi. İlk akşam ben de rakıya katılacağım dedim, bir mekan aramaya çıktık. Sezon bitmiş oralarda. Gerçi geçen yıllara oranla kışlamak için epeyce kalanlar vardı. Pandemi buralarda kış geçireceklerin sayısını patlattı.


Palamutbükü’nde iyi yemek yemek mümkün değildir. Her şey sıradan ve vasat. Payam adındaki yerde bir kere yemiş, memnun kalmıştım. Ikinci gidişimde aynı lezzeti bulamadıydım ancak kötü değildi. Ama her şeyden öte ucuz kafe izlenimi bırakan, hemen yiyip kalk dedirten metalik sandalye ve masaları insanı itiyor, o coğrafyaya hiç uymuyor. Ekip ortama, masa, sandalyeye bakıp bakıp buraya girmeyelim dedi. Eğer bu yazıyı okurlarsa veya bir okuyan Payam’ın sahiplerine aktarırsa belki masa/sandalyelerini seneye değiştirmeyi düşünürler, bilmiyorum. Ege’ye, Akdeniz’e uygun bir tarza geçebilirler. O zaman havası hemen değişecektir.

Mükemmel deniz, mükemmel hava





Başka bir yere girdik. Adı Emek Cafe idi galiba ama emin değilim. Ağaçlar altında bir mekan. Balıkları gözümüz kesmedi. Yediğimiz soğuk mezelerden sonra kalamar falan istemeyi aklımızdan bile geçirmedik. Şiş, pirzola ile idare ettik. Ne yediysek vasat ile kötü arasıydı, ama ilk akşam diye moralimizi bozmadık. Palamutbükü’nü yemekleri nedeniyle pek sevmiyorum. Orada denize girip Ovabükü’nde yiyip içmeyi, konaklamayı tercih ediyorum. Ama işin içinde tekne olunca Palamut’a bağlanıyorsunuz oradan da Ovabükü’ne gitmek zor oluyor. Bir ara arabayla Ovabükü’e gidip Poyraz’da Ercan Usta’nın lezzetlerine devam ederiz.


Ertesi sabah ekip gelip Palamut sahiline demirledi. Biz de limandan ayrıldık ve ikinci etabımız olan Dirsekbükü’ne dümen tuttuk. Rüzgar yoktu. Diğer teknede Emrah balık tutuyordu ve boş geçmedi. Balık tutuyor diye teknenin hızını artırmaya izin vermediğinden biz önden gidiyor, kıçtan kara bağlanıyor, onlar sonra gelip üstümüze aborda oluyordu. Bizde de balıkçı Ahmet vardı ama şans işte, hiç tutamadı :))


Kahvaltılar Glaros’ta, akşam yemekleri First Lady’da yendi. O teknenin havuzluğu daha büyük ve dümen dolabı olmadığından yer kaybı yok. Yarışta görev yapacak yelkenciler düşünülerek bu tip teknelerde farklı tasarım uygulanıyor. Başta dediğim gibi seyirde keyif ikinci planda, sürat ön planda.


Dirsekbükü

Derya kaptan, Emrah ve Hakan First Lady'nin havuzluğunda

Derya kaptan ve Memo

Emrah'ın yakaladığı palamut

Ahmet ve Hakan ile komşu teknedeyken

Emrah ve Derya kaptan

Derya kaptan ve Memo

Firs Lady'de akşam yemeği


Her sabah kahve eşliğinde erken saatte mesaiye başlıyordum. Yapılacak işleri yaptıktan sonra dümene geçip seyire çıkıyorduk.

Glaros'ta kahvaltı




Dirsekbükü’nde gece yıldızları seyrettim, hava pırıl pırıldı. Akşam Derya kaptanın maharetli elleriyle hazırladığı, Emrah’ın yakaladığı iri palamutu yedik. O akşamı su ile pas geçtim. Sabah griye uyandık. Denize girelim derken yağmur başladı. Bizim Hakan’ın kaşlar yukarı kalktı, şansıma edeyim diye söylenmeye başladı. E haklı, aylar sonra denize girmeyi hayal ederken ikinci gün yağmur hoş olmadı. Biz de fazla kalmadık, öğlen olunca demirimizi toplayıp Söğüt’e yollandık. 

First Lady ile Atabol burnunu dönerken

Yolda rüzgar yakaladık, Yeşilova Körfezi’nde bir saat kadar yelken yaptık. O arada rüzgarla beraber sıkı yağmur bastırdı, değişik bir seyir oldu. Tramolalarla körfezde bir o kıyıya bir diğerine giderek oyalandık, diğer tekne bize yetişti. O arada rüzgar kesti, motor seyriyle birlikte iki tekne peş peşe Söğüt’e yollandık, Octopus’un iskelesine bağlandık. Bir ay önce yandaki Keçi Bükü’nde iki gece kalmıştık. Akşam çok güzel bir yemek yedik. Octopus’ta her şey gayet iyiydi, lezzetliydi. Epeyce rakı içildi, sohbet harikaydı, gülmekten gözümden yaşlar geldi. Emrah zaten masayı kırıp geçirenlerden. Çok güzel bir akşamdı. Palamutbükü'nden %15 daha fazla para ödedik ama orada her şey kötüydü, burada iyiydi. 


Marmaris tarafından yağmur geliyordu


Yeşilova Körfezi

Söğüt'te Octopus'un iskelesinde




Akşam hava çok sakindi. Fırtına öncesi sessizliği dediklerinden

Glaros ve First Lady, Söğüt koyuna girerken
bir dostumuz bizi evinden görüp, fotoğralamış


Geceki fırtına ve yağmurdan sonra

Söğüt'ten ayrılırken





Yolumuza çıktı. Hoop nereye der gibi bakıp, yan yan yürüdü


Gece yarısı, güverteye vuran iri damlaların sesiyle uyandım. Derken gök gürlemeleri başladı. Peşinden şimşekler ve sonunda hayatımda gördüğüm en sıkı yağmurlardan birine şahit oldum. İki metre ötesi görünmüyordu. Sabah mutfakta Hakan’ı yine karamsar bir ifadeyle kahve yaparken gördüm. Abi bu ne ya, bu ne şans, vay arkadaş diye söyleniyordu. Bir kez daha hak verdim.


Biraz yürüdük, biraz alışveriş yaptık ve halatları çözdük. Bu sefer rotamız Bencik oldu.

Bozburun tarafları


Symi adası

Bencik


Bencik'te hava çok güzelleşti

Derya kaptanın deniz mahsullü makarnası mükemmeldi

Makarnayı zevkle yerken


Sabah ısınmaya başlayan deniz buharlaşıyordu. Bencik rüya gibiydi







Bencik’te sakinlik mükemmeldi. Temmuz ayında geldiğim Bencik ile ilgisi yoktu. Toplasanız on tekne vardı. Hava oranın coğrafi yapısı nedeniyle oldukça rutubetli ve serindi. Akşam polarları giyerek oturabildik ama teknelerin üstü çiğden sırıl sıklamdı. O akşamı ben yine pas geçtim. Bir akşam öncenin de ağırlığıyla saat akşam dokuz buçukta yattım. Uyumuşum. Sabahları saat yedi buçuk-sekiz civarı kahve kokusuyla uyanıyordum. Hakan kalkmış, kahve yapıyor oluyordu. Ahmet uyumaya devam ederken biz kahveleri içiyorduk sonra Ahmet’i uyandırıyorduk çünkü kahvaltı onun sorumluluğunda bir aktivite. Ahmet çok güzel kahvaltılar hazırlıyor. Yan tekneden de eli boş gelmiyorlardı. Böylece bizim kahvaltılar uzun sohbetlerle sürüp gidiyordu.


Bencik'teki arıları kaçırmak için Emrah'ın buluşu işe yaradı :)

Çok konuşuyor diye Emrah'ı yukarı bastık

Dişlice adası


Gerçekten de diş gibi kayalar

Güneşi ve şahane denizi yakalayınca Hakan kendine geldi

Bencik sabahı hava açtı, ısınmaya başladı, bulutlar dağıldı. Denize girenler oldu, ben dedim ki koyun girişindeki Dişlice Adası’na gidelim (aslında kayalık demek lazım ada sayılmaz) oranın denizi mükemmeldir denize orada gireriz. Orayı boş yakalamak çok zordur. Hele yazın sabah erken gittiniz gittiniz, sonra günlük turlar girip çıkar boş kalmaz. Gidip demirledik, mükemmel suya bıraktık kendimizi. Ekim ayının sonuna doğru deniz o kadar ılık oluyor ki, dışarıya çıkınca hemen kurulanmanız gerek yoksa üşütmek işten değil.


Dönüş rotasına geçmiştik, Cuma akşamını Kargı’da geçirmeyi teklif ettim. Memo işi nedeniyle Cumartesi Bodrum’a dönecekti, sabah onu Datça’ya limana bırakıp Knidos’a devam ederiz diye düşünmüştük. Biz yine önden geldik, her zaman Kargı’da demirleyip kıçtan kara olduğum kayalar doluydu, bir tekne bağlanmıştı. Yirmi metre öncesine demir attık, manevramızı yaptık, bağlandık fakat baktım tekne geziyor. Tornistan yaptım, kayalara doğru gidiyoruz. Demirin zincirini uzun mu tutum acaba diye düşünüp biraz topladım ama ı-ıh durmuyoruz. Demir tutmadı dedim, topladık bu sefer biraz daha ileriye, 18 metreye tekrar attık. Aynı şey yine oldu, bir türlü tutmuyor. Demiri çekiyoruz, üstü erişte dolu. Bu arada hava karardı, dibi görmüyoruz. Kumluk tarafta da tekne var. Bir başka yol denedim, demiri kumluk tarafa atıp çapraz geleyim dedim ama tabii yandakinin üzerine zincir döşememek gerek. Mangalı erkenden yakmışlar. Belli ki erken saatte yiyip içecekler, sonra da gidecekler. Üçüncüde de demiri tutturamayınca bari sahile yakın beş metrelere demir atalım alargada kalalım dedim. Benim yerde bağlı olan teknedeki kaptan seslendi, aman dikkat et oralarda çok tonoz var, demiri takma. Zaten zifiri karanlık olmuş, bir de demir takmayla uğraşamam diyerek Derya Kaptan’ı arayıp limana geçiyoruz dedim. Sonuçta Datça Limanına girdik, bağlandık. Bu arada Datça’da eskiden mekanı olan, bu blogu takip edenlerin iyi bildiği Fevzi’yi aradım. Emek restorana gidin, ben de oraya geliyorum dedi. Biraz sonra rakı ve mezeler söylendi, sohbet başladı. Yine kahkahası bol, güzel bir akşam geçirdik. Gece ilerledi, teknelere döndük. Hafif hafif içimiz kazındı. Hadi çorbacıya gidelim diye bir fikir attım, baktım ekibin yarısından çoğuna uydu. Kendimizi çorbacıda bulduk.

Datça limanında

Datça limanından ayrılırken

Palamutbükü açıkları

Ertesi sabah Datça meydanındaki kahvede çay içip karşıdan simit alıp farklı bir kahvaltı yaptık. Badem alışverişini de halledip, Memo’yu orada bırakıp biz teknelere döndük. Rota, son akşamı geçireceğimiz Knidos oldu. Knidos’u anlatmaya kelimeler yetmez, bu blog da yetmez. İskele boştu, aborda olduk. Binlerce yıllık antik tiyatroya bakarak o cam gibi suda yüzmek dünyanın başka bir yerinde var mıdır bilmiyorum. Bir saat kadar sonra diğer tekne de geldi bize aborda oldu. Akşam yemeği First Lady’de yedik. Benim yine pas geçtiğim bir akşam oldu. Hayatımda yediğim en lezzetli bulgur pilavını Derya Kaptan’ın elinden yedik.

Knidos




Son yıllarda yeni insanlarla tanışmaktan çekiniyorum. Biraz sıkıldım doğrusu. Bu yüzden "bizim falanca da Bodrum’a yerleşti senin telefonunu vereyim araşın" gibi durumlardan kaçınıyorum. Gelenlerin kendilerine göre bir hikayesi var elbette ama gelenler o kadar arttı ki, büyük çoğunluğu benim sevdiğim hikayelerle gelmiyorlar. Mesela Bodrum’da yaşamak için güvenlikli ve otoparklı site arayan biri ile konuşacak tek bir kelimem, o sohbete ayıracak bir saniyem bile yok. Ya da burada yapacağı arsa yatırımı, yapmak istediği iş falan ilgimi çekmiyor. Hele ne iş yaparım diye sormak için rakı içmeye çağıran hiç tanımadıklarımdan söz etmiyorum bile. Niye rakı içeyim kardeşim seninle değil mi? Neyse, her gelen aynı değil ama sonuçta her kim olursa olsun ben yeni insanlarla tanışmak istemiyorum. Deniz bu yüzden şahane bir kaçış oldu. Denizde karşılaştığım, iskelelerde yan yana bağlandığım teknelerde tesadüfen yeni tanıştığım insanlar da oluyor. Görüyorum ki herkes bir biçimde denizde sakinliği, yalnızlığı arıyor. Bunların tadını çıkarıyor. Nezaket ölçüsünde sohbetler yapılıyor sonra kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Denize çıkanlar da benim gibi, benzeri kafada insanlar olduğundan durum gayet rahat, baskı, ısrar yok. Misal, yeni tanıştığım, sözünü ettiğim Derya’yı tanımaktan çok memnun oldum. Ondan öğrendiklerim oldu, sohbeti iyi, özgürlüğünü seven bir denizci sonuçta. Denizdeyken çok güzel zamanlar geçirdik. Aynı ekip bir akşam karada da bir araya gelip rakı masası kurarız belki. Yani kafalar benzer olunca, dünyaya benzer pencerelerden bakınca yeni insan tanımak kazanç hanesine yazılıyor. 


Seyrin son kahvaltısından







Pazar sabah kahvaltımızı yaptık, denize girildi ve halatlar çözüldü. Knidos’u döndükten sonra yine rüzgar kaldı. Ve beklediğim gibi Kos’un bitimine doğru 16-17 knotlara varan rüzgar çıktı. Çok zevkli yelken seyri yapıp Gümbet’e geldik, yerimize bağlandık.

Bu sefer, bu yaz Knidos feneri üçüncü kez sancağımda

Güzel rüzgarla Bodrum'a doğru seyrederken

Bir hafta çok güzel zaman geçirdik. Bu yaz deniz ile olan birlikteliğimin arttığı için çok mutluyum. Yaz bitti ama daha denize çıkacak havalarımız olacak. Önümüzdeki günlerde, haftalarda Gökova seyirleri yapmak istiyorum. Fırtınalar bastırana kadar ne kadar seyir yapabilirsek o kadar iyi olacak.


Bu yazıyla blogun yeni konseptine başlamış olayım. Başta söylediğim gibi, deniz ile ilgili, Bodrum’daki hayatım ile ilgili, yapmayı çok istediğim ama pandemi nedeniyle yapamadığımız arabalı gezilerimize başlayabilirsek onlarla ilgili notları da burada yazacağım. 


Görüşmek üzere.

Yorumlar

  1. Serdar bey çok çok güzel bir yazı olmuş yine.

    Bir bergamalı olarak ilerideki idolumsunuz. Bende kuzey egeye bu şekilde yerleşip canakkaleden çeşmeye kadar böyle adım adım anlatmak isterim. 35 yasindayim sizi uzun zamandır twitterda takip ediyorum. Arkadaş cevrenizde anlattığınız kadarıyla tam kafa insanlar. Sağlıcakla kalın

    YanıtlaSil
  2. Bu ekibin kıçtankaracısı kimdi? (Balıkçıların yorumuna bittim)😂

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Balıkçılar balık tutamadığı zamanlarda dingiye binip kayalara tırmanıyorlardı :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bodrum'da ne iş yaparım?

Bodrum'da nereye yerleşilir?

Bodrum'a tatil için geliyorsunuz. Peki nereye geliyorsunuz?