Geçen
hafta 1 Mayıs tatil olunca öncesindeki Pazartesi gününü köprü yapıp iki gece üç
günlük kısa bir Ege turuna çıktığımı yazmıştım. O yazıda bu turun ilk etabını,
Bodrum-Fethiye bölümünü yazmıştım. Bugün ikinci gününü, yani
Fethiye-Marmaris-Kumlubük etabını yazmak istiyorum.
Pazartesi
–yani 30 Nisan günü- Fethiye’de pırıl pırıl bir güne uyandık. Fethiye Ege
bölgesinin en sıcak yeri. Artık Fethiye’de bahardan söz etmek yanlış olur,
bayağı yaz gelmiş. Yacht Otel’in terasında güzel bir kahvaltı yapıp biraz Fethiye
içinde yürüyüp, sahilde kahve içip yola koyulduk. Rotamız Marmaris yönüydü.
Geçen haftaya kadar Marmaris’in hep Datça tarafına bakan koylarında veya
Simi’ye bakan Bozburun, Selimiye taraflarında gezinmiştim. Marmaris’e kaç kere
gittim saymadım ama herhalde otuzu geçmiştir. Bu gidişimde ilk kez Marmaris’in
Köyceğiz’e bakan, Bozburun yarımadasının doğu sahilini gezdim. Yani Marmaris’in
içine girip Bozburun-Datça okunu değil, İçmeler-Turunç okunu izledim. Ya da
eski Bozburun yolu diyelim.
Öncelikle
şunu söylemeliyim, yol otomobil kullanmayı sevenler için çok güzel bir parkur.
Hem tepelere tırmanıyorsunuz, hem orman içinden geçiyorsunuz, hem de arada
mükemmel manzara ile karşılaşıyorsunuz. Sert geçen kışın izleri henüz
silinmediğinden yol biraz bozuk. Ama insan ona bakmıyor bile. Rumca CD dinleye
dinleye iyi bir yolculuk yaptık.
Gideceğimiz
yer İçmeler’den Turunç’a gelirken sağa saparak gidilen Kumlubük’teki Dionysos
adındaki tesisti. Kumlubük’ü de Dionysos’u da daha önce duymuştum ama dediğim
gibi gidememiştim. Dionysos’u yaratan Ahmet Bey, benim Bodrum’daki yakın
arkadaşım Ahmet Kurşuncu’nun dostu. Ahmet’in diğer bir yakın dostu, Turunç’ta
yaşayan Alp de Mahmut Kaptan’ın kapanışı günlerinde Bodrum’daydı. Ben yine
Datça’ya gitmeye hazırlanırken Kumlubük ve Dionysos’u bu iki arkadaşım aklıma
soktu. İyi de etmişler, tam zamanında gitmişim. Hem iklim açısından, hem
yolların boşluğu bakımından harika bir zamanlama oldu.
|
Dağdan inerken Kumlubük'ün görünüşü. Uzaklar Köyceğiz tarafları |
|
Dionysos'taki kanyondan Kumlubük'ün görünüşü |
|
Fotoğrafın ortasında, tepedeki ev tesisin sahibi Ahmet Bey'in evi |
|
Bu da evin zoom yapılarak çekilmiş, gün batarkenki hali |
Size
biraz Dionysos’tan söz etmem lazım. Bir kere orayı yaratan Ahmet Bey’i kutlamak
gerek. Bir yer nasıl yoktan var edilir, iyi bir örnek oluşturmuş. Dağlardan
Kumlubük’e inerken ancak keçilerin tırmanabileceği eğimli, kayalık ve kanyona
açılan onlarca dönümlük arazide tesis yaratmak için “yapmak” fiili az gelir.
Ben de bu yüzden “yaratmak” fiilini kullanıyorum.
Dionysos’a
gelmek için kıvrıla kıvrıla inerken önce bir çiftliğe geliyorsunuz. İnsanın ilk
aklına gelen, kim neden bu Allahın dağına çiftlik yapmış ki oluyor. Sonra
anlıyorsunuz ki bu çiftlikte yetiştirilen sebze, meyva ve canlılar Dionysos’un
tüketimi için. Antik adı Amos olan bu bölgenin zeytinlerinden yapılan zeytinyağı
bu çiftlikte tesis için özel olarak üretiliyor. Büyükbaş hayvanlar yine tesisin
mutfağı için yetiştiriliyor. Sebze, meyva da aynen. O yüzden de yediğiniz her
şey mükemmel lezzette oluyor tabii.
Ancak
önce şunda anlaşalım; Dionysos pahalı bir yer. Bu yazıyı okuyup yaz planı
yapanlar için bu bilgiyi vereyim sonra bana saydırmayın. Tesisle ilgili
kurumsal bilgiyi sitelerinden edinebilirsiniz. Orada fiyatlar da yazıyor; http://www.dionysoshotel.net/tr/#
Ben
buraya sadece geçirdiğim yirmidört saatten bende kalan izlenimleri yazıyorum.
“Çok memnun kaldık, mükemmelmiş Serdar Bey. Faturayı da adresinize
gönderiyoruz, teşekkürler” demeyin diye bu uyarıyı yapayım dedim.
Sezon
başı olduğu ve patrondan torpilli olduğumuz için biz indirimli kaldık (o kadar
olsun di mi ama?).
Dionysos’a
gelirken biraz önce dediğim gibi yer yer 180 derece keskin virajlı ve dar
yoldan iniyorsunuz. Araba kullanan sizseniz manzaraya pek takılmayın, hayatta
son gördüğünüz güzellik olabilir. Nasıl olsa tesise geldiğinizde bu manzarayı
doya doya göreceksiniz çünkü kalınan her oda veya ev aynı manzaraya bakıyor.
Biz odada kaldık. Ama oda demek yanlış olur basbayağı evdi. Benim
Yalıkavak’taki yazlık evimden daha büyüktü. Bir de ayrı özel evler var ki
galiba bazılarının kendi havuzları da var. Bu arada yukarıda fotoğrafını görebileceğiniz Ahmet Bey’in evi tam bir
kartal yuvası. Yılın altı ayını burada altı ayını çocuğunun okulu yüzünden Marmaris’te
geçiriyorlarmış. Kışın tesis kapalıyken, yoldan bir kişi bile geçmezken
fırtınada o evi gözümde canlandırıyorum da... İlginç olabilir diyelim.
|
Oda demek yanlış, kaldığımız dairenin mutfak bölümü |
|
Oturma odası |
|
Şarap ve zeytinyağı Ege'nin iki kutsal sembolü. Bu ikisi olsun, hayat geçer |
Dionysos’ta
dediğim gibi birbirinin manzarasını engellemeyen yapılar var. Doğayla inanılmaz
uyumlu. Aşağıdaki fotoğraflarda da göreceğiniz gibi, Kumlubük sahilinden
bakınca binaları görmüyorsunuz bile. O derece gizli. Demek ki özenilince, doğru
insanlar bir araya gelince, zevk, öngörü ve çevreye saygı olunca böyle işler de
yapılıyormuş. Mesele parada değil. Neden böyle diyorum? Çünkü Kumlubük
sahilinde tipik mafya mimarisi bir yalı gördüm. Kocaman, saray taklidi kitch
bir yapı. Dev bir bahçe kapısı. İçeride kimse olmamasına rağmen kapıda güvenlik
görevlisi. Deniz kıyısına yürüyünce, duvarların arkasında, yalının bahçesinde
birbirinin aynı çirkin kutu gibi binalar gördüm. Bu ne binası diye baktık
baktık bir anlam veremedik. Eğer bir malikaneyse, bahçedeki kutu binalar neyin
nesi? Yok otelse, o koca bina ne? Sonra öğrendim ki Doğuş Holding’i kuran rahmetli
Ayhan Şahenk’in eviymiş. Bahçedekiler de misafirler içinmiş. Yani görgü başka
birşey, para başka. İkisi bir araya gelince de iyi iş çıkıyor.
Neyse,
odamıza yerleşip öğle uykusuna yatıp, kalkıp havuzda biraz yüzüp akşam yemeği
için hazırlandık. Sezonu açalı henüz bir hafta olduğu için tesiste bizden başka
dört veya beş çift vardı. Hepsi de İngiliz. Zaten tesis bir İngiliz şirketine
çalışıyor. Yani sezonluk olarak İngilizlere veriliyor. Arada bizim gibi
gelenler için de bir iki oda ayırıyorlar herhalde. Faralya bölgesindeki Oyster
veya Yediburun Lighthouse gibi. Ege’nin ve Akdeniz’in tartışmasız en iyi, en
özel tesislerinde İngilizler kalıyor. Gelir düzeyi daha düşük İngilizler
Fethiye’nin Çalış bölgesinde, Almanlar ve Ruslar ise herşey dahil sisteminin
olduğu dev tatil köylerinde üç kuruşa bira ve votka tüketiyor.
Kaldığım
yerin adı Dionysos olunca akşam yemeğinde rakı içmek olmazdı. Çok sevdiğim ve
bulunca başka marka içmediğim Egeo şarabından açtık. Sohbet, manzara derken iki
şişeyi bitirdik. Son kadehler evde içildi ve iki gecelik kısa tatili böylece
bitirdik.
Sabah
kahvaltıyı yapıp yola çıktık. Önce Kumlubük sahilinde biraz turlayalım dedim
ama sahil henüz yaza hazır değildi, bakımsızdı. Kışın dev dalgaların yığdığı
malzemeyi toplayanlar Kumblubük’ü yaza hazırlıyordu. Denize girmedim ama
şahaser olduğu belli. Bu yaz Kumlubük ziyaret edilecek, denize girilecek, öyle
görünüyor. Ama deniz amaçlı bir tatil için Dionysos yerine sahilde bir yerde
kalmayı tercih ederim. Denize arabayla gidip gelme fikri benim için cazip
değil.
Kumlubük
bu mevsim kimsenin olmadığı terkedilmiş bir yer görünümünde olduğu için bir
fikir yürütemiyorum. Kumlubük’ten sahil boyu devam edip Amos’u geçtikten sonra
Turunç’a vardık. Turunç’a da henüz yaz uğramamış. Yerleşik emekli İngilizler
vardı sadece. Köyde bir tur atıp Marmaris’e doğru yola çıktık. Yine dağları
aşıp Marmaris’e vardıktan sonra bir kahve molası verip Bodrum’a dönelim dedik.
Marmaris’teki arkadaşlarım kusura bakmasınlar ama Marmaris’in içini bir türlü benimseyemedim.
Bana Ege’deymişim duygusu vermiyor. Hele gözünüzü bağlayıp sizi yeni açılan
geniş yolun orada bir yerde indirip gözünüzü açayım. Nerede olduğunuzu tahmin
etmenizi istesem, en son bir sahil beldesinde olduğunuzu söylersiniz herhalde.
Marmaris doğası ile Bodrum’dan kat be kat güzel olmasına rağmen malesef ki
Bodrum’dan kat be kat berbat bir şehircilik ve yapılaşma örneği.
Böylece
iki gece üç günlük Ege ve ucundan kıyısından Akdeniz turunu bitirdik. Bodrum’lu
hayatın böyle bir iyi yanı var işte. En azından ayda bir kez, arabaya atlayıp
yakın çevredeki güzelliklere ulaşabiliyorsunuz. Yeni yerler keşfediyorsunuz,
yeni tadlar yakalıyorsunuz. Sonra Bodrum’a dönüyor ve buradaki hayatı yaşamaya
devam ediyorsunuz. Bir gün geliyor; şimdi Datça’da Palamut’ta deniz ne güzeldir
diyorsunuz. Bir feribot biletine bakıyor. Atlayıp gidiveriyorsunuz.
|
Kumlubük sahilinden bakınca Dionysos'u görmek neredeyse imkansız |
|
Biraz zoom yaparak kadraja alınca yapılar seçilmeye başlıyor |
|
Kumlubük sahili |
|
Kumlubük |
|
Turunç |
|
İçmeler |
Yaz
sıcakları ile birlikte trafik magandaları ve kalabalık basmadan şu sahillerin
tadını çıkarmanın bir yolunu bulun. Bir daha yazın gelmezsiniz. Benden
söylemesi...
merak ve soru sorma konusunda son derece kıl biri olan bendenizin lafını ağzına tıkayacak kadar ayrıntılı gezi yazıları için tekrar teşekkürler. =)
YanıtlaSilmarmaris'in içi konusunda ben de hemfikirim. bir iticilik sinmiş üstüne. halbuki koyları ne kadar da cennet.
siz nasıl Bodrum a aşık olup yerleştiyseniz,yıllar önce bende Marmarise aşık oldum ve buraya yerleştim.Bende senede bir iki kez Bodruma geliyorum (akraba ziyareti)içim daralıyor kendimi Marmarise zor atıyorum.Ancak Bodrum yeşilsiz,bodrumda yaşayan istanbullular trafiği katletmiş,küçük istanbul olmuş bodrum demiyorum,bodrum tüüü,kaka demiyorum diyemem...sadece bodrum bana göre değil diyorum.Bodrumu sevenlere lafım yok bodrum sevenlerin olsun...ben marmariste denizi ve yeşili birarada görmekten,sabah kuş cıvıltılarıyla uyanmaktan ve sessiz sakin bir hayat yaşamaktan memnunum.ancak bir kaç yazınızda özellikle marmaristen nefretle bahsetmenize bir anlam veremedim oysa marmaris gerçekten bir cennet.... onu yaşayabilene,anlayabilene......
YanıtlaSilKeşke adınızı yazsaydınız size adınızla hitap edebilseydim. Marmaris'i sevmediğim doğru. Ancak aslında kızgınım. İnşaat yaparak o doğal güzelliği mahveden yerlisine, feci bulvarlar açarak buna davetiye çıkaran yönetimlerine kızıyorum. Marmaris'in içi benim açımdan malesef çok kimliksiz. Merkezden İçmeler'e doğru giden yolu görüp orayı sevmem mümkün değil. Ancak civarı için tam tersini düşünürüm. Selimiye, Hisarönü, Bayır, Bozburun tarafıyla yeni gittiğim Kumlubük'ü sevmemek için hayatı sevmemek lazım. Doğal güzelliğine kimsenin laf edemeyeceği Marmaris'in içi için aynı şeyi düşünemiyorum. Okuduğum kadarıyla Marmaris'te yaşamaktan çok mutlusunuz. Size Marmaris'te, sağlıklı, mutlu nice uzun yıllar dilerim.
SilSerdar bey,palamutbükü ve Datça da kalacak yer için araştırma yaparken bloğunuzu farkettim.Gerçekten severek ve beğenerek okuyorum.Bir yere gideceğim zaman,yazılarınızı okuyor ve fikir ediniyorum.Yerleri sizin gözünüzle aynı heyecanı duyarak geziyorum ancak,kalacak yer ve gidilen lokantalar hakkında aynı şeyleri söyleyeniyeceğim,malum emekli maaşıyla zor olduğundan,bizde aynı yerleri piknik yaparak geziyoruz.Marmarise gelince bazı yönlerden haklı olabilirsiniz ancak neresi doğal halini koruyorki..yıllar önce gidip kalmaktan büyük mutluluk duyduğum akyaka ya artık gitmek istemiyorum.Datça,palamütbükü,hisarönü,selimiye de keşke 10 yıl önceye dönebilse...Dediğiniz gibi ben Marmariste mutluyum şimdilik yarın ne getirir bilemem.Sizede Bodrumda mutlu yıllar dilerim.Yeni yazılarınızı bekliyorum ama Marmarise de birazcık iyi davranın lütfen.:))))
SilNur DİLEK