İki gün Halki tatili için dört gün ayırmak gerek.

Bu bloğu kapatmamış, eskisi kadar sık yazmamaya karar vermiştim. Bunun üç nedeni var. Birincisi; Bodrum benim sevdiğim eski Bodrum değil artık. Yazmak içimden gelmiyor. İkincisi; Burada sekizinci yılım bitiyor ve doğal olarak yaşadıklarım çok farklı şeyler değil. Zaman içinde yazılar birbirini tekrar etmeye başladı. Üçüncüsü ise, deniz ile haşır neşir olacağım bir yelkenli –Glaros- edinince, iş dışındaki hayatımda deniz önemli bir yer tutmaya başladı. Bu nedenle de deniz ile ilişkimi anlatan ikinci bloğu açtım. O da www.bodrumlumavihayat.blogspot.com

Bu yaz Glaros ile Kos’a, Kalymnos’a, Nisyros’a gittik. Ancak Halki’ye, zaman azlığı nedeniyle Glaros ile değil katamaranla gitmek durumundaydık. O yüzden de bu geziyi bu blogda aktarmam daha doğru olacak dedim, başladım anlatmaya.

Asım Kaptan ile Kos'a giderek seyahatimize başladık
Kos çarşısının zemini çok basit ama çok kullanışlı. Bodrum'a döşenen mermer görünümlü taşlar bir kaç yılda hem eskidi, hem kirlendi. Oysa bu zemin hem daha doğal ve bana sorarsanız daha da uygun.
Kos'a gidince Ena'da dakos ve Mythos ikilisi şart
Tıkır tıkır işleyen Dodekanisos şirketinin katamaranları. Bugüne kadar bir kez, on dakika geciktik.
Nisyros-Tilos-Halki en sevdiğim adalar. Küçükler, sakinler, çoluk çocuk gelmiyor çünkü çocuklu aileler için uygun değil. Yıllardır adalara, yurt dışına başka ülkelere gider gelirim, çocuklu ailelerin temelde ikiye ayrıldığını gördüm. Batılı aileler ve doğulu aileler. Batılı ailelerde çocuklar sakin, uyumlu, aileleri ile gezerken vızıldamıyor, ağlamıyor, şımarmıyor. İki üç çocuklu ailelerin de olduğu mekanlarda sakin sakin yemek yersiniz. Ama çocuklu ve doğulu bir aile gelsin ortalığı birbirine katarlar. Bizim ülkemizin aileleri de böyle maalesef. Yemek yerken ağlayan, masalar arasında koşturan çocuklar vardır, onlara “yapma annecim, etme babacım” diye bağıran ebeveynler vardır. Sonuç olarak tatilde masanızda iki kadeh içerken, lezzetli yemekler tadacak, sohbet edecekken o akşam burnunuzdan gelir. Aynı durumu sahilde güneşlenirken de yaşarsınız, konakladığınız küçük otel koridorlarında da. Ama işte bu adalar çocuklu aileler için pek uygun olmayınca benim gibi sessizlik sevenlere gün doğuyor. Bir diğer konu da, gidilecek “beach” olmaması, “happy hours” yapan barların olmaması. Gençliğin ve etkinlik, alış veriş sevenlerin adresi Mykonos, Rodos. Oralar tam söylediğim gibi yerler. Nisyros’ta denize girecek yer az, dolayısıyla beach falan yok tabii. Hal böyle olunca çocuklu ailelerin yanı sıra etkinlik ve “ekşın” peşinde olan tipler de gelmiyor. Peki kimler geliyor derseniz, elinde kitabıyla sakin sakin dinlenen, güneşlenen orta yaşlı Avrupalılar var. Kimse kimseye bulaşmıyor. Müzik yayını yapan mekan yok. Sadece Nisyros’ta gece açılan bir bar var, o da kapılarını kapar, dışarı ses çıkmaz, içerisi gümbür gümbürdür, çok isteyen varsa oraya gider. Yani siz ne demek istediğimi anladınız işte.

Halki'nin sessiz cafelerinden
Kiraladığımız evin önünde, limandaki pırıl pırıl deniz

Akşama ahtapot hazırlığı



Halki’ye geçen yıl gitmiştim, bayılmıştım. Yaygın bir benzetmeyle Symi’nin küçüğü diyebilirim. Symi ne ki küçüğü ne olsun diyebilirsiniz ama öyle. Rıhtım boyunca dizilmiş yalılar en tipik özelliği. Benim gibi çocukluğu İdealtepe, Bostancı, Suadiye sahillerinde, daha sahil yollarının yapılmadığı, arabaların sahilleri işgal etmediği yıllarda geçen biri için çok anlamlı. Çocukluğum gibi. Evlerin hepsi bakımlı. Sizin eviniz var ve o yaz gitmeyeceksiniz mesela. Gitmeseniz de eğer evinizin dış cephesinin boyaya ihtiyacı varsa boyatmak zorundasınız. Belediye size arıyor, bildiriyor. Ya da eski bir evi aldınız onarıp yaşayacaksınız. Yine cephenin rengi, ahşap kepenk veya panjurların rengini yerel yönetim ile birlikte saptıyorsunuz. Böyle olunca da rengarenk ve bakımlı evler ile çevrili bir limanı olan adaya vuruluyorsunuz. Estetik, zevk, temizlik birer uygarlık göstergesi. Bizde olmayan bu işte. Şehirlerimizde demir filizleri duran, sıvasız, balkonunda bir tane saksısı bile olmayan evlerle çevrili mahalleleri hepimiz biliyoruz. Uzağa gitmeyeyim, Bodrum’da bile son yıllarda ortaya çıkan yapıların zevksizliğine bakın yeter. Metal ve cam küpeşteli balkonlar, granit kaplı, köşeli, geleneksel ve yerel mimariyi reddeden zevksiz yapılar. Üstelik milyon dolarlık evler ve alıcıları da var. Adaların iyi ki bizde kalmadığını hep söylerim, her gidişimde bu düşüncemin ne kadar doğru olduğunu yaşayarak görüyorum. Eğer on iki ada bizde kalmış olsaydı şimdi hepsinin koyları yedi yıldızlı tesisler, dev marinalar, abuk subuk “rezidans”larla dolmuş, deniz kirlenmişti. Neyse ki bizde değiller ve Yunanlılar adaların bu haliyle cezbedici olduğunu çok iyi biliyorlar, bozmuyorlar.

Halki’de alıştığımız manada otel yok. Bir tane otel gibi otel var. Diğerleri apart daireler. Daireler de, hepsi iki katlı olan evlerin katları. İlk gidişimde otel diyebileceğim o tek yerde kalmıştım. Bu sefer bir yalıda kalalım, farklı bir tatil yaşayalım istedimdi. Hem de özel bir doğum günü bahanesiyle gitmiştik. Ona da yakışsın dedik. 

Evin içinden

Balkondan görüntü



Halki'nin meşhur fırını. Öğlen kapatıp siestaya gidiyor, ertesi sabah açıyor.


Symi karidesi. Bizde balık yemi yapılan çim çim denilen karides. Yapmayı bilince lezzete dönüşüyor. Deniz ürünlerini Yunanlılar çok iyi biliyor ve damak çatlatan lezzetler yaratıyor. Çünkü deniz ile iç içe yaşıyorlar. Bizim de üç tarafımız denizle çevrili ama deniz ile aramız iyi değil. Genel olarak acılı ezme, haydari seviliyor.
Tartışmasız, bugüne kadar adalarda yediğim en iyi ahtapottu
Kaldığımız ev yalı olunca sabah rıhtımdan denize girerek yüz yıkamak harikaydı. Bir diğer önemli detay da şu ki, ev limanın içinde ve denize girdiğimiz yer motorların, teknelerin yanaştığı yere yüz elli metre var yok. Ama su derin, mavi ve pırıl pırıl.

Halki sokakları dar değil dapdar. Geçen yılki notlarıma baktım da şunları yazmışım; “Eğri büğrü, her köşesinden bir sürpriz ile karşılaştığınız sokaklar. Arabayı bırakın, motorsiklet bile geçemeyen sokaklardan söz ediyorum. Bir köşeyi dönüyorsunuz, adamın biri yalının rıhtımında gazete okuyor. Diğer bir köşede sarı badanalı, yeşil kepenkli bir ev ve yanında çivit mavi badanalı kırmızı kepenkli bir başka ev sizi karşılıyor. Limanı ve iskelesi diğer küçük adalar gibi, bir kaç kafe ve restoranla çevrili. Restoranları öyle çok iddialı değil ama On İki adanın tümünde olduğu gibi belli bir kalitenin altına düşmüyor. Ortalama bir kalite var ve o kalite bizim buraya göre yüksek. Fiyatlar yine aynı. Kalymnos ile Halki arasında hiç fark yok mesela. Bunu çok önemsiyorum, bizde bırakın iki ayrı şehir arasında fark olup olmamasını, yan yana iki restoran arasında dünya kadar fark olabiliyor. Ya da sahildekiyle bir arka sokaktaki mekan arasında. Yunan adalarının bir standartı var, bu tümü için geçerli. Fiyat, lezzet, kalite, servis, temizlik. Hiç bir restorana, acaba çıkarken kaç para ödeyeceğim kaygısıyla girmiyorsunuz. İki gün sonra durumu anlıyorsunuz zaten.”



Halki pasta... Ev yapımı makarna üstüne karamelize soğan ve peynir
Ilık servis edilen istifno
Lezzetli mekan



Geçen gelişimde yemediğim bir mekanda yedik ilk akşam. Keşke o gelişimde de yeseymişim dedim. Ahtapot ızgara benim için çok önemli bir gösterge. Masaya gelişinden ilk lokmada damakta bıraktığı tada kadar dikkat kesiliyorum. Hiç şüphesiz Halki’de yediğim, bugüne kadar adalarda yediklerimin içinde en iyisiydi. Düğmeli, dışı çıtır, işi sulu, deniz suyunun tadını alıyorsunuz ve önceden haşlanmamış ve de sıfır sos. Yediğim en iyi ahtapot salatası ise Tilos’un arkasında, Nisyiros’a bakan küçücük bir köyün tek restoranındaydı. Şu ana kadar daha iyisini yemedim ve tadı hala damağımda. O yemyeşil zeytinyağının üstünde yüzen parçaları ve ev yapımı sıcak ekmeği unutamam.

İkinci akşamı, daha önce de gittiğim bir mekanda oğlak yiyip ev şarabı içerek geçirdik. Bu da başka bir tad ve bizim buralarda bulmak pek mümkün değil. Adalar dağlık, keçi bol. Limonlu ve domates soslusunu yapıyorlar. Biz domatesliden yedik. Geçtiğimiz hafta Kalymnos’un kuzeyindeki Palionisos koyundaki tavernada ise limonlusunu denedim. Daha başarılı buldum.

Komşu yalılar
Kaldığımız ev









Halki tatili bol dinlenmeli, yemeli, içmeli güzel bir tatildi. Fazla zamanımız yoktu, ancak iki gece kalabildik ve pazar günü Bodrum’a dönmek üzere Cumartesi akşamı Rodos’a geçtik. Halki’den Rodos’un adaya bakan tarafına giden motora binmek için gittiğimizde rezervasyon sordular. Yaptırmamıştık ve gerektiğini de bilmiyorduk. Neyse iki kişiyi sıkıştırdılar ama beklerken konuştuğumuz Yunanlı görevli Türk olduğumuzu öğrenince bak bu da Türk’tür diye motorun diğer personelini işaret etti. Aslen Bulgar göçmeniymiş. Kadıköy’de bulunmuş. Adı Aksel. Babası gemilerde çalışıyormuş, bir seferinde gemi arızalanmış, Halki’ye sığınmış. Adada tamir etmek için zaman geçirmiş ve o kadar sevmiş ki adayı terk etmemiş. Sonra Aksel’i de almış yanına. O arada anne ile ne olmuş bilmiyorum, sormadık tabii. Sonuçta Aksel hem biraz Türkçe biliyor, hem Bulgarca hem Yunanca konuşuyor. Hem Bulgar hem Türk vatandaşıymış. Bulgarlar AB üyesi olduğundan istediği gibi çalışabiliyormuş adada. Yaz kış Halki’de kalan böyle biriyle tesadüfen tanışmak hoş bir sürpriz oldu. Şimdi Halki’de bir tanıdığımız var artık. Bundan sonraki gidişimi Glaros ile yapmak istiyorum. Eğer mümkün olabilirse Bodrum-Kos-Nisyros-Tilos-Halki-Datça-Bodrum rotasını izlemek niyetindeyim. Bunu da diğer blogda anlatırım artık.





Geçen yaz da geldiğimde aynen böyle bakmıştı. Biraz büyümüş o kadar.
Oğlak...


Rodos’a geçtik ama karaya bastığımız yer ile kalacağımız ana liman bölgesinin arası çok uzaktı. Ve indiğimiz yerde sadece iki taksi vardı, onlar da on beş dakika sonra gelecek diğer motordan inecek müşterilerini bekliyorlardı. Bizim hafif paniklediğimizi görünce (çünkü başka taksi bulmak mümkün değil, kuş uçmaz bir yerde indik) tamam sorun yok dedi şoförlerden biri. Müşterisi olan İngilizleri havalimanı yakınında bir otele bırakacakmış, sonra da sizi otele bırakırım dedi. Böylece bir İngiliz çiftle beraber yola çıktık. Şoför hem iyi İngilizce konuşuyordu hem fırlama bir tipti. Otelin adını söyledik, yetti. Biliyorum dedi. Otel de öyle Sheraton falan gibi bilinen bir otel değil hani. Liman bölgesinde, merkezi ama öylesine bir otel işte. Yunan adalarında bindiğim bütün taksilerin şoförleri İngilizce konuşuyor ve gideceğiniz otelin, restoranın adını söylemeniz yeterli. Hadi küçük adaları anladım da Rodos kocaman ada, yine de şak diye buluyorlar.

O akşam deniz mahsullü ve Barbayanni Aphrodit’li mükellef bir yemek yedik. Rodos kalesinin içinde, eski şehir bölgesinde biraz turladık. Rodos fazlasıyla turistik, o yüzden benim için cazip değil. Belki bir Ekim ayında gelirsem daha iyi izlenimlerle ayrılırım. Yalnız bu arada şunu belirteyim ki Rodos havalimanına uçakların biri konuyor biri kalkıyordu. Bu sezon da bizim Bodrum havalimanının dış hatlarının kapıları örümcek bağladı maalesef. Bunu nedenleri tamamen siyasi iktidarın ülkeyi yönetememe, dış politikayı yüzüne gözüne bulaştırma meselesi. Ama bu konunun yeri burası değil, geçelim.

Halki ile Rodos arası çalışan motorlardan

Rodos merkezinde kale içi bölgesinde ortaçağı hatırlatan görüntülerle karşılaşıyorsunuz
Karşıdan gelen aile yerine şövalye gelse yadırgamayacaksınız
Kişilikli bir cafe/bar idi. Sahibi bize "Yunanlılarla Türkler kuzen gibidir" dedi


Sonuç olarak Rodos çok turistik



Pazar sabanı 8:30 katamaranı ile Rodos’tan ayrıldık. Symi’ye uğradık ve oradan Kos’a vardık. Kos’ta altı saatimiz vardı ki bu tatilin bir türlü geçmeyen bölümü burasıydı. Kos’un arkasına gitmedikten sonra merkezde o kadar saat yapacak bir şey yok. Halki, Tilos gibi adaların bizim millet tarafından gidilmemesinin nedenlerini saydım, bunu da eklemek gerek; ulaşım çok zor. Günleriniz yollarda geçiyor ki bu da iyi bir şey.


Halki notları şimdilik bu kadar. Dediğim gibi, Glaros ile gittikten sonra daha mavi fotoğraflarla diğer blogda buluşuruz.


Yorumlar

  1. Abi daha önce de yazdım galiba, sen yavaştan adalara taşınacaksın galiba, merakla izliyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bodrum'da ne iş yaparım?

Bodrum'da nereye yerleşilir?

Bodrum'a tatil için geliyorsunuz. Peki nereye geliyorsunuz?