Bu yaz işlerin yoğunluğundan tatil yapmadım. Şimdi böyle yazınca
zaten Bodrum’da yaşıyorsun bir de tatil mi yapacaksın diyenler olabilir. Hemen
cevap vereyim; evet Bodrum tatil yeri ama ben burada yaz kış yaşıyorum,
çalışıyorum. Arada farklı bir yere gitmeyi istemek normal değil mi? Evet büyük
şehirde yaşayan birine göre hayatım çok daha sakin ve yarı tatil modunda
geçiyor olsa da yine de iş hayatının getirdiği bazı yorgunluklar olmuyor değil.
Yani biraz kafa boşaltmak için Bodrum’un dışına çıkmak istiyorum arada. Buranın
en büyük nimetlerinden biri de hemen yakınımızda ama Bodrum’dan farklı yerlerin
olması. Çökertme de bunlardan biri. Çökertme denilince genellikle insanın aklına ilk olarak Bodrum
türküsü olan Çökertme geliyor (türkünün hikayesi için; http://bodrumluhayat.blogspot.com/2011/02/cokertme-turkusunun-hikayesi-ve-heykeli.html).
Ama türküdeki Çökertme ile bu Çökertme’nin hiç ilgisi yok aslında. Bir de
Bodrum’un Çökertme Kebabı vardır, onun da bu Çökertme ile ilgisi yok.
İşte geçen hafta biraz değişiklik yapmak, Gökova’da yüzmek, sahile
bir masa atıp rakı içmek için Cuma günü ofisten biraz erken çıkıp Çökertme’nin
yolunu tuttum. Çökertme Milas’ın bir köyü. Bodrum’dan yaklaşık 80 km mesafede.
Gidişte Güvercinlik’i geçtikten sonra sağa Mumcular’a sapan yolda girip
Mumcular-Yeniköy-Yukarı Mazı üzerinden gittim. Dönüşteyse farklı rota izleyip
Yeniköy’e geldikten sonra sağa Mumcular’a değil bu sefer sola Pınarlıbelen’e
sapıp Etrim Mahallesi, Yalı üzerinden Bodrum’a vardım. Bu yol biraz karmaşıktır
ve köy yollarıdır ama benim gibi araba kullanmayı sevenler için zevkli yoldur.
|
Daire içine aldığım bölge Çökertme |
|
Her geçişimde mutlaka bu noktada durup bir kare çekerim. En iyi ışığın ilkbahar ve sonbaharda olduğunu öğrendim |
Çökertme Gökova kıyısında bir koy. Tam karşıda Datça yarımadasının
Kocadağ’ını görüyorsunuz. Sahilde altı yedi tesis var. Üçünün önünde T
şeklindeki büyük iskelelere mavi yolculuk yapan tekneler bağlanıp hem alış
veriş yapıyorlar, hem yiyip içiyorlar. Bazıları gece de kalıyor. Sonra
yollarına devam ediyorlar. Henüz görgüsüz AVM’ci Türkler buralara gelmiyor
çünkü hava atacak kimse yok. Denizi ve denizciliği sevenler geliyor. Çok sakin ve
huzurlu. Gece lokantalar çok kısık sesle müzik çalıyorlar. Öyle canlı müzik
kepazeliği yok. Sessizliği sevenlerin uğradığı bir koy. İnsanlar gündüz
güneşlenip denize giriyor, kitabını okuyor. Yapacak başka bir şey yok zaten.
Toplasanız köylülere ait yirmi otuz ev ya var ya yok. Galiba dört beş tane de
pansiyon/motel bulunuyor. Daha önceki yıllarda iki üç kez günü birlik gidip çok
memnun kaldığımız Çökertme Pansiyon’u arayıp yer ayırttım. Lokanta bölümü
denizin dibinde. Güneşlenmek için şezlongları, denize girmek için iskelesi olan
tertemiz bir yer. Bir tesis hakkında fikir edinmem için tuvaletlerine bakmam
yeterli. Buranın tuvaletlerine ilk girdiğimde temizliğine hayran kalmıştım.
Dışarıdan bakıldığında sıradan bir tesis görünümünde olan Çökertme Pansiyon
gerçekten çok temiz bir aile işletmesi. Bu kış arkadaki binayı neredeyse
yeniden yapmışlar. Restorasyondan daha kapsamlı bir iş çıkarmışlar. Kaldığım
oda da tertemizdi. Banyosu gayet iyiydi. Sadece kalın perde olmadığından sabah
gün doğumuyla birlikte uyandım. Bu bazen iyi bazen kötü. Sabah sessizliğinde
ilerideki bahçede torunuyla şakalaşan dedenin neşeli, kahkahalı seslerini
duydum. Dede torun muhabbeti günün iyi geçeceğinin işareti oldu.
|
Yemek yediğim, şezlonga uzandığım yer tam burası |
|
Çocukluğumda bizim evdeki Philips radyonun aynısı karşıma çıktı |
Cuma akşamı tam güneş batarken Çökertme’ye vardım. Derhal çantamı
odama bırakıp sahile lokanta bölümüne indim. Denizin dibinde tek kişilik masamı
kurdum. Güneşi gönderirken rakıdan ilk yudumu keyifle aldım. Gerçi rakı en
sevmediğim rakı olan yeşil Efe’ydi çünkü sadece Efe satıyorlardı. Bu hoş olmadı
fakat tadımı kaçırmadı. Ancak Çökertme’nin yemekleri bu sefer beni hayal
kırıklığına uğrattı. Geçen yıllarda herkese överek anlattığım lezzeti
bulamadım. Mezeler oldukça sıradandı. Yaz yemeği denince aklıma masaya sıcak
domates sosuyla birlikte gelen, henüz tavadan alınmış patlıcan ve kabak
kızartması gelir. Biraz yapar mısınız dedim, yokmuş. Bir yaz mekanında olmaması
olacak iş değil. Üstelik geçen yıl gittiğimizde yemiş arada parmaklarımızı da
yemiştik. Ona da peki dedim. İki üç sıradan –birinin yoğurdu ekşimiş- meze
üzerinde durmadım, sona sakladığım barbunları zevkle yedim. Balık gayet iyiydi.
Ortam zaten olağanüstüydü. Hele arada çalan Rumca müzikle Gökova kıyısında
oturup rakı içmek keyif için yeterli. Önümdeki masada uzun uzun telefonda iş
konuşan adam da tadımı kaçırmadı ama ona acıdım doğrusu. Hafta sonu için
kimbilir nereden Çökertme’ye gelmiş ama akşam yemeğinde elinde telefonu çek,
senet, cari hesap bla bla konuşuyor. O yemekten ve ortamdan ne tad aldı
bilmiyorum. Müşterilerin çoğunluğu İspanyol ve İtalyan’dı, arada tek tük
Yunanca da duydum. Neşeli Akdeniz insanlarıyla aynı mekanda olmaktan hep zevk
alırım, o akşam da öyle oldu. Onlar neşelerini etrafa da saçarlar.
|
Çökertme'ye vardığımda durum buydu |
|
Balık yıkanıp pulları ayıklanırken |
|
Barbunlar çok lezzetliydi |
Akşam son kadehimi de içip yattım. Sabah biraz önce dediğim gibi
erken, güneşin doğumuyla uyandım. Biraz tembellik ettikten sonra yüzümü
yıkamadan kendimi Gökova’ya bastım. Koca koyda benden başka iki kişi yüzüyordu
sadece. İyi ki oyalanmadan yüzmüşüm çünkü saat on civarı rüzgar döndü ve
karşıdan sert esmeye başladı. O rüzgar hala Bodrum’da devam ediyor. Kahvaltımı
yaptıktan sonra iPad’i alıp gölge bir yerde şezlonga uzandım. Öğlen yemeğine
kadar yerimden kıpırdamadım diyebilirim. Öğlen yemeğinde patlıcan ve kabak
kızartması olmadığına göre bira, patates ve kalamar yapayım dedim. Yanına bir
de salata söyledim. Ama yine geçen yıl yediğimiz kalamarın yanına yaklaşamayan
bir kalamar geldi. Muhtemelen ustaları değişmiş olmalı, yeni gelen de işi iyi
bilmiyor demek ki. Şimdi artık adının önüne “butik” gelen Çökertme’de konaklama
kalitesi ciddi anlamda yükselirken yemek kalitesi eskiyi aratır olmuş.
Sahipleri bunun farkında mı bilmiyorum, konuşmadım. Bu “butiklişme” meselesi
turizmin önündeki problemlerden biri olmaya başladı. Her şey dahil sistemi
nasıl problemse bu da o yolda ilerliyor. Önüne butik yazınca butik olmuyor ki.
Güneyde nereye gitsem “butik” otel tabelaları gözüme çarpıyor. Küçük otel ile
butik otel aynı şey gibi algılanıyor. Daha kötüsü de işletme butik oldukça
porsiyonlar küçülüyor tabaklar büyüyor. Tabii cüzdandan çıkan da artıyor. Şimdi
bunları okuyunca berbat yemekler yediğim sanılmasın. Sadece geçen yıllardaki
kaliteyi bulamadığım için üzüldüm, onu anlatmak istiyorum.
|
Bütün Çökertme bu kadar bir yer. Ben fotoğrafı bir ucundan çektim, diğer ucu da kaşısı |
Öğleden sonra rüzgar artınca yavaş yavaş eve doğru yola çıkayım
dedim. Bir saatten biraz fazla bir zamanda Bodrum’a eve vardım. Dönüş güzergahım
güzel köy yollarıydı, arada Ege görünüyor sonra kayboluyor yerine Mumcular
ovası geliyor. Köylerin içinden geçerek Yalı’ya oradan da Torba kavşağına
vardım. Çökertme’nin sakinliğinden sonra Ağustos ayının Bodrum trafiği bir an İstanbul
gibi geldi. Neyse ki dedim bu trafik bir ay sürüyor.
|
İstanbul'lu berbat birisi karşıki araziyi almış, kışın zeytin ağaçlarını kestirmiş ki inşaat için izin alabilsin. Böylesine vahşi insanlar Gökova'yı katlediyorlar |
|
Çökertme pansiyon "butik otel" olunca tabak büyümüş porsiyon küçülmüş. Eski halini aradım |
İşte böyle sakin ve huzurlu kısacık bir Çökertme tatili yaptım. Yalnızlığı
çok seviyorum. Tek başıma uzun yolculuk yapmak benim için harika bir şeydir.
Tek başıma rakı sofrasında olmaktan hiç sıkılmam. Bir çok insan yanında biri
veya birileri olmadan bunları yapmaz, sıkılır. Bana her iki durum da uyar.
Yalnız tatili de, biri veya birileriyle tatili de severim. Tek başıma rakı
sofrasını da dostlarla rakı muhabbetini de çok severim. İkisinin de kendine
göre tadı vardır. Çocukluğumda yazları masaya onbeş kişi otururduk. Sayı bazen
yirmiyi geçerdi. Böyle bir çocukluk geçirince kalabalık ortamlarda
sıkılmıyorum, alışkınım. Ama yanlızlığın zevki başka. Kendimle kalmaktan
korkmadığım için bundan tad alıyor olmalıyım. Bilirsiniz, en zoru kendi kendine
iyi geçinebilmek, iç huzuru yakalamak. Özgürlüğüme olan düşkünlüğüm de
eklenince durum daha anlaşılır oluyor. Kimseye hesap vermeme, kimseden hesap
sormama. Bu benim hayata bakışım diyebilirim. O yüzden buralardayım galiba.
|
Dönüşte sola saptım ve Pınarlıbelen üzerinden Bodrum'a vardım |
Günün birinde sakin bir tatil isterseniz Çökertme iyi gelebilir.
Tekrar söylüyorum, sadece deniz ve kitap ve de sessizlik... Çökertme tatili
budur. Buraya bir tesis yapalım diyen zevat henüz yokken buraların tadını
çıkarmalı. İmara açılması, koyların Azeri babalarına veya Arap para babalarına
satılması an meselesi olabilir. Halikarnas Balıkçısı’nın, Azra Erhat’ların,
Eyüboğlu’ların Gökovası ile şimdiki arasında nasıl fark varsa, şimdiyle on yıl
sonra arasında da o fark olacak ne yazık ki. Toplum olarak ahlakımızla, dünyaya
bakışımızla bu coğrafyayı hak etmiyoruz, bu çok açık. İçimizdeki mülk edinme
hırsı, para kazanma güdüsü ne var ne yok tahrip ederek her geçen gün daha
vahşileşiyor ne yazık ki. Doğayla, yeşille hiç işi olmayan siyasi irade de buna
çanak tutunca kaçınılmaz sona doğru gidiyoruz. Bizden sonraki kuşaklara iyi bir
Gökova bırakamayacağız, buna canım sıkılıyor.
Oysa Gökova’nın adı o kadar anlamlı ki...
Serdar Bey, çok haklısınız bu coğrafyayı güzel değerlendirecek kalitede bir toplum değiliz.Güzel ülkemizde nereye gitsem benim yaşadığım Sapanca da dahil olmak üzere insanların umarsızca etrafını tahrip etmesi,kirletmesi,doğal güzelliğini bozması ve tüm bunların üzerinde duyarsız ve bencilce hayatlarını sürdürmeleri bana çok inanılmaz gelmiştir.Halkımızı oluşturan ezici çoğunluğun bu yapıda olması gerçekten utanç verici.Yazılarımda dönüp dolaşıp bu durumdan şikayet ederken buluyorum hep kendimi.Duyarlı ve kıymet bilen bir neslin, bir gün çoğunluk haline gelmesi en büyük dileklerimden biri.Sevgiyle kalın...
YanıtlaSilİnanır mısınız ben Gökova korunsun dedim diye bu fikrime karşı çıkanlar oldu. Üstelik doğayla uyumlu (!) tesisler yaparak Gökova'yı koruruz düşüncesinde olanlanr da var. Doğaya uyumlu tesislerden Bodrum koylarında çok var, onların ne olduğunu biliyoruz. Böyle yazınca beni mal düşmanı zannedenler de çıkıyor ama onlardaki mülk edinme hırsının gözlerini nasıl kararttığını, sağlıklı düşünmelerini engellediğini de biliyoruz. Betona tapanlarla aynı fikirde olmamız mümkün değil zaten.
SilÖnce el değmemiş alanı yerel yönetimden kiralamakla başlıyor herşey,sonra ağaçlar kesilerek azaltılıyor,patikalar bozulup koca yollar açılıyor,bir kaç piknik masası yetmemeye kapalı mekan gerek denmeye başlıyor .Pis kokan tuvaletler ve daima dolu çöp kutuları ekleniyor manzaraya... En son bir iki konaklama yeri yapalım ile öldürücü darbe vuruluyor.Bu son mu tabii sanmıyorum devamı mutlaka gelir.Daha fazla kazandıracak eklemelerin sonu gelmez...O doğal güzelliği için gelinen yer, toz toprak çöpten geçilmez denizi kirli tatsız bir yer haline gelmedikçe bu döngü tamamlanmaz.
SilDoğayı kendi haline bırakın,konforunuzu şehirlerinizde yaşayın diye haykırası geliyor insanın bu gidişatı gördüğü yerlerde....
selam
Silmüthiş bir görüş, daha iyi anlatılamaz, bu coğrafyada sizin gibi düşünen insanlar başka varmıdır? keşke olsaydı. tebrik ederim
Geçen yazınızda Alaçatı, şimdi Çökertme.. Masal tadında okuttunuz yine. Ancak çevre duyarlılığınız gerçeğini de atlamadan tabii. Temennilerinize yürekten katılıyorum. Umarım insanoğlunun çevreyi katletme güdüsü felce uğrar da doğallıklar yüzyıllara taşınır. Keyifli paylaşınız için teşekkürler.
YanıtlaSilNot: Bu arada arabanızı mı değiştirdiniz? Öyleyse hayırlı olsun..:))
imrendirici manzaralar, masmavi bir deniz..bakmak insani alip goturuyor, dinlediriyor..ama "butik" otel denen bir yerde bakiyorum kopekli resme , bir itina , bir duzen yok, copluk gorunumunde maalesef...bir noktaya geliyoruz orda tikaniyoruz, detaya onem estetik sifir..diyeceksin gore gore onumu gordun tabiki degil ama baska seylere isaret ediyor olay..belki lezzetin bozulmasida bu olayin bir parcasi..iyi gunler..barlas.
YanıtlaSilGerçi köpeğin fotoğrafını çektiğim yer otelden uzakta, başka bir yerdi ama genel anlamda evet, haklısınız.
Silo kadar yazdim cikmamis..:(
YanıtlaSiltekrar ediyorum bu sefer olur umarim:
dun ekumenopolis isimli filmi izledikten hemen sonra yazinizi okudum..insan denen yaratiktan bir kere daha tiksindim..herseyi mahvetmekte uzerimize yok..cok uzuluyorum.
yazılarınızı beğenerek okuyorum ve Bodruma yerleşme fikri daha netleşiyor ..çevre duyarsızlığından hepimiz etkileniyoruz ..dediğiniz gibi Gökovaların gelecek nesillere bırakmamız gerekir...
YanıtlaSilBodrum'dan henüz yeni dönmüşken.İstanbul'a okul açılma trafiği ile uğraşırken bir nefes alabilmek için girdiğim siteniz fazlaca nefes aldırdı...Beden burda ruh orda kaldı....Harika resimler ve Bodrum rüzgarı için teşekkürler. Bu İstanbul dönüşlerinde,kara kışlarında, trafiğinde açıpta sizi okumak bir ayrıcalık...İyiki varsınız...Sevgiler...
YanıtlaSilSağolun... Bu blogda İstanbul'daki, diğer şehirlerdeki, diğer ülkelerdeki ve hatta diğer kıtalardaki Bodrum sevenlerle birlikteyiz.
SilSerdar bey,yine görsel bir şölen eşliğinde şiir gibi yazınızı tek nefeste okuyuverdim.Naçizane bir önerim olacak,Çökertme'de Orhan Restaurant bir aile işletmesi olarak bizi hep mutlu etmiştir.Rakının ayarı biraz kaçınca da Orhan Pansiyon imdadımıza yetişir.Gökova'nın son cennet köşesine küsmeyin lütfen...
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Önerinizi mutlaka değerlendireceğim.
SilGökova çok sevdiğim bir yer. Çökertme'ye hiç gitmedim ama gitmiş kadar oldum. Sizin rota üzerinde Açağı Mazı'yı çok iyi biliyorum cennet kadar güzel bir yer orasıda. Helede bir balıkçı motoru kiralayıp kıyıda kösede kalmış koyların keşfetmek.
YanıtlaSilTeşekkürler muhteşem yazınız için.
Serdar bey merhaba. Ben Çökertme'nin yerlisiyim ve şunu eklemek isterim; restoran seçiminiz doğru değil malesef, diğer restoranlar çok daha eski ve samimidir, ayrıca Kaptan ve Orhan Restaurant Çökertme'nin yerlilerinindir. Bir tavsiyem daha olacak, sarnıçın yanından patika bir yolda 5 dakika yürüyerek Arpa Bükü'ne gitmenizi tavsiye ederim (denizi daha mavi, kumlu ve soğuk çünkü kaynak var, tatlı su denize karışmakta). Görüşmek dileğiyle.
YanıtlaSilVerdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim. Arpa Bükü'nü merak ettim.
YanıtlaSilMandira filozofu filmini izledikten sonra nerede cekildigini arastirip çökertme köyü nde cekildigini ogrendim ve tesadüfen bu guzel blog sayfasini buldum.cok kucuk bir uer cok guzel anlatmissiniz yazilarinizin devamini diler hayatta basarilar dilerim bu arada bende gezginim ve blog sayfam var ziyaret etmenizi beklerim www.kesfedecekcokyervar.blogspot.com
YanıtlaSilBugün bende mandıra filozofu istanbul filmini seyrettim hem ağladım hem güldüm bir istanbullu olarak:((( çökertme yi çok beğendim ve internettende araştırınca sizin bloğunuzla karşılaştım ve gene hüzünlendim evet özellikle büyükşehirde yaşayan insanların saçma sapan hırsları çok oluyor ve ihtirasların içinde yaşayamıyorlar ama farkında değiliz,filimde dediği gibi özgür değiliz aslında...
YanıtlaSilİyi günler diliyorum... Çökertmeyi tam bir gözlemci, gezginci görüşü ile muhteşem bir anlatımla tanıtmışsınız ama, çok çok özür dileyerek söylüyorum, pek de iyi etmememişsiniz...
YanıtlaSilÇünkü, eğer İstanbul ve Ankaralılar oraya bir dadanırlarsa, arsa almaya başlarlarsa, Ege'nin ve Akdeniz'in bir çok beldesi gibi orayı da perişan ederler.... Ayvalık'da yaşamaktayım... Yaz aylarında sahillerimizdeki çöp yığınlarını bir görseniz, abartmıyorum, ağlarsınız... Bundan önce Altınolukdaydım. Durum, ne yazık ki, aynı idi.. Turizmin, ülkemiz insan profilinin kalitesinin taban yaptığı günümüzde, getirisinden çok götürüsü var... Hele bir de ''Ay şekerim, ben burayı pek beğendim, hemen buradan bir yazlık(!) edinelim' diyen zibidiler Çökertmeye de dadanırlarsa, vay Çökertmenin haline...
İyisi mi böylesi beldeler ıssız kalsın, kendi halkıyla kalsın, kendi kendine yaşasın, hatta Milli park ilan edilsin, izinsiz girilemesin. Çünkü güzel ülkemizi pis-karpuzcu piknikçilerden, paralı-bar züppelerinden korumanın başka bir yolu yok....
Saygılar efendim...
OKUMADAN GİTME... ÇÖKEBİLİRSİN
YanıtlaSilÇökertme'den dün döndüm (3 Haziran 2017). Güzelliğine, doğasına diyecek hiçbir şey yok. Cennetten bir köşe sanki. Bu güzellikle ilgili yeterince bilgi de var zaten. Ben Çökertme ile ilgili farklı bilgiler vermek istiyorum. Zira ekonomik olarak insanı çökertmeye ant içmiş bir yere çevirmişler güzelim yeri...
Lokanta, market, otel, pansiyon gibi hizmetler çok çok az. Dolayısıyla esnafta elimize düştün nasılsa mantığı var. Pazarlığa kalktığınız anda çevredeki diğer kazıkların bolluğunu utanmadan gösteriveriyorlar.
Esnafın müşteri kitlesinin büyük kısmı, hemen önüne yanaşan yatların zengin sahipleri olduğundan sanırım, fiyatlar direk yan YATırıyor haberiniz olsun.
Yemek yemeye cesaret edemediğimiz lokantanın küçücük bir odası markete çevrilmiş. Kısıtlı ürünler var. Su alıyorum ve fiyatını soruyorum "Katamarana mı alıyorsun?" sorusu ile başka bir bilinmezliğe gidiyorum. "Hayır" diyorum. Bir sessizlik başlıyor. O bakıyor ben bakıyorum... Sessizlik sürüyor ve sessizliği bozan o oluyor. Az önceki cevabım sanırım kabul görmedi ki bir daha soruyor. "Katamarana mı alıyorsun?” hayır cevabım ikna etmemiş belli. Katamarana almadığımı pansiyonda kaldığımı söyleyene kadar adam 1,5 litre suyun fiyatını söylemiyor arkadaş. Pansiyon müşterisi memnuniyetsizliğini ağzının ucuyla "Heee 3 lira" ile önüme atıyor. Su bize 3 Lira katamaran suyu kaçtan alıyor merak etmiyorum.
Pansiyon fiyatı soruyoruz bir yere. “Hele bi soluklanın, hallederiz, para dediğin nedir ki” babacan tavrıyla güzel bir açılış alıyoruz. Çay çorba vs. soruluyor. Soluk almanın sonunda fiyat sorumuza bir cevap gelmeden hemen odaya geçmek isteyip istemediğimiz soruluyor. (Ki buradan sonrasını aslında tahmin etmiştim) Fiyatı tekrar sorunca ritüelin sebebi kişi başı 120 TL fiyat ile belli oluyor. Hemen ardına bu fırsatı kaçırmamamız için Mayıs fiyatının bize Haziran'da sunulduğu kıyağı hatırlatılıyor. Haziran fiyatını hiç merak etmeden bütçemize uygun olmadığını söylüyorum. Misafirperver otel sahibi pozu bir anda bozuluveriyor, “2 öğün yemek veriyoruz daha naabaaaaalım” gibi kendine yontmaya alışmış satıcı kanalına geçiliyor. (Kusura bakma da o fiyata ben seni doyuruyorum sen beni değil) Aldığımız soluğa bir bedel biçilmeden kalkıyoruz.
Buranın çok eskilerinden birkaç kişiyle konuşma fırsatım oldu. Aynen aktarıyorum… “ ….. ….. yeri arkadaşımın. Buranın yerlisi. Kaç defa çağırdı gel misafirim ol dedi gidemedim. Nasıl gideyim abi. Çok pahalı bizim gücümüz yetmez.”
Bomboş bir pansiyon buluyoruz. O bile uçuyor. Diğer işletmelere gidin sorun diyor. Herkes resmen kanatlanmış konacak yer arıyor. Gelmişken kalayım mantığıyla sıkı bir pazarlık sonucu makul denecek bir fiyata kalıyorum ama pansiyon sahibi fena huzursuz ucuza gitti diye. Yumurta satmaya çalışıyor, o para diyor bu para. Para yani her şey para.
Biz, cennetten bir köşe iyi insanlar var nasılsa diye düşünüp araba ile gitmedik (ki en büyük hatamız da sanırım buydu) Tek bir aile dışında nereye yürüdüğümüzü soran olmadı. Arabada açılan sohbette gördüm ki onlar da şikâyetçi bu bozulmadan. Eskiden diyorlar. Eskiden çok güzeldi burası…
70 yaşında dünyanın yolunu yürümüş, yorulmuş, el kaldıran teyzeyi arabasına almamak için gaza kökleyen yazlıkçıyı da burada gördüm ben.
Yani özet olarak,
Küçüklüğüne aldanıp, herkesin birbirine selam verdiği, yüzlerin sürekli gülümsediği, yardımlaşmanın zirve yaptığı bir yer hayal ediyorsanız hemen unutun o hayalleri. Ha ama paranız sebildir ona bir şey diyemem. Muhtemelen sizi çok ama çok seveceklerdir. Diğer türlü çökebilirsiniz haberiniz olsun.
Kerem bey selamlar,butik otel olma kriterleri nelerdir.bu yerel girişimciler nereden öğrenmişler acaba.sizin yorumunuzu lutfen
YanıtlaSil