Bodrum’a ilk kez
üniversite yıllarımda tatile gelmiştim. Yanılmıyorsam 1979 yılıydı. Sonra uzun
bir süre gelemedim. O yıllarda sadece karayolu ile gelinirdi ve arabayla 14
saat, otobüsle çok daha uzun sürerdi. Yani aklına estikçe gidilecek bir yer
değildi. Yaz tatillerinde biz de İdealtepe’de yazlıkta olurduk. Yani
İstanbul’da oturup yazlığa gidildiği dönemlerden söz ediyorum. Şimdi kulağa
tuhaf geliyor ama o yıllarda İdealtepe -Bostancı ile Maltepe arasındadır- yine
o dönemin deyimiyle “güzide bir sayfiye” yeriydi. Çocukluğumdan hatırladığım
kadarıyla İdealtepe’deki ev sayısı 20-30 civarı olmalı. İlk kez apartman
yapıldığında çok şaşırmıştık. Apartman dediğim de dört katlı bir binaydı.
Zamanla apartmanların yapılacağını, futbol, basketbol, voleybol oynadığımız
sahaların üstüne binalar dikildiğinden sık sık yer değiştirmek zorunda
kalacağını ve bir gün hiç boş arsa kalmayacağını öngörecek durumda değildik.
70’lerde İdealtepe’de her yerden denize girebilirdik. Gözümüze çok büyük
görünen plajı vardı. Yalılarda oturan arkadaşlarımız vardı, onların evlerinden
denize girerdik filan. Yani yaz ayları İstanbul’un sayfiyesinde geçerdi. O
yüzden de İstanbul dışında bir yere denize girmeye gitmek, tatile çıkmak
kimsenin aklına bile gelmezdi.
Sonra İstanbul’da
lahmacun ve kebapçılar açılmaya başladı. Bu bir ihtiyaçtan kaynaklanıyordu
çünkü göçle gelenler kendi kültürlerini, ağız tadlarını getiriyorlardı ki
geldikleri yerdeki hayatı sürdürebilsinler. Kebap meselesini bir simge olarak
söyledim, o tarz yerlerin açıldığı dönem İstanbul’un dolmaya başladığı yıllar
oldu. Hızla nüfus arttı ve bizim yazlık diye gittiğimiz İdealtepe ve benzeri
yerler artık şehrin içinde kalmaya başladı. Deniz de aynı hızla kirlendi.
Derken yalıların önünden sahil yolu geçti. Ve benim için bir dönem kapandı.
80’ler başladığında biz artık yaz kış Fenerbahçe’ye geçmiştik. Kulüpten hala
denize girilebiliyordu. Ara sıra deniz analarını ve yosunları, araya karışan
patlıcan ve karpuz kabuklarını iterek açtığımız delikten denize dalıyorduk. Ama
sonraları yavaş yavaş bu da yapılamaz hale gelmeye başladığında bizler de adını
çok duyduğumuz Bodrum’u merak etmeye başladık. Yıllar içinde annem Akyarlar’da
bir arkadaşının tavsiyesiyle devre mülk aldı. Devre mülkün ne demek olduğunu o
zaman öğrendik. Her yaz üç defa onbeşer günlük devrelerde o eve geliyor,
denizine giriyor, buranın tadını çıkarıyordu. Kızkardeşim ve o zamanlar daha
beş yaşlarında olan yeğenim de gelmeye başlamışlardı. Buradan o kadar memnun
kalmışlardı ki kardeşim de bir devre almış, böylece yılda üç aylarını Bodrum’da
geçirir hale gelmişlerdi. 90’lı yıllara kadar İstanbul’a daha yakın olduğundan ben
ve arkadaşlarım arabayla Assos’a gitmeyi tercih ederdik. Her yıl üç dört kere
Assos yapardık. Orası da benim Ege sevgime epey katkı yapmıştır.
|
Artık yolumun daha az düşeceği Asmalımescit'te sabah sakinliği |
|
Asmalımescit'te ilk tercihim Asmalı Cavit |
|
İstanbul'da yaşarken YaRe'de çok yiyip içmişliğim oldu |
|
Boncuk'un mezeleri hep iyiydi |
|
Akşamları ofisten evime giderken veya öğlenleri sık gittiğim Şimdi |
Derken annem ve kardeşim
Bodrum’a –özellikle Akyarlar’a- öyle alıştılar ki artık yazları tamamen burada
geçirmek için o devreler satıldı ve bir ev alındı. Annem mayıs ayından eylüle
kadar burada kalıyordu. Benim de her ay dört beş günlük uzun haftasonu Bodrum
kaçamaklarım o dönemde başladı. Her yıl daha belirgin biçimde buraya bağlanmaya
başladım. Gelmeden bir gün önce heyecan ve keyiften uykum kaçıyor, bir an önce
kapağı atmaya çabalıyordum. Son günün akşamı ağzımı bıçak açmıyor, İstanbul’a
dönecek olmaktan dolayı kendimi çok mutsuz hissediyordum. Bu özlem on yıl boyunca
artarak sürdü. Sonrasını bu bloğu izleyenler biliyor; özetlemek gerekirse önce
Yalıkavak’ta bir yazlık kiralayarak başlayan Bodrum’a adım adım yerleşme
hedefim, 2009 yılının nisan ayında tamamen İstanbul’u terk etmekle sonuçlandı.
Böyle uzun bir giriş yapmamın nedeni konuyu bugüne bağlamak.
|
Koska helvacısının önünde hayretle mallara bakan araplar |
|
İsveç konsolosluğu önünde heyecanla içeri bakan Türkler |
|
Kuzenimin mağazası Lale Plak. Buraya da artık daha az gidebileceğim |
İstanbul’daki evmimi
kapatıp Bodrum’a yerleştikten sonra ofisim İstanbul’da olduğundan her ay birkaç
kere İstanbul’a gidiyordum. Önceleri her ayın on gününü İstanbul’da
geçireceğimi tahmin edip ona göre plan yapmıştım, neyse ki İstanbul’da çok daha
az kalarak işlerimi yürütmek mümkün oldu. Zaman geçtikçe iş sistemimi daha iyi
oturttum. Hizmet verdiğim müşterilerimin hiç bir işi aksamadan yürüyünce benim
İstanbul’da veya Bodrum’da çalışıyor olmamın fark etmemesi içimi rahatlattı. Bu
arada annem benim de burada olmamdan dolayı eylül ayında İstanbul’a dönerken
önceleri ekim, derken kasım ve sonunda artık aralık ayına kadar Akyarlar’da
kalmaya başladı. Benim de İstanbul’a gidişlerim her geçen yıl azalmaya başladı.
Bu arada kardeşimin de medeni durumunda değişiklik oldu ve o da yaz kış buraya
yerleşti. Sonunda annem de artık İstanbul’da aileden kimse kalmayınca, üstelik
yıllardır ara sıra dillendirdiğini hayata geçirmek üzere tamamen Bodrum’da
yerleşme kararı aldı. İstanbul’daki evini kiraya verdi. İşte geçen hafta Pazar
günü annemle beraber arabaya atlayıp İstanbul’a gittik ve onun özel eşyalarını
alıp Bodrum’a döndük. Babamız hayatta olsaydı belki o da gelirdi kim bilir?
|
Ofisin bulunduğu sokağın köşesi |
|
Ofis penceresinden |
|
Belki yeni ofisin penceresinden ya Bodrum'un tipik sokağı ya deniz görünebilir |
Bu arada ben de
İstanbul’daki ofisimi kapatmaya karar verdim. Ayda bir iki kere gidip oturduğum
ofise çok para veriyordum ve bu artık gereksiz hal almaya başlamıştı.
İstanbul’dayken ofise müşterilem gelip toplantı yapıyorduk. Bu da öyle her
hafta birkaç kere değilde ama sonçta birileri gelip gidiyordu. Bodrum’a
göçtükten sonra toplantılar çok çok azaldı. Çoğunlukla da zaten ben
müşterilerimin mekanlarına gidiyorum. Yani İstanbul’un İstiklal Caddesi
üzerinde, şık ve temiz ofise sahip olmamın maliyeti getirisinden çok daha fazla
olunca işin ayarı kaçtı. Şimdi ocak ayının sonuna doğru oradaki eşlarımı,
kütüphanemi de Bodrum’a taşımayı planlıyorum. Burada ofis arayışına başladım.
|
Ofisteki odamı boşaltmadan önce |
|
Çalışma masamın eski hali |
|
Beş yıl boyunca çalışma odamdı. Son dört yıldır ayda sadece bir iki kere kullandım |
|
Bir süredir masamı küçültüp Emre Senan'ın ofisteki odasına taşımıştım |
|
1995 yılından beri ürettiklerimin bir çoğu bu CD'lerin içindeydi. Artık onları yanımda getirmedim |
Pazar sabah kahvaltı
yapıp 18:30 Bandırma feribotuna binmek üzere güneşli ve Aralık ayı için
inanılmaz sıcak bir havada –Bodrum 25 dereceydi- yola çıktık. Yollar bu mevsim
çok rahat, trafik yok denecek kadar az. Pazar günleri kamyonlar da olmadığından
yollar daha da boşalıyor. Akhisar’da Ramiz’in yeni yerinde durup köfteyi
yedikten sonra Susurluk’a kadar durmadan devam ettik. Ramiz her geçen sene bir
yerlerden lezzet ödülü aldıkça daha bozuyor. Artık bir daha durmamaya karar
verdim. Silgi gibi, tatsız, sentetik, lastik tadında köftenin hiç bir anlamı
kalmamış. Bizim Yalıkavak’taki Kavaklı veya Saraybosna köftecisindeki
lezzetlerden sonra çekilmiyor. Malesef zincir haline gelen restoranlarda bunun
önüne geçemiyorlar. Endüstrileştikçe lezzet gidiyor. Susurluk’taki o büyük outlet
merkezinde durup kahve içelim dedik. Geçenlerde konu ettiğim gibi yine kötü bir
Türk kahvesi içmek durumunda kaldık. Üstelik girdiğimiz kocaman yerin adı
“Kahveci”. Yani yapman gereken tek şey iyi Türk kahvesi yapmak. Bu kadar. Onu
bile yapmayan işletmeye ne denebilir ki? Kurukahveci Mehmet Efendi’nin kahvesi
pahalı geliyor olmalı ki yine bayat kokulu çamur gibi bir sıvıyı getirdiler.
Starbucks gibi zincirleri hiç sevmem ama orada hiç olmazsa Türk kahvesinin tadı
düzgün.
|
Tepebaşı'ndaki Meşrutiyet caddesine çok şık dükkanlar açılmaya başladı. Bu bir şarküteri |
|
İstanbul'dan ayrıldıktan sonra geldiğimde en sık gittiğim mekanlardan biri Karaköy Lokantası oldu |
|
Burası İstanbul |
|
Masal şehir İstanbul'dan bir kare |
|
Arabanın ekranı böyle karmaşık yollara alışık değil. Bodrum'da sadece tek bir çizgi görünür |
|
Dönüş yolunda Balıkesir'den geçerken ısı 3 derece |
|
Oysa giderken İzmir'de 24 dereceydi |
|
Saati artık sadece İstanbul'da kullanıyorum. Gömlek ve saat benim için bir İstanbul ritüeli |
Feribottan indikten ve
ben otele yerleştikten sonra akşamın dokuzu oldu. Yorgunluk atmak için iki
kadeh rakı içerim deyip Asmalımescit’e doğru uzandım. Pazar akşamı olduğundan
çoğu yer kapalıydı. Zaten artık Asmalı’nın hiç tadı kalmadı ama otele yakın
olduğundan ve birçok işletme sahibi de ahbabım olduğundan hala gidiyorum. Her
zaman ilk tercihim Cavit’tir ama dediğim gibi kapalı olduğundan karşısındaki
YaRe’ye uğradım. İster ukalalık deyin, ister Bodrum’da çok iyi meze ve balık
yemeye alışmışlık deyin, artık her yerde balık ve meze yiyemez oldum. Eskiden yediklerim bu kadar rahatsız
etmezdi. Bu mekanlar bozmadığına göre biz Bodrum’da çok iyilerine alıştık. YaRe
arkadaş işi bir mekan olduğu için lafı fazla uzatmayacağım, yoruma
girmeyeceğim. Asmalımescit artık İstanbul’da yaşamamama rağmen tek başına
gittiğimde hem meyhanelerdeki müşterilerin arasından, hem de yoldan gelip geçen
tanıdıklar sayesinde yalnız kalmadığım bir mahalle. Bu seferki İstanbul
seyahatinde iş hiç yer tutmadığından, sabah erken toplantı gibi durumlar da
olmadı rahat bir programım vardı. Pazartesi akşamı ise Cavit’teydik. Okyar ve
Ayşe, Okyar’ın iş pozisyonu nedeniyle dostluğumuzun bu sayede başladığı çok
sevimli genç çift. Okyar’ın görevli olduğu kurum ile iş birliğim sürmekte. Eşi
Ayşe de aynı gurubun başka bir şirketinde çalışıyor. Geçtiğimiz ilkbaharda ve
yazın iki kez Bodrum’da beraber yedik içtik. Bu sefer de İstanbul’a gelmemi
fırsat bilip yine bir arada güzel rakı içip sohbetler ettik. Cavit’in
karşısındaki YaRe’de de eş dost vardı, iki meyhane arasında gidip gelmeler
oldu. Salı günü hava bir anda soğudu ve kuvvetli poyraz başladı. Gri gökyüzü,
toz gibi yağan sevimsiz yağmuruyla İstanbul kasveti üstüme çökecekti ki ertesi
sabah erkenden Bodrum’a doğru yola çıkacak olmam nedeniyle kasveti pek üstüme
alınmadım. Ama Tünel’deki ofisten annemin Feneryolu’ndaki evine gidip koliler
almam gerektiğinde bu iş tam dört saatime maloldu. Akıl alır gibi değil.
Günlerden Pazartesi veya Cuma değil, işe geliş gidiş saati değil ve köprü
trafiği yine faciaydı. Artık günün saatin önemi kalmamış, her daim durum vahim.
İnanır mısınız, ben ayrılalı yakında dört yıl bitecek, her yıl durum daha
kötüye gidiyor. İstediğiniz kadar tünel, köprü yapın çözüm olmayacak. İki yaka
arasındaki gidiş geliş nedenlerini azaltmadıkça, denizi kullanmadıkça ve toplu taşımacılığı,
raylı sistemi geliştirmedikçe bunun çözüleceğine inanmıyorum. Yaşamanın her yıl
daha zorlaştığı İstanbul’da yaşamak zorunda olmak ömür törpüsü. Çok zor.
|
Başka bir masal karesi... çok sevimli |
|
Feneryolu'nda gidiş gelişin kukalarla ayrıldığı dar yolda ters yönde duran Migros kamyonu. Ben ve arkamda bir dizi araba öyle kaldık, bekledik. Bunlarla hemşehri olmak istemiyordum, artık değilim. |
|
Karaköy Lokantası'nda Melis ve Yıldırım |
|
Melis ve Bülent Hoca |
|
Yurdaer Hocayla beraber |
|
Light roka ve kalkan tava dilimi. Rokaya light diyorum çünkü İstanbul'da rokaların acısı çok az. Ya da Bodrum'dakilerin çok baharatlı tadı var diyelim. |
Salı günü dört saatlik “köprülü
karşı macerası”ndan sonra akşam, bizim ekibin hocaların katıldığı versiyonuyla
mutad şekilde Karaköy Lokantasına gidildi. Ertesi sabah 07:00 feribotuna
yatişeceğimden geç kalmadan otele döndüm ve yattım. Sabah feribota binip
valideyle sohbet ederken uyuya kalmışım. Bandırma’ya doğru uyandım ve Bodrum’a
doğru yola çıktık. Bu sefer Akhisar’da değişiklik yapıp Keskinoğlu’nun Tavvuk
isimli restoranına girdik. Uzun zamandır piliç çevirme yememiştim, canım çekti.
Doğaldır ki Tavvuk’larda her şey tavuklu. Pizzalar, sandviçler, ızgaralar,
yağda kızaranlar, omletler falan derken, burada da kahve içmeyelim bu sefer de
tavuklu falan gelir neme lazım deyip yola devam ettik. İlk kez şöyle birşey
oldu; İstanbul’dan ayrılırken güneş doğuyordu ve hava açıktı. Güneye indikçe
hava kapadı, Bodrum’a vardığımızda gök gürültüsü, şimşek, afet bir yağmura
yakalandık. Hep tersi olur, kuzeye çıkarken hava kapardı. Annemi ve eşyalarını
Akyarlar’a bıraktıktan sonra ben merkeze, eve döndüm. Biraz sonra yorgunluğu ve
İstanbul’un ağırlığını atmak için Mahmut Kaptan’a doğru yürümeye başladım.
Yolun ortasında inanılmaz bir yağmur bastırdı. Hani bardaktan boşalırcasına
dediklerinden de değil. Varilden boşalır gibi yağdı ve Kaptan’a vardığımda
sırıl sıklamdım. Ayağımdaki 10 liralık sarı çizmeler sayesinde ayaklarım kuruydu
ama blucin suyu çektiğinden ağırlığım arttı. Gece boyunca üzerimde dalgıç
kıyafetiyle henüz denizden çıkmış kıvamda rakıyi içip mezelere daldım. Sonrası çok
geç kalmadan eve dönüp yorgan altında ısınmaca ile geçti. Ve bu sabah yine
kuvvetli yağmur ve dolu ile uyandım. Geç gelen kış havası hafta boyu Bodrum’da
etkili olacakmış. Pazar günü de yine şiddetli lodos fırtınası ve yağmur
bekleniyor. Kış havasına girdik, hafta sonu şömine yakılır artık. Buranın
kışının tadı bambaşka. Önümüzdeki günlerde fotoğraflayıp yazacağım.
|
Yoldan kareler... Bafa Gölü |
|
Şu sapaktan sapmadan doğru gitmeyi çok seviyorum da sola dönmek o kadar tatlı bir rota değil. Doğru gidince Marmaris, Datça, Köyceğiz, Fethiye, Kaş... |
|
İstanbul'a güneş doğarken feribotla İstanbul'dan ayrıldık |
|
Yoldan kareler... Balıkesir ve sis |
|
Yoldan kareler... En güzel sapak |
|
Anneannemde bu Chevrolet'in mavisi vardı. Ara sıra eski resimlere blogda yer vereyim istiyorum |
|
Keskinoğlu'nun Tavvuk restoranı. Ne olursa olsun, çocukluğumun ve gençliğimin tavuk tadı yok artık |
|
Bafa Gölü yol inşaatında dinamitlemeyi beklerken |
|
18 km dümdüz giden Söke ovası yolu |
|
Bodrum yağmurla karşıladı |
|
İstanbul'un yorgunluğu Mahmut Kaptan'da rakının yanına zeytin, peynir, fava ve ahtapotla atılır dedim |
|
Finaldeki hamsiler |
|
Bodrum yağmuruyla ancak bu çizmeler başa çıkıyor |
Böylece önce ben, sonra
kardeşim ve annemin de İstanbul’u terk edip Bodrum’a yerleşmesinin yanı sıra
ofisi de kapatıp buraya taşıyınca İstanbul’da kalan çok önemli bir parçamı daha
buraya getirmiş oluyorum. Artık beni oraya bağlayan şeylerin sayısı çok azaldı.
Sadece arkadaşlar, akrabalardan hayatta kalanlar, dostlar ve iş yaptığım müşterilerim
ile onların içindeki dostlarım. Bu kadar.
Siz böyle güzelce anlatınca, Bodrum iyice dolacakmış gibi geliyor ki zaten eskiye göre çok dolu ve gelişmiş. Yalnız, bir güzellik farketttim; büyük şehirlerden Bodrum'a göç etmiş insanlar kentin sorunlarına karşı daha özverili, mücadeleci. Mart ayında katıldığım yerel bir toplantıda bunu farkettim... Bu da bana gelecekte de yaşanabilir olacağının ümidini veriyor...
YanıtlaSilMerhaba, Datça'dan sevgiler, her zamanki gibi büyük bir zevkle okudum yazdıklarınızı.Her zaman aklımdan paylaştıklarımı yazıya dökerek yorumda bulunmak istedim ama gerek pasta-kurabiye işlerimin yoğunluğu, gerekse i.net bağlantılarımızın yerel ağ'dan oluşan aksaklıkları yüzünden çoğu zaman resimleri bile açamadım. Eminim rahmetli babanız sağ olsaydı, annenizden önce Bodrum'a yerleşirdi..Özel sektörde emekliliğime kadar geçen süre içinde sizin de belirttiğiniz pek çok şeyi yaşadım.Bodrum, İzmir'e çok yakın olduğundan o zamanların gözde arabası Murat 131'e atladığımız gibi Küçük ev, Halikarnas ve Mavi'nin üçgeninde hafta sonunu geçirir P.tesi doğru işe giderdim.20 küsür seneyi masa başı işinde geçirip, şimdi yeşillikler arasında, misler gibi havayı soluyarak, önce kendi zevkimi tatmin açısından, amatör bir ruhla profesyonelce hobimi yaparak yaşadığım için her gün defalarca şükrederek yaşadığım bu yerlerden bir yere gidesim gelmiyor.3 aralıkta öğlen denize girip, akşam ısıtıcıların karşısında oturduk, sabah sıcağı, akşam serini yaşamak başka hiçbir yerde bu kadar güzel olamaz.Şimdi sakin, ama biliyorum öğlen anormal yağacak, buraların yağmuru şehirde yaşadıklarımız gibi değil.Arada l saat mola verince hop hemen güneş banyosu,bazen kitabı, şezlongu alıp dalgaların dibinde vakit geçirip güneşlenmek hayatımın bu en güzel, en sakin ve bir o kadar da mutlu devresi için bir armağan sanki. Belki de sayenizde, pek çok kişi hayatın kolayca kararlarımızla değiştirebilir olduğunu anlayıp kendi armağanlarını almak üzere harekete geçecek. Ben buradan, bu yüzden size çok ama çok teşekkür ediyorum , bu FARK'ı yarattığınız için. Birazdan toplamaya çıkacağım anemonları bu güzel enerjiye daha çok destek amacıyla suya koyup, karşısında zevkle kahvemi içiyor olacağım. Sevgiyle kalın ve hep yazın ki okuyalım. Yurdagül Esen
YanıtlaSilOfisinizi taşıma kararınızı şimdilik biraz riskli görsem de Bodrum için değerli bir adım olarak görüyorum. Şimdiden hayırlı olsun.
YanıtlaSilYağmur ve rüzgar geçen hafta bizi biraz yorsa da yağmurla bile çok güzel Bodrum...
Merhaba, Bodrum-Istanbul yolunda benim de beğendiğim lokanta fazla yok. Ama Akhisar merkezini geçtikten 7-8 km sonra sağda Akyağ isimli bir yer var. sahibi zeytin ve zeytinyağı üreticisi. Yiyecekleri fena değil. Kahvaltı isteyince en az on çeşit malzeme getiriyorlar. Fiyatları da makul. Lokantanın arka tarafındaki bahçeye de, zeytin ağaçlarının altında, servis yapıyorlar. Gitmediyseniz, bir deneyin. Esenlikler..
YanıtlaSil