Geçtiğimiz ay oldukça hareketli
geçti. Hem işler hem seyahatler üst üste geldi, günü birlik İstanbul’a bile
gidip geldim. Sakin ve yalnız olacağım bir hafta sonu geçirmek istedim. Yalnız
olmak benim için hiç de korkulacak bir durum değil. Hatta tam tersine bile
diyebiliriz. Yalnız yemek yemekten de, rakı içmekten de, seyahat etmekten de
çok zevk alıp, kendimi iyi hissederim. Kalabalık, gürültülü, her kafadan bir
sesin çıktığı, farklı farklı taleplerin aynı anda gündeme geldiği ortamlarda
bulunmaktan ve gergin birlikteliklerdense yalnızlık bana daha iyi gelir. Çok
sevdiğim dostlarımla birlikte olmanın da ayrı tadı var. Verdiği mutluluk da
başka. Yani demem o ki, kendimi iyi hissetmem ya da seyahat etmem için illa
birinin, birilerinin olması gerekmiyor. İki durumun da tadı farklı, bendenize
verdiği mutluluk duygusu farklı. Mesele yalnızlığın da bir seçim olduğunu bilmekte. Bu seçimi yapanlar, yapamayanlara göre çok azınlıktalar. Ama işi büyük ölçüde çözenler de bu takımda onu da söylemeliyim.
|
İşin en zevkli aşaması, arabaya çantayı atıp yola çıkma anı |
|
Yukarı Mazı'da, her geçişimde durduğum yer. Taa karşıda, Datça yarımadasında sağdaki en yüksek tepenin arkası Mesudiye, oraya gidiyordum |
|
Her geçişimde Özal'ı andığım (!) yer. Halikarnas Balıkçısı'nın en sevdiği bölgelerden biri olan Gökova Türkevi mahallesine diktiği termik santral |
Böyle olunca, dediğim gibi şöyle
hafta sonu uzak olmayan bir yere gidip biraz yalnız kalayım, yazın henüz
kalabalık olmayan şu günlerinin tadını çıkarayım dedim. Datça’yı özlediğimi de
fark ettim. Datça ile uzaktan uzağa yıllarca bakışıp durduktan sonra önce
tedirgin bir yakınlaşmanın ardından artık çok iyi anlaşıyoruz. Bu gidişim galiba
34. gidişim oldu. Bu sayıyı nereden biliyorsun derseniz, ilk iki veya üç gidiş
hariç hep fotoğraf çektim, fotoğraf arşivimden çıkarıyorum.
Cuma günleri genellikle yarım gün
çalışıyorum. Bodrum’a göçerken iş hızımı iyice yavaşlatıp, sadece sınırlı sayıda kurum ile çalışıp, kendime daha fazla zaman ayırmayı hedeflemiştim.
İkinci yıldan itibaren bunu başarabildim. Cuma günleri yarım gün çalışma
kararım da bununla ilgili. Çok acil ve önemli bir iş olmadıkça – ki beş yılda sadece beş, altı kere oldu- bu prensibi uyguluyorum. Cuma günleri aynı zamanda Bodrum
pazarı günüdür, yılın 40-45 cuması ben de oradayımdır zaten. Böylece cuma
günleri seyahate çıkmam için ideal bir gün. Ve geçen cuma günü en sevdiğim yol
olan Gökova kıyısından giden yolu kullanarak, Bodrum’dan Akyaka’ya, oradan da
Marmaris üzerinden Datça’ya, Datça’nın da Mesudiye’sine vardım. Geceyi
büklerden birinde geçireyim istedim. Ramazanın da etkisiyle ortalık sakinken,
koca bükte denizde bir iki kişiyle Akdeniz ile kucaklaşmanın hazzını yaşamayı
hayal etmiştim. Tam da öyle oldu.
|
Akbük |
|
Akyaka-Marmaris arasındaki okaliptüslü yolun sonundaki Akçapınar tostçusu |
|
Ören'e doğru... Zaman durmuş gibiydi |
Akşam kaldığım Poyraz’ın yemeklerini
zaten çok severim. Hele ahtapotu, bal kabağı kızartması, kaya koruğu ve kapari
filiziyle kurduğum sofra benim için çok zengin rakı sofrası. Tabii yanında buz gibi rakı ile
beraber. Poyraz’da genç, çocukları dört-beş yaşlarında bir kaç çift vardı.
Birlikte tatile gelmiş beyaz yakalılar. Ve de küçük kızlarını almış iki baba
vardı. Anneler orada olmadığına göre
muhtemelen boşanmış çiftlerdendiler. Gece veletler biraz gürültü yaptılarsa da
çocukların olduğu yerde bunu göze alacaksınız. Datça’da çocuk kabul etmeyen yer
vardı da ben mi gitmedim? Yok işte. Mecburen tahammül ediyoruz. Bu arada
herhalde şahit olanınız vardır; tatile gelmiş, dört beş çocuklu batılı aileleri
bilirsiniz. Anne ve baba bir kenarda sakin kitaplarını okurken en büyük kardeş
diğerlerinin sorumluluğunu alır ve çocuklardan çıt çıkmaz. Kendi hallerinde
takılırlar. İş anne babada tabii. Bizim ailelerdeyse “yapma annecim, etme
babacım, dur halacım, sus teyzecim” diyen tuhaf ebeveynler çocukları da
manyaklaştırıyorlar. Çocuk ne yapsa suç. Ne istese olmaz diyen ve kendine anne,
baba, hala, teyze diye hitap eden koca insanlarla büyüyen çocuğun normal
kalması pek mümkün değil. Zaten anne, baba da bir köşede kitap okumaz ya
birbirleriyle didişir, ya yanındakilerle geyik muhabbeti yapar. Sahilde de
böyle oluyor. Batılı ailelerin çocukları denize girer, koşar oynar,
bizimkilerin çoğu da ağlar, bağırarak konuşur, kavga eder. Denizden annesine
bağırır, baba açılma diye sahilden çocuğa bağırır. Böylece tatil beldelerinde
siz sakinlik ararken oraya gelen çekirdek bir
Türk ailesi potansiyel rahatsız edici bir time dönüşür.
|
Arabadan inip kendimi Akdeniz'e bıraktım |
|
İşte Yukarı Mazı'da çektiğim karede anlattığım en yüksek tepenin arkası burası. Mesudiye, Ovabükü |
|
Datça'da kapari filizi ve kaya koruğu olmadan rakıya başlamak ayıp olur |
|
Balkabağı kızartması. Tam rakı mezesi |
Cumartesi sabahı sahilde şezlongda
uzanıp, yüzüp, sonra öğlen yemeğinde ahtapot-bira yapıp tekrar şezlongda
uzandım. Saat dört olduğunda ise bu sefer Datça’nın merkezine yollandım. Çünkü
Datça seyahatlerimin olmazsa olmazı, dostum Fevzi biraderle onun mekanında Ege
otları eşliğinde, usta elinden çıkma farklı mezelere sohbeti katık edip rakı
sofrası kurmak. Benim böyle “birader” dediğim bir iki dostum var. Bu hitabı
severim. Bir gün biri “abi sen Mason musun, onlar birbirlerine birader der de o
yüzden merak ettim”diye sordu. “Yok be birader” dedim “değilim”. Daha önce de
yazdımdı galiba, beni bağımsız kılan en önemli kararım hiç bir dernek, parti,
cemaat, cemiyet, spor kulübü, dine bağlı olmama kararım. Geçmişte meslek
kuruluşu, spor kulübü üyeliklerim vardı, faal olarak çalışmıştım da. Ama
sonraları hiç biriyle bağımın olmamasına karar vermiştim. Geçmiş gönül bağımdan
dolayı bir meslek kuruluşu ile bir kulübe aidat ödüyorum o kadar. Şimdilerde
kulübe kızdım, onu da ödemiyorum. Atarlarsa da umrumda değil. Ama bu arada 25
yılımı doldurduğum için divan kurulu üyesi olmuşum, sms ile kulübe toplantıya
çağırıyorlar. Hiç alakam yok, hiç birine gitmiyorum. Fenerbahçe gençliğimin
geçtiği semt olarak anılarımda güzel yıllar olarak kaldı.
|
Ercan Usta'nın mükemmel ahtapotu |
|
Gece sahilde şezlonga uzanmış, son kadehimi içerken bir yanda da yıldızları seyrediyordum, bu arkadaş yanıma geldi, tanıştık. Gündüz yanımdaki şezlonga uzandı ama orası güneş diye rahatsız olup benim üstüme ön ayaklarıyla vurmaya başladı. Oralı olmadığımı görünce üstüme çıktı, beni itti ve şezlonguma kuruldu. |
|
Instagram'daki en genç meslektaşım Bora, ailesiyle İstanbul'a dönerken beni buldular, kısa da olsa sohbet ettik. Bora geleceğin iyi grafik tasarımcısı olacak, buraya yazıyorum. |
Neden bahsediyordum laf dönüp nereye
geldi. Fevzi diyordum, her Datça gezimin bir akşamını ayırdığım dostum ve onun
mekanı diyordum. Cumartesi akşamı da masamızı kurduk. Fevzi kışın kapalı, ben
geleceğimi söyleyince dükkanı açıyor, saatlerce sohbet edip rakımızı içiyoruz.
Bazen katılanlar da oluyor. Yazın ise ocağın başına gidip geldiğinden öyle uzun
saatler sohbet edemiyoruz ama kadehi masamda duruyor, arada gelip iki laf edip
takılıyor. Bu sefer de doyamadığım, kendi yaptığı kopanasti peyniri, sarımsaklı ve acılı peynir ile başladım. Çatalın ucuyla aldığınızda bile beyninizde çakıp
burnunuzdan alev halinde çıkan yine kendi yapımı hardalı, sıcak sıcak getirdiği
incecik mısır ekmeğine sürüp yiyince müthiş bir lezzet yakalıyorsunuz. Arada yediğimiz bazı
otlar, peynirli patlıcan kızartması, kalamardan sonra sosyetesi bozuk, Datça’da
pek makbul olmayan lambuka ile geceyi bitirdik. Bana lambukayı Fevzi
tanıştırdı. O kadar iyi soslayıp ızgara yapıyor ki bu seferki gidişimde daha
sofraya oturmadan lambuka var mı diye sordum. Pişirmeyi bilmeyenler için
lambuka gerçekten de lezzetli balık değildir. Tabii ki bir lüfer, levrek de
değildir. Ama usta elde işin tadı değişiyor işte.
|
Datça'nın merkezindeki bu yer Serap Kafe. Şahane bir yer |
|
Fevzi'de masayı kurduk... |
|
Solda kendi üretimi kopanasti ve sağda yine kendi üretimi ançuez |
|
Anında yapılan mısır ekmeği, peynirli patlıca kızartma, dalangıta ve fava... mükemmel lezzetler |
|
Fevzi ocağın başındayken |
|
Son iki yıldır Fevzi'nin sıkı insanı İzzet. |
|
Lambuka abi |
|
Şubat ayında Datça dönüşü rakı ajandama Fevzi'yi çizmiştim |
Ertesi gün Fevzi ile Palamutbükü’ne
giderken beni her zaman gittiğim yoldan değil de köy yollarından, Çeşme Köyü
üzerinden götürdü. Sağolsun, onun sayesinde yıllar içinde Datça yarımadasını
çok iyi tanıdım. Özellikle kışın ve baharlarda gittiğimde, pazar günleri
arabaya atlayıp her defasında Datça’nın farklı köylerini arşınladık. Bu sefer
de Çeşme Köyünden girip sağa, tepelere, badem ağaçlarının arasına daldık. Ancak
yüksek altlı bir araçla çıkılan yerlerde badem topladık, Palamutbükü’ne tepeden
baktık. Bir lakabı Che, ama daha yaygın olan Datçalıların söylediği ikinci
lakabıyla “üstat”ın evine misafir olduk.
|
Palamutbükü'ne gelmeden Çeşme Köyü'ne sapıp kendimizi tepelere vurduk |
|
Bademin en taze hali... Dalından |
|
Tepelerde sıcaktan bunalınca sahilde Mavi-Beyaz'dan kendimizi denize attık |
Badem bölgesinde sadece ve sadece
kuvvetli şekilde cır cır böceği sesleri vardı. Tam sarı, sıcak yaz havasıydı.
Ve serinlemek için aşağıya sahile inip Mavi-Beyaz’ın sahibi Mehmet Bey’e
hayırlı sezonlar dilemek için otele uğradık. Yüzüp, sohbet edip saat dörde
doğru Datça’ya doğru dönüşe başladık. Beş buçuktaki feribotla Bodrum’a
dönecektim. Feribota bindikten bir süre sonra görevliler beni çağırdılar,
aşağıya indim. Dediler sizin biletiniz dün, yani cumartesi bugün değil. Yeni
bilet almanız lazım. Tarihe bakmak o zaman aklıma geldi. Bodrum’da gişedeki
görevliye iki kere pazar günü Datça’dan dönüş saat beş buçuk diye anlattım, son
olarak o sordu ve üçüncü kez teyidleştik. Gel gelelim cumartesi gününe kesmiş.
Ben de kontrol etmedim ki hataymış. Daha önce başıma gelmemişti, aklıma tarihe
bakmak gelmedi. Görevli de isteyerek yapmadı tabii ama olan bana oldu, sokağa
para attım. Diyeceksiniz ki niye itiraz etmedin. Ne olacaktı? Neyi
kanıtlayabilirdim ki? Ben pazar dedim cumartesi kesilmiş desem ne fark edecek?
Ama bir ara uğrayıp bunu anlatacağım ki daha dikkatli olmaları gerektiğini fark
etsinler. Neyse ki o feribotta yer varmış ki son anda bilet alarak yolculuk
yapabildim. Yoksa o yorgunlukla tekrar arabaya binip 240 km yol yapmam
gerekecekti ki doğrusu bu sefer o yol fazla gelebilirdi. Ama Akyaka’da durup
azmakta balık yerdim yahu… Bak şimdi!
|
Yaz kış gittiğimde kaldığım Kumluk Otelin çay bahçesinde sabahları şahane sohbetlerine tanık olduğum Datçalılar. Bu ekip bir harika. Birbirlerini kızdırıp eğleniyorlar. Öğlen dağılıyorlar |
Bu coğrafyayı çok seviyorum. Her bir köyünü
tanımak isterdim. Bu mümkün değil ama bugüne kadar geçtiğim yerlerde gördüğüm
harika köyler, mola verdiğim yerlerde tanıdığım insanlar, seyretmeye
doyamadığım o inanılmaz manzaralar benim zenginliğim oluyor, bunu yaşarken fark
ediyorum. Ege beni çeşitlendiriyor, zenginleştiriyor. Daha önemlisi
dönüştürüyor. Eski halimden farklı kılıyor. Hayata başka bakmayı öğretiyor. Bu
kadar kadim kültürün bu topraklardan çıkmasına şaşmamalı. Başka nerede
çıkacaktı ki zaten?
Offf..Şu çocuklu aile kısmında bir duruyorum. Bizde de 2 küçük oğlan var, çok şükür yapı gereği anne-baba serbestiz, dur, otur demeyiz pek. Yine de yabancıların o sakinliği, çocukluyken çocuksuz gibi yaşamaları bir iç sızısı benim için. Kurallar çok net, anne-baba kararlı ve tutarlı. Hayırsa hayır, evetse en başında evet. Biz onu pek beceremiyoruz, kültürümüzde yok, çalışan ana-baba hep bir suçluluk içinde derken zehir olan tatiller sonuç..Çok üzücü.
YanıtlaSil