Bayram tatilini de bitirdik. Dokuz gün sonra bugün işe başladık
ama tatilde çok iyiydik demekten kendimi alamıyorum. Bir kere Perşembe öğleden
sonradan Cuma öğleden sonrasına kadar olan bölümü saymazsak hava mükemmeldi.
Dokuz gün istediğin saatte yatıp istediğin saatte kalkmak da iyiydi.
Dokuz günün başından üç, sonundan üç gün Bodrum’daydım. Arada iki
gün Palamutbükü, bir gün de Selimiye yaptık. Yani aslında önceki yazıda
anlattığım yerleri bir daha gezdim. Bu seferin önemli farkı seyahatte yalnız
olmamamdı. Üç gün çok eğlenceli, güzel yemeli içmeli, bol gezmeli, kahkahalı...
özetle iyi bir tatil geçirdik.
Salı sabahı bayramın ilk günüydü. O sabah dokuzbuçuk feribotuna
bindik ve Gökova’nın girişi olan Kerme Körfezini boydan boya geçip karşıdaki
Körmen limanına yanaştığımızda saat onbirbuçuğa yaklaşıyordu. Dediğim gibi hava
mükemmeldi. Tam beş hafta önce yine aynı saatte aynı yolculuğu yapmıştım, yine
feribotun açık terasında oturmuş ve tek taraflı amele yanığı halinde
inmiştim. Bu sefer Ekim ayının onbeşiydi ve hava daha serindi. Tabii yine
yukarıda oturduk ve birbuçuk saat boyunca hem güneşten hem Ege’nin iyot
kokusundan faydalandık.
|
Karşıda pus ardında Datça'nın Kocadağı seçiliyor |
Öğlen olduğunda Palamutbükü’nde kalacağımız Mavi-Beyaz Oteli’ne
vardık. Yolda her zaman durduğum noktalarda durmayı ihmal etmedim çünkü
buralara ilk kez gelen misafirime rehberlikte kusur etmek istemedim. Bazen
Datça gezilerimi benim hac gezim olduğunu düşünüyorum. Belli yerlerde durup her
defasında aynı manzaradan yeni bir tad almak, belli mekanlarda yemek yemek, rakı
içmek, belli yerlerden denize girmek benim için bir tür ibadet oldu.
Mavi-Beyaz oteldeki odaya yerleşip derhal kendimizi denize attık.
Palamutbükü’nun ısıtan ama yakmayan Ekim ayı güneşi eşliğinde sahilde kitap
okumanın tadını çıkardık. Tatillerimin vazgeçilmez ritüeli öğle birası ve
kalamarı ihmal etmedik. Biralardan sonra hafif kestirme, tatillerin olmazsa
olmazıdır, onu da es geçmedik. O akşam Mavi-Beyaz’ın terasında, denize karşı
mehtap altında güzel mezelerden tattık, mükemmel bir kaya levreği yedik. Rakı
mı sohbeti, sohbet mi rakıyı ateşledi bilmiyorum ama zamanın nasıl geçtiğini
anlamadık.
|
En sevdiğim noktalardan biri... Mesudiye |
|
Palamutbükü açıklarından Abramoviç geçti |
Ertesi sabah hava raporundan bulutların geleceğini öğrenmiştik.
Otelin sahibi Mehmet Bey de Tasos üzerindeki bulutları işaret etti. O akşama
doğru kuvvetli lodos patlayacağı ve sıkı bir yağmur olacağı belliydi. Nitekim
öyle de oldu. Akşam yemeğimizin yarısında şemsiye altına girdik, yağmur tıpır
tıpır yağarken biz rakılarımızın son kadehini yudumluyorduk. Sonra beklenen
fırtına patladı. Deniz kabardı, sesi odaya doldu. Sahili döven denizin sesiyle
uyuma şansını yakaladık. Yağmur bu mevsim çok normal bir doğa olayı. Bana
sorarsanız arada böyle yağmurlu bir gün olması iyidir de. Bir gün önce denize
girdiğiniz yerin kış halini de görüyorsunuz. Üstelik yağmur Ege’ye çok yakışır.
Öyle sinsi, toz gibi yağıp gözünüzün, kulağınızın içine dolmaz. Gümbür gümbür
gelir, eser, gürler, şimşekler geceyi gün yapar, yıldırımlar düşer. Günlerce
sürecek sanırsınız, ya ertesi sabah ya da o günün akşamına doğru bulutsuz
durgun bir gökyüzünü görür şaşarsınız. Bu sefer de öyle oldu, ertesi akşama
doğru Selimiye’ye vardığımızda gece mehtap seyrettik.
Palamutbükü her ne kadar bayram olsa da yaz gibi kalabalık
değildi. İki gün iki gecemizi Palamut’ta geçirdik. Fırtınanın çıkmasına saatler
kala küçük limana sığınan yelkenlileri izledik. Tesadüfen içlerinden birinden
Gökşen Bey çıkmış, yolda karşılaştık. Gökşen Bey (Körezlioğlu) benim Bodrum’a
taşınmamın önünü açan bir projenin yöneticisiydi. O projenin logosu ve broşürü için 2007
yılının Mart ayında Yalıkavak’a gelmiş ve vurulmuştum. Geliş o geliş...
Sonrasını biliyorsunuz zaten, burada anlatıyorum. Kış Güneşi başlıklı o kısa
yazıyı okumanızı isterim; http://bodrumluhayat.blogspot.com/2011/01/ks-gunesi.html
|
Fırtına yaklaşırken limana sığınanlar |
|
Masa hazır... |
|
Mavi-Beyaz'da akşam yemeği saati |
|
Tam ayrılırken denizin rengine bakıp hayran kaldım |
Ertesi sabah fırtına nedeniyle içeride kahvaltımızı yaptıktan
sonra Selimiye’ye doğru yola çıktık. Mavi-Beyaz’da iki güzel gün geçirdik. Bir
daha söylemeden edemeyeceğim, Mavi-Beyaz’ın mezeleri ve kahvaltısı mükemmeldi.
Hava tam açmamıştı, o halde biraz Datça’nın içinde dolanalım
oradan Eski Datça’ya geçeriz dedik ve sahil yolunu izleyerek Ovabükü, Hayıtbükü
üzerinden Datça’ya geldik. Bu seyahatimde Fevzi’de rakı içecek zamanımız
olmadığından öğlen yemeği hazırlığı yaparken Fevzi’ye kapıdan bir uğradık,
sarıldık, bayramlaştık, yola devam ettik. Eski Datça’ya geldiğimizde şaşırdım
çünkü burayı böyle kalabalık görmemiştim. İki tur otobüsü girişte park etmişti,
onları görünce tahmin ettim. Ayrıca bizim gibi geçerken uğrayalım diyenlerin
sayısı da hayli fazlaydı. Hangi mevsim olursa olsun benim arabayı bıraktığım bir
yer vardır hep boş olur. Orası bile dolmuş, yol kenarında araçlar park etmiş,
daracık sokaklarda insanları güruh halinde yürüyor görünce içimden “burayı da
bitiriyor muyuz ne?” diye düşünmeden edemedim.
|
Ovabükü'ne yaklaşırken... Burnu dönünce de Hayıtbükü |
|
Eski Datça'dan |
|
Eski Datça'da yıkık halini bildiğim yapının son halini görünce şaşırdım |
|
Tabii ki yine aynı açı... solda Ege, sağda Akdeniz |
Öğle yemeğini Hisarönü kavşağındaki Mavi Pide’ye ayırdık. Buradan
geçiş saatimi genellikle öğle yemeğine denk getirmeye çalışıyorum çünkü bu
coğrafyanın en iyi pidesini buranın yaptığını düşünüyorum. Yani en azından
benim tattığım muhtelif pideciler içinde burayla yarışacak kalitede pideciye
denk gelmedim. Bilenler bilir, közlenmiş patlıcan ve kaşarlı pidesiyle otlu ve
peynirli pidesi çok farklı lezzettedir.
Öğle yemeğimizi böylece hallettikten sonra Selimiye’ye vardık. İki
hafta önceden şerbetli olduğumdan yollara, arsalara park etmiş otomobil
sayısına bu sefer şaşırmadım. Selimiye’ye gelişlerimde kaldığım dört tane otel
vardı. Bunlardan ikisini ben eledim. Kalan ikisinde de bayramda bir gecelik yer
yoktu. Bana bir gece için yer yok diyen Losta Beach otelinin önünden geçerken
tümüyle dolu olmadığını gördüm. Bu bölgedeki işletmecilerin büyük bölümünde
şöyle bir düşünce var; bayram dokuz gün, ortasından bir günlük yer isteyene
vermiyeyim, oraya en azından bir haftalık müşteri bulurum. Ama bu kesin
değil tabii. Nitekim Losta Beach bulamamış. Ben de daha önce kalmadığım, Badem
Tatil Evleri adında, Selimiye girişindeki otelde yer buldum. Öncelikle şunu
söyliyeyim, çok iyi bir otel olmuş. Küçük, sevimli, son derece bakımlı ve tertemiz,
şahane manzaralı bir işletme. Benim için lüks kaçtığını belirteyim. Bunu
eleştirmek için söylemiyorum, Selimiye gibi yerlerde daha basit yerlerde
kalmayı tercih ediyorum. Hani yatakta üçerden altı yastık bulunan mekanlar bana
fazla geliyor. Onları daha çok şehir hayatına uygun buluyorum. Fakat otelden
çok memnun kaldığımı belirteyim. Gerçi bir akşam kaldık ama fikir sahibi oldum.
|
Otel odasından Selimiye'nin görünümü |
|
Kaldığımız oda |
|
Otelin bakımlı bahçesinin manzarası |
Otele yerleşip biraz dinlendikten sonra akşam yürüyüşü ve akşam
yemeği için Selimiye köyünün içine indik. Hava rüzgarlıydı ve cidden
üşütüyordu. Selimiye gibi koy içinde koy olan bir yer için çok kuvvetli rüzgar
vardı. Bayram akşamlarında yer bulamam diye Pazartesi gününden Aurora’yı aramış
ve Perşembe akşamı için yer ayırtmıştım. Orada yiyelim istemiştim. Hava iyi
olursa iskelede, olmazsa içeride yeriz diye düşünmüştüm. Aurora’nın içinde
şöminesi olan küçük bir kış bahçesi vardır, sevimlidir. Ben Selimiye’de ya
Sardunya’da yerim ya Aurora’da. O akşam da Aurora’da yiyebilseydik sanırım
dördüncü gidişim olacaktı. İçeri girip işletmeciye rezervasyonum olduğunu
söylediğimde yüzüme baktı ve “kiminle konuştunuz?” dedi. “Ne bileyim, ismini
sormadım” dedim. Gayet gevşek ve umursamaz tavırla rezervasyonununuz gözükmüyor
dedi. Şimdi şunu söyliyeyim benim kulaklarım hiç fena değildir. Geçmişte
aldığım piano eğitiminin katkısı var mı bilmem ama duyduğum sesi, vurguyu,
diksiyonu unutmam. Bodrum’dan aynı alan kodu olduğundan Bodrum’daki sabit
hattımdan aradım ve uzun çaldıktan sonra sahibi olduğunu anladığım kişiyle
konuştum, çünkü sesinden tanıdım. Gevşek, kelimeleri yaya yaya konuşan bu arkadaş uykulu
muydu içkili miydi bilmiyorum ama not almamış ki ortada kaldık. Üstelik bana
“burayı aradığınızdan emin misiniz?” gibi aptalca bir soru da sordu. Küstah
tavırları daha da sinirimi bozmaya başladı ama gecenin tadını kaçırmadan oradan
çıktık. Benim bildiğim rezervasyon yapılırken işletme sahibi arayanın
telefonunu alır, tersini duymadım. Bunca yıldır Türkiye’de ve yurt dışında
yüzlerce mekana yüzlerce rezervasyon yaptım, böylesi başıma gelmedi. Neyse ki
Sardunya’nın üst katında son masayı bulduk, lezzetli mezeler ve mükemmel bir
lagos ile geceyi bitirdik. Aurora hakkında artık hiç iyi bir şey düşünemiyorum.
Önce işletme sahibinin işini ciddiye alan, iş ahlakı olan biri olması
gerektiğine inandığımdan yemeklerinin iyiliği, kötülüğü ikinci planda kalıyor.
Ertesi sabah güneş açtığında Selimiye’den yola çıktık Söğüt’e
geçtik. Fakat orada da kuvvetli rüzgar vardı ve sahilde kısa bir yürüyüş yapıp
daha fazla üşümeden Bayır’a devam ettik. Bir kahve molası sonrası İçmeler
yoluyla Marmaris’e orada da oyalanmadan doğru Akyaka’ya vardık. Tabii öğlen
yemeğini Halil’in Yeri’nde yeme planı olduğundan tam karnımız acıktığında
Halil’e varmış, dere kenarındaki masamıza oturmuştuk.
|
Bozburun'dan Söğüt'e giden arka yol |
|
Söğüt'te adını sevdiğim tekne... Yaz Aşkı |
|
Söğüt |
Akyaka’dan bir saat kırkbeş dakika sonra ise Bodrum’a eve
varmıştık. Bu gezdiğim yerleri çok seviyorum ama bir şey söyliyeyim mi, üç gün
ayrı kalınca Bodrum’u özlüyorum. Çok başka bir duygu bu. Başka türlü bir sevgi.
Bu yazıda geçen yerler başta dediğim gibi bir önceki yazıda
anlattığım yerlerle aynı olduğundan kısa kesiyorum. Bu coğrafya benim doğduğum
coğrafya değil ama yaşamaktan mutlu olduğum coğrafya. Kendimi buraya ait
hissediyorum. Burada yaşamak için elimden geleni yaptım. Bundan sonra da
elimden geldiğince, olanaklarım elverdiğince tadını çıkarmak istiyorum. Bunu
bazen tek başıma bazen de bu tatilde olduğu gibi yanımda eşlik eden
sevdiklerimle yapabilmeyi arzu ediyorum. Bunca yıldır, buralarda gezerken,
güzellikleri paylaşırken yanımda sevmediğim hiç kimse olmadı. İnsan paylaşacağı
güzellikleri, değer verdikleri ile paylaşır zaten.
|
Söğüt |
|
Köyün ana işi balcılık olursa vitrinde arıcı kıyafeti görmek şaşırtmıyor |
|
Halil'in Yeri |
Gelecek günlerde yine Bodrum ile, bu coğrafya ile ilgili sizlere
anlatacaklarım olacak, yazacağım. Çektiğim karelere burada yer vereceğim. Her
zaman güzellikleri, iyilikleri paylaşmak üzere...
Mükemmel ... ne deyebilirimki başka ... okurken bende gezmiş yemiş içmiş kadar oldum ve sabah işe başlarken iyi geldi:)
YanıtlaSilÇok güzel anlatıyorsunuz,gitmeden yaşıyoruz.Kaleminize yüreğinize sağlık.
YanıtlaSilSerdar Bey, bir süredir yazılarınızı takip ediyorum. Sizin yazılarınız sayesinde Ağustos sonunda Badem Tatil Evi'nde ve tam da sizin kaldığınız bahçe odasında kalırken üşenmeyip Datça'ya Fevzi'ye yemeğe gitmiştik. Yol biraz uzak olduğundan akşam yemeğine kalamamış, öğlende gitmiştik ve hatta Fevzi Bey'in oğlu bize kahvaltıya mı geldiğimizi sormuştu :) Neticede gerçekten anlattığınız kadar varmış deyip çıkmıştık oradan. Şimdi bu yazınızı okuyunca Selimiye'de geçirdiğimiz 1 haftayı gerçekten çok özledim.
YanıtlaSilAuronun işletmecisi Adapazarlıydı,hala omu bilmiyorum ama bir günü bir gününe tutmaz,Bahçe apart vardır Sardunya ya komşu,yıllardır onlarda kalırız biz,Selimiye köylüsüdürler ve çok iyidirler,denize sıfır taş ev dışarı çıkınca on yirmi adımda deniz,tavsiye ederim...Deniz B.
YanıtlaSilya herşey güzelde sex yokmu abi !
YanıtlaSil