İzmir’de
turizm fuarı var dediler gittik. Benim turizmle, fuarla falan ne işim olacak?
Hiç işim yok. Ben sadece turizmin “tur” kısmıyla ilgilendim. Yani İzmir’de
yiyip içeceklerimizle. Hem İzmir’e gitmeyeli iki yıl olmuştu, özlemiştim. Ve de Bodrum’daki turizmci arkadaşlarımız gidiyordu, onlarla birlikte Bodrum
dışında bir şehirde eğlenmek iyi gelir dedim. Bu bloğu takip edenler bilirler
Bodrum’da Ahmet Kurşuncu iyi dostumdur. Ahmet ile İstanbul’dan tanışıyoruz.
Doksanlarda Etiler’de “Trompet” diye bir barı vardı, ofisim Zincirlikuyu'da,
evim de Rumelihisarı’ndayken, yani bekar zamanımda eve gitmeden son durak
olarak Trompet’e uğrardım. Abisi Mehmet ile daha eskiden arkadaşız.
Suadiye’deki Metronom müzik ve sonra Süleyman Nazif Bar. Daha sonra New Yorker,
Deep falan derken yollarımız Bodrum’da kesişti (Kurşuncu kardeşler için bkz; http://bodrumluhayat.blogspot.com/2011/03/zazu-ve-kursuncu-kardesler.html). Havva
Öksüzoğlu da Ahmet’in kız arkadaşı ve bizim kıymetlimizdir. Onun olduğu masada
gülmemek mümkün değildir. Ardı ardına esprilerle ortamı neşelendirir.
Birbirimize takılırız. Bizim bu ekibin olduğu rakı masaları matrak olur. Daha
uzun yıllar da böyle neşeli, sağlıklı geçsin diyelim. Havva otelcidir işi
turizm yani. Bu fuar da onu ilgilendiren bir fuar. Biz de peşine takılalım
dedik ve aslında bir gece kalıp dönmeyi planlarken bir gece de Foça’ya geçelim
istedik. Ona gore rezervasyon yapıldı ama Ahmet “Hayatta gitmem oraya, orada
askerliğimi yaptım ben” dedi. “Foça’da üç numara traşlı erat kafası göreceğime
İzmir’de güzel kızları görelim” dedi, bu son cümle beni derhal ikna etti.
Havva’ya son kısmını söylemedik ve İzmir’de kalışımızı iki güne çıkardık.
|
Her yolculuk öncesi artık klasik olan kare |
Perşembe
sabah benim arabayla yola çıktık. Bodrum’daki ev ile Alsancak arası 245 km.
Biraz dolandık 250 km yazdığında otele vardık. Evimin yeri çok stratejik. Evden
Datça 240, Fethiye de 240 km. Yani yola çıktıktan sonra Milas’ta sola saparsam
İzmir’e, sapmaz doğru devam edip Akyaka’ya geldiğimde yine doğru devam
edersem Fethiye’ye, devam etmez sağa saparsam kendimi Datça’da buluyorum. Süre
aynı, mesafeler aynı.
|
Söke'den İzmir'e doğru giderken |
Bir
grup arkadaşımız bizden önce yola çıktıkları için nerede çevirme var haber
verdiler, biz de rahat gittik. Otele yerleşip üst baş değiştirip yürüyerek
fuara geçtik. Önce görünürdeki ziyaret sebebimiz fuarı biraz anlatayım. Ben
yurt içinde üç, dört, yurt dışında da iki, üç fuar gezmişimdir. Yani çok
fuar gezmedim ama bu kadar amatörünü de görmedim. Yerli malları haftasıyla orta
okul müsamere dekorunu karıştırmışlar, olmuş size turizm fuarı. Bir tarafta
Kayseri standında pastırma satarlarken, Çorum’lular leblebi ikram ediyordu.
Mercedes son model transfer araçlarını sergilerken bir yanda derme çatma bir
reyonda temizlik malzemeleri teşhir ediliyordu falan. Yunanistan turizm
bakanlığı olarak katılmış, komşu adalar da kendi belediyeleriyle katılmışlardı ve de iyi
kötü tasarımcı elinden çıkmış standları vardı. Bizim Bodrum standı da tam
bir felaketti. Bu kadar kötü bir standla nasıl katılıyoruz anlamakta zorluk
çektim. Bu kadar kişiliksiz, derme çatma, özensiz, tasarım açısından son derece
yetersiz, amatör bir stand Bodrum’u asla ve asla yansıtmıyor. Standı görünce
yüzüm kızardı. Çok ama çok yazık. Fakat Bodrum sadece adıyla bile başlı başına
bir çekim merkezi olduğu için standında da bunu görebildik. Bir çok stand sinek
avlarken akşama doğru belediye başkanı Mehmet Kocadon, Yalıkavak belediye başkanı Mehmet Saruhan, Ticaret Odası başkanı Mahmut Kocadon, Otelciler Birliği
başkanı ve konuyla ilgili diğer acente sahipleri, otel sahiplerinin de katılımıyla
hareketli bir atmosfer oluştu. Biz konuyla ilgili olmadığımız için yavaş yavaş
otele geçtik. Fuar verimli oldu mu olmadı mı bilmiyorum. Ama dediğim gibi her
yönüyle amatör bir fuardı. Bazı turizmci arkadaşlar da aynı şeyi söylediler, bu
yerel bi etkinlik asıl İstanbul’daki daha önemli, uluslararasıdır dediler.
Fırsat olursa Şubat ayında o fuarı da görmek istiyorum, merak ettim. O zamana
kadar biri çıksa da Bodrum’a yakışan bir stand tasarımı yapsa. Yoksa hala
amfora çizimi üzerine kötü bir tipografi ile Bodrum yazarak bu işler olmuyor.
|
Fuar'ın şahane renkli (!) halıları |
|
Mısır standındaki dansçı adam. O dönen şeyin içinden bir adam çıktı |
|
Bizim kötü Bodrum standımız... Sarkan plastik çiçekler, kötü bir logo |
|
Hiç bir şey yapamıyorsanız bari hazır standlardan alıp üç beş iyi fotoğraf koyun. İşte bir örnek |
|
Kurukahveci Mehmet Efendi'de kahve ikramı |
|
Akşama doğru Bodrum standı doldu da taştı bile |
|
Kaçıncı Ramses'siniz diye soramadım, imza atıyordu. Solda da dedelerinden birinin büstü var |
|
Marmaris standı çok küçüktü, gariban kalmıştı |
Akşam,
İzmir’e asıl gelme sebebimiz olan işin yemek, içmek kısmına gelince, benim her
gidişimde mutlaka uğradığım Deniz Restoran’a gittik. Beş güzel kadınla yemek
yiyen iki erkek olarak şansımız yerindeydi. Şaka bir yana bizim Bodrum ekibiyle
güzel bir yemek yedik. Hatta mezeler o kadar boldu ki balığa yer kalmadı. Zaten
Deniz’in mezeleri her zaman çok iyidir, yine çok iyiydi. Ancak bir gözlemimi
yazmak istiyorum. Deniz’e gitmeyeli iki yıl olmuş, müşteri kitlesinde bir
değişim gördüm. Daha çok erkek erkeğe masalar vardı. Eskiden gördüğüm şık
giyimli İzmir kadınlarına denk gelmedim. Acaba perşembe akşamı olmasının bir
sonucu muydu? Deniz yıllardır iş yemeği için tercih edilegelen bir mekan. Yine iş
konuşulan masalar dikkatimi çekti ama dedim ya çok erkek muhabbetine dönük
kitle vardı.
|
Alsancak'taki biracılar |
Akşam
ekip fuar yorgunuydu, rakılar da içilmişti çok geç kalmayalım dedik ama yine de
bir mekana daha gitmekten vaz geçmedik. Adı Öküz olan bir mekana gidildi.
Karşısındaki barın adının da Tren olduğunu öğrenince epey güldüm. Biz Öküz’deydik
ve karşıya bakıp durduk. Öküz’e girdikten on onbeş dakika sonra mekanın yarısı
Bodrum’lu doldu. Fuara gelenler bizim gibi bir yerlerde yedikten sonra oraya
gelmişlerdi. Öküz bayağı popülermiş. Bizim Bodrum’daki Mandalin’in havası
var diyebilirim. Orada da epey kaldık ve gecenin çok ilerleyen saatinde otele
döndük.
Ertesi
sabah kahvaltı saatini geçtikten sonra kalkınca kendimi dışarı attım. Hava
mükemmeldi ve canım kahvaltı değil de abur cubur çektiği için Reyhan
pastanesine gittim. Gördüğünüz gibi İzmir’de olmanın bütün ritüellerine dikkat
ettim. Deniz restoran, Öküz ve Reyhan. Ha bir önceki gün Kemeraltı çarşısında
turlayıp istanbul’un Mahmutpaşa’sını yaşadıktan sonra Topçu’da çöp şiş yemeyi
de ihmal etmedik. Bunu es geçmeyelim.
|
Reyhan pastanesi |
|
Kemeraltı |
|
Kemeraltı |
|
Kemeraltı |
|
Yazları Bodrum, Marmaris, Kuşadası'nda satılan Çin mallarını satan dükkan |
Reyhan’da
simit –pardon gevrek- ve bazı börekler atıştırdıktan sonra ekiple Seferihisar’a, Sığacık’a geçtik. Hava dediğim gibi çok iyiydi, açık havada, kış
güneşi altında çaylar kahveler içip, kısa yürüyüş yaptıktan sonra özellikle
Ahmet’in Zazu için alacağı malzemeleri edinmek üzere IKEA’ya yollandık. Benim
de almam gereken üç parça vardı ama çıkışta yirmiüç parçayla çıktım. Bilirsiniz
işte oraya girince insanın aklı karışıyor. Hele benim gibi artık beş yıldır hiç
büyük mağazaya girmeyince kafa iyiden gidiyor. Neredeyse bir üç saate yakın
zamanı geçirdikten sonra seyyar züccaciyeci gibi arabayı doldurup IKEA’dan
ayrıldık. Bu arada hemen yanında Forum adında bir alışveriş merkezi vardı,
oradan geçtik, bir kahve içtik. Benim AVM kültürüm zayıftır ve AVM'lere gitmeyi
reddettiğim için de bilgim görgüm geri kaldı. Forum bir çok şehirde açılmış.
Doğru bulduğum tek şeyi o kapalı AVM’ler gibi sevimsiz ve itici değildi, üstü
açık bir çarşı gibi yapıydı. Ama sonuçta ne yalan söyliyeyim bir gün önceki
Kemeraltı’nın sahiciliği yoktu. Tabii ki iki ayrı yapı ve kültür olan iki
çarşıda satılan mallar da aynı değil. Misal Kemeraltı’nda alacak bir şey
bulamadım. Ama yeterince asker, sünnet ve hacı kıyafeti satan dükkan gördüm.
Aldıklarımızı
yüklenip otele döndük ve hiç zaman kaybetmeden yeni açıldığını duyduğumuz
Balıkçı Hasan’a doğru gidelim istedik. Yol üstü önce bir tek bir şey içelim
dedik, adını bilmediğim o meşhur caddede yürüdük biraz. House Cafe falan
açılmış. Bomonti Brassarie denilen yeri gözümüze kestirdik. Çünkü bar aradık.
Yahu hiç bir mekanda bar yok. Hepsi cafe, ya da restoran. İnsanlar artık bara
tünemeyi sevmiyor mu anlamadım. Bomonti'de küçük ama çok şık bir bar vardı,
hemen yer açtılar oturduk. Sevimli, samimi, sıcak bir mekandı, İzmir’de otursam
çok sık giderdim. Bizim Zazu’nun samimiliğini buldum orada da. Sarı loş
şıkları da atlamayalım, çok aydınlık mekanlar bende kalk gidelim duygusu
uyandırıyor, fazla kalamıyorum.
|
Sığacık |
|
Sığacık |
|
Sığacık |
|
Sığacık |
|
Sığacık |
Oradan Çeşme Dalyan’dan daha önce bildiğim Balıkçı Hasan’ın yeni mekanına geçtik. Kordon’da bir şube açmışlar. Hemen şunu söyliyeyim, çok beğendim. Servis, atmosfer ve yiyecekler gayet iyiydi. Deniz’de görmeye alıştığım ama bu gidişimde rastlamadığım şık izmir hanımlarını Hasan’da gördüm. Rezervasyonsuz gittiğimiz için dışarıda son bir masa vardı ona oturduk ama biraz üşür gibi olduk, derken içeride küçük bir masa boşaldı geçer misiniz dediklerinde derhal atladık. Cam kenarında aslında iki kişilik masaya üç kişi oturduk ve sohbeti ile kahkahası bol, rakısı da mebzul miktarda olan güzel bir akşam geçirdik. Balığa yer ayırmak için mezeleri az tuttuk. Ama bazılarında gözüm kaldı, bir daha sırf onalrı yemek için gidebilirim Hasan’a. Pazıya sarılı karidesten küçük bir parça yedim, şu anda tadı aklıma geliyor, yutkunuyorum.
|
Bomonti Brasserie'de Black... |
|
Balıkçı Hasan |
|
Balıkçı Hasan |
Bir
önceki gecenin uzamışlığı üzerine bütün gün dışarıda olmanın ve de bunun
üzerine IKEA’nın o hengamesi de eklenince geceyi uzatmadık. Son
bir yolluk için yemek öncesi uğradığımız mekana tekrar uğradık, orada Ahmet eski bir
dostunu gördü, laf lafı açtı. Ahmet daha önce izmir’de mekan işlettiği için
–Adı Rain miydi?- epey tanıdığı var, onlardan birine denk geldik. Genç arkadaş
şimdi İzmir’de Köşebaşı’nı işletiyormuş.
Dün
sabah da kahvaltıyı edip biraz etrafta dolanıp Bodrum’a doğru yola çıktık.
Dehşet bir yağmur Söke’ye kadar peşimizi bırakmadı. Yer yer göle dönmüş otoban
oldukça tehlikeli, bilginiz olsun. Özellikle sanırım Selçuk gişeleri öncesi
ciddi bir tehlike atlattık, yanımızdan geçen bir Milangaz tankeri bizi suya
boğdu hiç bir şey göremedik. Neyse ki gişelere geliyorduk, yavaşlamıştık.
Tabii
yolculuğun amacı yeme içme olunca dönüşte Söke’de Ortaklar’a girip çöp şiş
yememek düşünülemezdi. Zaten sabah kalvaltıyı ona göre ayarlamıştık, İstikamet
Ortaklar’dı. Geçen yaza kadar Söke’de otoban çıkışındaki dizi dizi çöp
şişçilerden birine girerdim. Doğrusu niye bu kadar millet ayılıp bayılıyor
anlam veremezdim. Sıradan şeyler yerdik. Sonra bir gün tvitdaşlarımdan Murat
Şahin –ki et meraklısıdır- “Abi otobandan çıkınca sağa Ortaklar’a gir üşenme,
orada Somucu’ya git” demişti. Geçen yaz bunu yapmıştım ve gerçekten aradaki
lezzet farkı inanılmaz. Balık yemek için git gel 500 km yol yapan birine on dakikalık
mesafe nedir ki? Ortaklar’da çöp şişimizi de hallettikten sonra Söke’de kahve
molası verip artık sonra Bodrum’a kadar gittik. Yolda 48 V ile başlayan bir
genç Bodrum’lu bıçkın onu sollarken hırs yapıp hızını artırdı, ben de artık
sollamaya başlamıştım dolayısıyla hızımı artırıp önüne geçince dellendi. Bodrum’a kadar
olmadık işler yaptı, hatta bir ara tehlikeye bile attı. Genç olsaydım başka
olurdu ama şimdi artık bunları o vatandaşın zekasına veriyorum. Plaka
numarasını almadım diye pişman oldum. Yeni model beyaz bir Ford CMax mı
ne arabası vardı. Bodrum’da da malesef böyle kasaba eşkiyaları çıkmaya başladı.
Yolda sağınızdan geçmeler, kırmızı ışıkta sağdan kaynak yapmalar. Bu durum ilk kez bu
kış dikkatimi çekiyor. Bodrum’lu çok efendi araba kullanır. Kornaya basmaz,
öndeki araç yük indiriyorsa bekler. Kırmızıda durur. Bu gençler Bodrum’un
çocukları mıydı yoksa dışarıdan gelip yerleşen çakma Polat Alemdar’lardan mıydı
bilmiyorum. Plaka Bodrum çıkışlı araç plakasıydı, çünkü 48 V ile başlayanlar
Bodrum araçlarıdır. Dilerim ne kendilerini ne başkalarını tehlikeye atmadan efendi efendi araba kullanmayı öğrenirler. Bu küçük yeni yetmelerle mücadele
etmek lazım, İstanbul trafiği böyle sonradan görme tiplerle bu hale geldi.
Bazen diyorum, bu ülkeye bazı şeyleri getirmemek lazımdı. Vatandaş 150-200
beygir arabayı kullanacak kafaya sahip değilse, altına çekince kendini birşey
sanıyor. Anadol iyiydi aslında… yeterliydi.
|
Ortaklar'daki Somuncu'nun enfes çöp şişleri |
|
Söke'den Bodrum'a doğru |
|
Logolar olmadan gökkuşağı da göremez olduk. Sanki Starbucks reklam fotoğrafı gibi oldu |
İki
günlük İzmir gezisi iyi geldi. İstanbul’a gittikçe Beyoğlu’nda gördüğüm araplar,
adım başı polis ve karanlık suratlı insanlar moralimi bozuyordu. Bodrum’a
dönünce kendime geliyordum. Bu sefer İzmir’de aydınlık yüzlü insanları görmek
çok iyi geldi. Eğlenen, yaşamayı seven, akşamları birahaneleri, restoranları
dolduran insanlardan korkmam, bunları yapmayanlardan korkarım. Ve bunun ne
kadar doğru bir gözlem olduğunu her geçen gün bu ülkede yaşananlar bana
kanıtlıyor. O yüzdendir ki iktidardaki dünya görüşünün geri zihniyetli,
giyimiyle de kendini dünyaya kapamış kafası İzmir ile de Bodrum
ile de uğraşıyor. İki belediye de soruşturma geçirdi. Bizim başkanı 100 gün
içeride tuttular. İzmir başkanı da tehdit edildi, ediliyor. Ama bazı şeyler
artık değişiyor. En azından dışarıya öyle yansıyor.
Bazen
aramızda şakalaşıyoruz da, şu kuzey sınırı Assos, güney sınırı Xantos olan,
karşıdaki adalarla da birleşmiş, hayat dolu bir Ege Devleti ortaya çıksa. O
zaman rakı da uzo da ortak olur. Karagöz ve baklava da Ege’nin olur, gül gibi
yaşarız…
|
İzmir'liler simite gevrek der diye bilirdim de Serdar'a da Serman diyorlarmış |
İşte
Ege’nin Bodrum’undan Ege’nin İzmir’ine iki günlük gezinin notları…
İsminiz Serman olsa da Serdar yazılsa anlarım, ancak Serman nasıl akla geliyor da yazılabiliyor,
YanıtlaSilişte onu anlamak zor :)