Bodrum’dan Datça’ya, oradan Selimiye’ye
Geçtiğimiz Cuma sabahı
yine arabaya atlayıp 09:30 feribotuna binip Datça’ya geçtik. Bu seferin iki
amacı vardı. Birincisi eylül ayının son günü ile ekim ayının ilk günlerinin
sakinliğinde oraları bir daha turlamak. Ve tabii gastronomik haz.
Eylül ayı Bodrum’un ve Ege’nin tartışmasız en güzel ayı. Daha önce de söylemiştim; eskiden buralara sadece
yazları gelirken bu lafı hep duyardım. Hatta “buranın bir de kışını görün”
dediklerinde içimden “yok daha neler” derdim. İkisini de yaşayınca gördüm ki
özellikle sarıyaz dönemi, yani tam içinde bulunduğumuz şu günler gerçekten
inanılmaz. Sessiz, çıt çıkmıyor. Yerli veya yabancı turist yoğunluğu bitmiş
oluyor. Bu coğrafyanın bu aylarda nasıl olduğunu bilenler kalıyor ve bilenler
geliyor. Turist kalitesi de çok farkediyor. Daha zengin kesim geliyor. Tekneyle
gelenlerin sayısı artıyor. Biliyor musunuz ki bir tekneyle gelen beş altı kişi,
bir otobüs dolusu “herşey dahil”ciden daha çok para bırakır. Yediği
restoranlar, içtiği içkiler ona göredir. Tekne bağlama ücretiyle, aldığı
yakıtla, marinadan alışverişiyle seyahat ettiği belde ekonomisine katkı yapan
turist tipidir. Bir de şu var, bu mevsimde gelenlerin çoğu işini oturtmuş kesim veya
emekli kesimidir. Yani zengindir. Bu arada bu mevsimde buraya gelebilen emekli turistin cebine
giren paranın en azından bizim yüksek memur düzeyinde olduğunu hatırlamak lazım.
![]() |
Hayıtbükü ile öğlen bir bira iyi gidiyor |
![]() |
Hayıtbükü Ortam'ın balkonundan görüntü |
Deniz ılık ve sakin |
Bu mevsimde ısı, güneş
çok yerinde. Bunaltmıyor. Akşamları denizden esen hafif rüzgarla tatlı bir
serinlik oluyor. Gece sahilde şortla oturunca ilerleyen saatlerde hafif bir
ürperti geliyor. Geceleri çok iyi uyunuyor. Ben hala Yalıkavak’taki evde cam
açıkken sadece bir pikeyle yatıyorum mesela. Sabahları erken saatte yine hafif
bir serinlik oluyor. Tabii Bodrum ölçülerinde bir serinlikten söz ediyorum. Bu
sabah saat sekiz civarında 20 dereceydi. Öğlen 32 dereceyi buluyor. Geceleri yine
19-20 dereceye inebiliyor.
İşte bu havaları
kaçırmayalım dedik ve Datça-Selimiye programını yaptık. Geçen sefer bizimle birlekte olan dostalırımız Ahmet ve Havva’nın yanı
sıra bu seferimize İstanbul’dan arkadaşımız Nurtan da katıldı ve beşimiz
feribota binip Datça’ya geçtik.
Datça’da ve Selimiye’de
birer gece kalacağımız için ve seferimizin en önemli kısmı akşam yemekleri
olduğu için de yemek yiyeceğimiz yerlere yakın yerlerde kalmalıydık. Yani araba
kullanmadan yatağı bulacağımız mesafede kalmak kritik bir konu. Böyle olunca,
aslında Datça’da mesela Hayıtbükü’nde veya eski Datça’da gecelemek varken,
Fevzi’de yiyip içeceğimiz için Datça’nın içinde kaldık. Fevzi ile ilgili daha
önce birkaç kez yazmıştım (http://bodrumluhayat.blogspot.com/2011/04/datcaya-ilk-gittigimde-galiba-2005-ylnn.html
ve http://bodrumluhayat.blogspot.com/2011/07/yine-bodrumdan-datcaya-haftasonu.html
adreslerinden bu yazıları ve fotoğrafları görebilirsiniz). Fevzi bir virtüöz.
Her gittiğimde bu nasıl bir lezzettir diye hayrete düşüp bir süre hiç
konuşmadan masayı izliyorum. Bu güne kadar kaç kere gittiğimi hatırlamıyorum
ama tahminen 12-13 defa olmuştur. Fevzi beni olumsuz anlamda hiç şaşırtmadı.
Olumlu anlamda ise çok şaşırttı. Özellikle deniz şakayığı başlı başına bir
lezzet. Bu gidişimizde de 12 çeşit Ege otu bizi bekliyordu. İlaveten kurutulmuş ahtapot,
domates soslu kalamar yahni, sübye güveç, deniz şakayığı... daha sayayım mı? Toplam 20’ye yakın
lezzet tattık.
![]() |
Deniz mahsüllü mezelerden |
Önden gelen Ege otları, kırma zeytin |
Mezeler gelince bir sessizlik yaşanıyor ve herkes mezelere odaklanıyor |
Kendime otlardan yaptığım bir tabak |
Domates soslu kalamar yahni |
Tabii feribottan çıkıp hemen kapağı Fevzi’ye atmadık. Önce otele
yerleşip sonra hem denize girmek hem de Ortam’da deniz mahsüllü börekler ve
zeytinyağlılar için doğru Hayıtbükü’ne gidildi. Hayıtbükü ile Palamutbükü
arasında seçim yapmak zor. Hayıtbükü çok küçük bir koy. Çok sevimli, denizi
güzel. Tam bir köy. Birkaç pansiyon, bir kahve, bir iki restoranı ile bence
Datça’nın en şirin köyü. Öte yandan Palamutbükü ise deniziyle hepsinden
ayrılıyor. Böyle bir türkuaz deniz, böyle bir kumsal çok az bulunur. Mesela
Patara’nın kumsalı çok meşhurdur ama denizi bence beş para etmez. Palamutbükü’nün
denizi gerçekten çok farklı. Gel gelelim restoranları, motelleri, pansiyonları kötü, özensiz, pis. Palamutbükü Hayıtbükün’den çok daha büyük. En az on tane Hayıt eder.
Ama bir tane bile Ortam ayarında restoranı yok. Bunu anlamak mümkün değil çünkü
sonuçta hepsi Mesudiye’nin köylüsü, oranın insanı. Bir köydeki anlayışla diğeri
nasıl bu kadar farklı olabilir. Araları hepi topu yedi sekiz kilometre filan. Geçen
yıl açılan Mavi/Beyaz Palamutbükü’nün şerefini kurtardı gerçi. Datça ölçülerinde
dıştan gördüğüm kadarıyla iyi bir otel olmuş. Yapı hemen diğerlerinden
ayrılıyor. Öyle derme çatma değil. Datça ölçülerinde diye özellikle belirttim
çünkü turizm ve turizm yatırımı konusunda Datça ile Bodrum’u kıyaslamak mümkün
değil. Datça ile Bodrum’un yerleşik nüfusunu, gelen yazlıkçı nüfusunu ve turist
sayısını kıyaslamak için şöyle bir bilgi vereyim; Datça’da bir adet MM Migros
var. Bir Bim ve bir de Şok olduğunu biliyorum. Hepsi bu. Sadece bizim
Yalıkavak’ta iki tane Migros, Carefour, Tansaş, Bim var. Aklımdan saydığım
kadarıyla Bodrum yarımadasındaki Migros sayısı on veya onbir adet. Tansaş ve
Carefour sayısını bilmiyorum ama tahminimce ikişer, üçer adet olmalı. Datça ulaşımı
zor olduğu için çok gelişmemiş durumda. Aman böyle kalsın. Fakat yine de kötü
kötü evler, apartmanlar dikerek görüntü kirliliği yaratılmış bile. Şimdilerde
koruma çıkmış galiba. Tabii Datça’nın merkezi için iş işten geçmiş. Yine de
önemli çünkü özellikle tam bir cennet olan Mesudiye bölgesi sıkı koruma altına
alınmış durumda. Yani Palamutbükü, Ovabük ve Hayıtbükü için yerinde bir karar gibi
görünüyor. Sadece taş ile yapılan iki katlı evlere izin veriliyor. Onlar da
sahil kesiminde değil, dağlarda olmak kaydıyla.
Cumartesi günü Datça pazarı vardı. Oradan birkaç kareyi buraya alıyorum.
Atılan altı sıfırdan sonra kavramlar iyice karıştı. Aslında 50 kr demek istiyor ama 50 TL yazmış |
Ortam iki kardeşin
işlettiği bir pansiyon ve restoranken yeni ekledikleri dört oda ile sınıf
atladılar. Denizin dibinde bir restoran. Yanında da odalar var. Yeni eklenenler
sade ve kullanışlı. İki katlı ve istenirse dört kişi rahat kalabilir. Sabah
uyanınca beş adım atıp denize kendinizi bırakıp yüzüp sonra kahvaltıya
geçiyorsunuz. Ben o böreklerini ve zeytinyağlılarını gördükten sonra ne yapıp
edip senede bir iki kere oraya gitmek için çaba gösteriyorum. Bu yıl ikinci
kere gidebildim. Nedense Hayıtbükü bana Assos’un seksenli yıllardaki halini
hatırlatıyor.
DM Residence ve begonvili |
Datça’da tercihan DM
Residence isimli yerde kalıyoruz. Adı sizi yanıltmasın öyle lüks bir yer değil.
Çok düzgün, makul bir tesis. aslında apart demek daha doğru, dairelerin içlerinde mutfakları var. Sahipleri çok düzgün insanlar. Bir mali müşavir ve eşi. Datça’da zeytinlik de
almışlar. Bir yandan bu aile ortamı oteli işletiyorlar, bir yandan da
zeytincilik yapıyorlar. Kış başlayınca Kadıköy taraflarına, İstanbul’a
geçiyorlar. Başta da söylediğim gibi burayı keşfetmemin nedeni Fevzi’ye olan
mesafesiydi. Sonradan çok severek kaldık. Artık gide gele dost da olduk. Önünde havuzu olan, hafif rampada bir otel. Begonvili çok meşhur. Resimde görünce
hak verirsiniz. Bir de kahvaltısı çok güzel. Özellikle kendi bahçelerindeki
zeytinleri. Burada kalınca tabii havuza girmiyorsunuz, kahvaltıdan sonra doğru
büklerden birine gidip denize giriyorsunuz.
Datça’da öğlen
Hayıtbükü’nde yiyip, içip, denize girdikten sonra akşam Fevzi’de de yedikten
sonra DM Residence’de kalıp sabah kahvaltıdan sonra eski Datça’ya geçtik. Eski
Datça, mevcut Datça yerleşiminin biraz dışında, daha tepede bir yerleşim. Can
Yücel’in yaşadığı ev burada. Eski Datça tamamen taş evlerden oluşan küçücük bir
köy. Köy ölçeğine uygun küçücük camisi, kahvesi, bakkalı ile bir köy işte. Sonra Can
Yücel ile birlikte dışarıdan gelenler başlamış. Popülerliği artmış. Neyse ki
gördüğüm kadarıyla gelenler düzgün, okumuş insanlar. Öyle olması da normal çünkü
deniz/güneş/kum üçlüsü burada yok. Bahçeler, zeytin ağaçları, dar taş sokaklar. Tam
okuma, yazma, çalışma, üretme ortamı. Bir yoga pansiyonu bulunuyor. Ayrıca çok
kişilikli birkaç pansiyonu ve küçük çaplı yiyecek mekanları var. Hediyelikçi,
incikçi, boncukçu hepsi o kadar. Yazın en kalabalık halinde bile sakin bir yer.
Gelenler kısa bir tur atıp, limonata, çay, kahve içip dönüyor. Yani
geçerdikleri süre maksimum bir saat. Yollarda bağırıp çağırıp içki içip sarhoş olan
İngiliz turist yok. İnsan köye girdikten en fazla beş dakika sonra “buraya
yerleşmeliyim” duygusuna kapılıyor. Gerçekten çok kişilikli. Ben bile
düşünmedim değil. Kışın Bodrum, yazın eski Datça fena fikir olmayabilir.
![]() |
Eski Datça'dan |
![]() |
Eski Datça'dan |
Eski Datça’dan sonra
Marmaris yoluna girip Orhaniye sapağındaki Mavi Pide’ye vardık. Beş kişi beş
farklı pide söyleyip karıştırıp kapıştık. Ben hayatımda böyle bir pide
yemediğimi herkese söylüyorum. Pideye merakım yok ama buradaki çok acayip birşey.
Siz hiç közlenmiş patlıcan ve kuşbaşılı pide duymuş muydunuz? Giderseniz yiyip
beni hatırlarsınız. Pideleri yiyip yola çıkıp, sapaktan 15-20 km sonra Selimiye’ye vardık.
Selimiye’yi de daha önce yazmıştım; http://bodrumluhayat.blogspot.com/2011/03/selimiye.html
Selimiye ile ilgili Sardunya balıkçısı merkezli anım her aklıma geldiğimde
gülüyorum. Selimiye’nin doğal güzelliğini anlatmak zor. Görmek lazım. Zaten
Marmaris’in kendisi değil ama Orhaniye, Hisarönü, Selimiye, Bozburun, Söğüt
bölgesi çok güzel yerler. Tekne ile de tam gezilecek bölge.
Adeta bir göl gibi Selimiye bölgesi |
![]() |
Aynı manzaranın ertesi günkü bulutlu versiyonu |
Benim için hayatın anlamı budur işte |
Bu bölgede mavi
yolculuk yapanlar Selimiye’de Sardunya, Bozburun’da Orfoz’da yemek yemeden
Simi’ye devam etmezler. Ben bu iki restoranı birçok kez –ama daha çok Orfoz’u-
gri yolculuk ile ziyaret ettim. Bu sefer de Selimiye’de kaldığımızdan akşam yemeğini
Sardunya’da yedik. Daha önce de kaldığımız Terrace de Selimiye’yi tercih ettik.
Çünkü bu otel tepede ve esintilidir. Selimiye’nin sahili yazın adamı boğar. Hava hiç
hareket etmez, öyle durur. Siz de rutubetten ve basık havadan hareketsiz
kalırsınız. Tabii bu dediğim asıl ağustos ayı için geçerli. Ama yine de
esintili olsun diye tepedeki oteli seçmiştim. Fakat sezon bittiği için otel
neredeyse terk edilmiş gibiydi. Sadece bir personel var. Artık elde ne kaldıysa
onları bitirmeye çabalıyorlarmış duygusu veren bir otel insana iyi gelmiyor.
Bir daha aynı otele gider miyim bilmem.
Sardunya da sanki eski
tadında değilmiş gibi geldi. Ya da o civarda özellikle Orfoz açıldıktan sonra
bizim de gözümüz mü açıldı nedir, Sardunya biraz sıradan geldi. Yeni hiçbir şey
yok. Bin senedir aynı mezeler. Ama hakkını yemek istemem, lagos buğulamayı çok
iyi yaptılar.
Ertesi gün kahvaltı
sonrası deniz kıyısındayken önce gökyüzünde beyaz ve iri bulutlar, dev pamuklar
halinde birikmeye başladılar. Sonra safları sıklaştırdılar. Sonra grileşmeye
başlayınca biz de iskeleden kalkıp dönüş yoluna geçtik. Tabii bu sefer öğlen
nerede yiyeceğiz meselesi çıktı. Karar; Gökova Akyaka’da Halil’in Yeri. Burası
Akyaka’nın içinden akan buz gibi derenin kıyısında bir balıkçıdır. Akyaka da
dağ eteğinde, Sakar geçidinin dibinde ve tam Gökova’nın bitiminde olduğundan
pek hava almaz. Sırtını yüksek dağa yaslayan ormanlık bir kasabadır ve hep
rutubetlidir. İşte yaz sıcağında bu dere öyle bir serinletir ki. Kazlarıyla,
ördekleriyle, sazlıklarıyla iyi gelir. Denize kavuştuğu yerde denizi
buz gibi yapar. Neyse; Halil’in Yeri’nde de iri bir sinariti ortaya ızgara
yaptılar. Gerçekten çok lezizdi. Pişirmesi de tam kıvamındaydı çünkü malum sinaritin eti biraz
tıkızdır, iyi pişirilmezse hemen kurur, adamın boğazından aşağı inmez. Tabii
balık gelen kadar yediklerimiz saymıyorum.
Sonuçta bu güzel
sonbahar günlerinde Ege’nin iki güzel yerinde gezmek, yiyip, içmek ruha iyi
geliyor. Hep diyorum ya, Bodrum’un bir iyi yanı da Ege’nin ortasında olması.
Ege’nin en uzak köşesine arabayla en fazla 4-5 saatte ulaşılabiliyor. Hele
benim tercih ettiğim güney Ege bölgesinin en ucuna 3,5 saatte varılıyor. Ayda
bir haftasonu bu kaçamaklar Ege’nin tadına varmanın iyi bir yolu. Ege’de
yaşamayı seçmek zor bir karar ama sonrasında Ege çok cömert davranıyor.
Yazılarınızı beğeniyle takip ediyorum.
YanıtlaSilFotoğraflar muhteşem. Ellerinize sağlık.
bu yaz hem Selimiye'ye hem de Datça'ya gidiyoruz ve yazılarınız çok çok yardımcı oldu.. teşekkürler..
YanıtlaSil